4 Ağustos 2012 Cumartesi

Öyle insanlar vardır ki...

 
15.10.1952 tarihinde verilen bir ruhsal tebliğ geçti elime bugün... Aradan tam 60 sene geçmiş ama tebliğde yer alan ifadelerin hâlâ güncel olduğunu farkettim okuyunca, zira bizler de uzun müddettir bu konular üzerinde çalışmaktayız ya. Ayrıca; benim ve kardeşimin çocukluğumuzda, evimizde anlayabilecek bilince ulaştığımız zaman dilediğimiz gibi okuyabileceğimiz ruhsal tebliğ dosyaları (şimdi artık bunlara ''ruhsal kanal bilgileri'' deniyor)  her zaman olmuştu, yabancısı değilizdir bu yüzden. Babacığımın ruhsal varlığına selâm OLsun, spiritüel konulara ve araştırmaya meraklıydı. Buyrun, aynen aktarıyorum buraya, belki zihinlerde mevcut olan bazı suallerin cevabı yerine geçebilir:

Öyle insanlar vardır ki, uykuda imiş gibi yaşarlar. Dünyaya uykuda gelmişlerdir. Belki de uykuda ayrılacaklardır. Bunların hayat plânları, ruhsal ihtiyaçları açısından en uygun düşecek bir şekilde, daha yüksek varlıklar tarafından düzenlenir. Yani bunlar, dünyaya gelmeden evvel bile, neye ihtiyaçlarının olduğunun bilincinde değildirler. Her insan için, alışılmadık bir âleme uyum kaçınılmaz olabilir. Gerekli olan çocukluk devresi ve onun yönetilme sistemi, bunların ömürleri boyunca devam eder. Dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bu çeşit insanlar, ömürlerinin yarısını ana-babalarının yönetiminde, diğer yarısını da, telkin edilen hazırlop düşüncelerin rehberlik ve baskısında geçirirler. Bu düşünceler ve hayat kuralları “doğru mudur, değil midir?” araştırmaya dahi gerek duymazlar. Bunlar, toplumsal sınavlara tabî tutulurlar. Mutlu varlıklardır. Fakat mutluluklarını dahî idrâk edemezler. Kendilerini aşamayan hesapların içinde boğulmuşlardır...

Bir başka grup vardır ki, yine uykuda imiş gibi dünyaya gelip giderler. Bunlar, hayvanlık mertebesini henüz aşmış, içgüleriyle yaşayan, her topluma dağılmış ve her toplumun adliyesini uğraştıran düşük tekâmül seviyesindeki geri tiplerdir. Kâtildirler, hırsızdırlar, dejenere, psikopatdırlar. Hapishânelerin ve ıslahhanelerin doldurulmasına yararlar...

Üçüncü bir sınıf insan vardır ki, inançların esiri değildir. Her an kendini fethetmekle meşgûldür. Ve her an, nefsine karşı bir başarının gururunu veya bir yenilginin acısını taşır. Peygamberler peygamberinin; “Bu savaşı bitirdik, asıl büyük savaşa dönüyoruz” deyişi bu yönden anlamlıdır.

Demek ki: İlk iki grup, nefis savaşını bir bilinçli otomatizm içinde gerçekleştirmektedir. Kânunlar, düzenler bunlar içindir. Bunların içgüdüsel amaçları bilinçten mahrum olduğu için, hem kendilerine hem etraflarına zarar verebilirler. Bu yüzden ana-babanın, öğretmenin, kanunun ve Allah’ın korkusu tepelerindedir. Ve onlar buna muhtaçtırlar. Yaptırımı olan inanışlar, öte aleme ait  ödül ve ceza endişesine varmasa bile, bunlar için gereklidir. Dinin ahlâk için zorunlu oluşu, yine bu geniş kitle içindir...

Asıl insan ve diğerlerine nazaran zavallı ölçü ile “üstün insan” diyebileceğimiz topluluk, azınlığı oluşturur. Bunlar, büyük çilekeşlerdir. Toplumların kaderine hâkim oldukları zaman, toptan yıkıma veya mutluluğa sebep olabilirler ve sorumlulukları da o oranda büyüktür. Ve bunun farkındadırlar. Bu kadere hâkim oluş, bu kitlelerin gidişindeki rol, her zaman siyâsi ve askerî olmayabilir. İlim yolunda, düşünce yolunda, ahlâk ve kurallar yolunda öyle aşamaları ve öyle anlayışları işâret ederler ki, bu bir siyasînin veya kumandanın rolünden daha önemli ve etkili olabilir. Siyasetçileri ve kumandanları besleyen düşünceler bunların kafasından çıkar ve etkileri o kadar sessizdir ki, asırlara yayılabilir. Bir söz, bir kitap, bir örnek beşyüz sene sonrası için bile fonksiyonunu yerine getirebilir ve uygulayıcısını bulabilir. Bunların sorumluluğunu düşününüz!.. Ne geniş epröv (sınav) dairelerinin içindedirler ki, dünyadan ayrılalı asırlar dahi geçmiş olsa, adımlarının sonuçları onları kovalar...

Hiç yorum yok: