Derken, ufak arka odadaki pencere ilişti gözüme, güneş ne de güzel dansediyordu çok sevdiğim o şirin, hayvanlı perdenin eteklerinde... Canım gecea ile beraber almıştık bu çocuk odası perdelerini İstanbul'un IKEA'sından seneler önce, al işte sana ikinci bir gülümseme:)
Geçen Cumartesi cümbür-cemaat gidilen semt pazarından alınıp getirilen çilek yavrusu hemen askılı bir saksıya yerleşmiş ve salon kapısı üzerindeki yerini almıştı ya; gözüm hep onun üzerinde... Sevgi sözcükleri, temiz niyetler, süzülmüş ışık ve dinlendirilmiş suyla besliyoruz onu ama, hani gene de soralım, var mıdır acep başka bir isteği-arzusu falan diye. ''Yokmus, yokmus...'', o halinden memnunmuş, iyiymiş böyle. Dolayısı ile üçüncü gülümseme:)
Kahve ve kurabiye; hemen devreye girmesi ile tanınır bu ikili zaten düzene ters, ertelenmiş uykuların bittiği yerde... Saf ruhlardan Fadik kurabiye yemez, kahve içtiğini de görmedim şimdiye dek, uykuyu deli gibi seven varlıkların arasında büyüdüğünden sorgulamadan uyur garibim habire, mutasyona uğramış bir köpeciktir kendisi bana göre:) Ama gene de bilirim; gönlünce koşup oynayabileceği, kirpileri, kaplumbağaları koklayabileceği, kelebek kovalayabileceği, büyüdüğü gibi bahçeli bir ev saklanıyor hayâlinde. Sonrası; tarihi epey geçmiş, bir-iki bayat gazete... 14 Şubat 2010 tarihli Haber Türk'ün röportaj bölümünde ''Güzel değilim ama çekiciyim, karizmatiğim. Hepsi farklı şey buluyor. Kadınlar birlikte olduğu adamdan (evlenelim, şurada oturalım) gibi şeyler ister, ben istemedim. Her an anaç bir kadına dönüşebilen özgür ruhum da çekici gelebilir...'' diye cevap vermiş ''Sizin neyiniz çeker, erkekler sizde ne bulur?'' sorusuna hoş fotoğrafçı kadın Bennu Gerede...
Ve aynı gazetedeki Pazar yazısından bana bakıyor bir başka hoş kadın Elif Şafak, dupduru yüzünde gene o belli-belirsiz, zarif, kırılgan gülümseme... ''Bütün kadınları yaralayan bir çifte standart var bu toplumda...'' diyor. ''Ve ne yazık ki çoğu zaman gene biz kadınlar bu çifte standardın devam etmesine önayak oluyoruz. Çünkü biz birbirimizin alehyine çok konuşuyor, ileri-geri lâflar ediyor, dedikodular üretiyor, gene bizler kem söz kazanının altındaki ateşi canlı tutuyoruz. Birgün gelir, bugün başkasını yakan dedikodu ateşi bizi de yakar, bunu hiç düşünmüyoruz. Ne kadar kolay damgalıyor, nasıl da tereddütsüz yargılıyoruz. Kendimizi tepede bir yere yerleştirip, başkasına yukarıdan bakıyoruz...'' Bayılıyorum bu kadının kendisi gibi zarif ve abartısız, sahici yüzleşmelerine. ''Gripin''in şarkısı sözleriyle gene dönmeye başlıyor zihnimde:
Ve aynı gazetedeki Pazar yazısından bana bakıyor bir başka hoş kadın Elif Şafak, dupduru yüzünde gene o belli-belirsiz, zarif, kırılgan gülümseme... ''Bütün kadınları yaralayan bir çifte standart var bu toplumda...'' diyor. ''Ve ne yazık ki çoğu zaman gene biz kadınlar bu çifte standardın devam etmesine önayak oluyoruz. Çünkü biz birbirimizin alehyine çok konuşuyor, ileri-geri lâflar ediyor, dedikodular üretiyor, gene bizler kem söz kazanının altındaki ateşi canlı tutuyoruz. Birgün gelir, bugün başkasını yakan dedikodu ateşi bizi de yakar, bunu hiç düşünmüyoruz. Ne kadar kolay damgalıyor, nasıl da tereddütsüz yargılıyoruz. Kendimizi tepede bir yere yerleştirip, başkasına yukarıdan bakıyoruz...'' Bayılıyorum bu kadının kendisi gibi zarif ve abartısız, sahici yüzleşmelerine. ''Gripin''in şarkısı sözleriyle gene dönmeye başlıyor zihnimde:
Her nereye gidersen,
Kendinle yüzleşirken kimse duymaz yalan söyle
Terkettiğin şehirler, yarım kalmış şiirler,
Sustukların büyür içinde...
Masanın üzerindeki yeşil seramik çanaktan bir zencefilli/limonlu şeker alıp atıyorum ağzıma bütün gece konuşmaktan yorulmuş sesimi açsın, parlatsın, soluğumu ferahlatsın diye... Derken cep telefonum sevimli küçük kemancı Alexander Rybak'ın ''Fairytale'' şarkısı ile çalıyor, biraz bıdı bıdı edip kapatıyorum. Sahi; tersyüz olmuş günün hangi kısmındayız acep deyip saate bakıyorum. Bu defa iki gün önce Karşıyaka'da, denizin kıyısında oturup halleştiğimiz aykırı ve sevgili Mina'nın mûtedil dalgalı mavi gözleri+sözleri aklıma düşüyor ve yeniden gülümsetiyor beni: ''Ne tuhaf? Siz konuştukça rûzgâr hızlanıyor sanki...'' :) İşte böyle; hayat bazen de sebepsiz ve kendiliğinden bir gülümseme hali, değil mi yani?.. Şimdi artık dünden kızartılmış patlıcanlarla ''imam bayıltmaya'' koyulma vakti...