15 Nisan 2010 Perşembe

Şipşak/ 99.yazı...

Acıdan, mutsuzluktan, ıstıraptan vazgeçmek kolay olmalı. Zor olmamalı, mutsuz olmak istemiyorsun, demek ki arkasında karmaşık bir şeyler var. Bu karmaşıklık da şudur; ta çocukluğundan beri mutlu, neşeli, coşkulu olmana izin verilmiyor...


Ciddî olmaya zorlandın ve ciddîyet de kederin göstergesidir. Hiç istemediğin şeyleri yapmaya zorlandın. Çaresiz, zayıf ve başkalarına bağımlıydın; doğal olarak onların dediklerini yapmak zorundaydın. Bunları istemeden, mutsuzlukla, direniş içinde yaptın. Kendi kendine karşı o kadar çok şey yapmak zorunda kaldın ki zamanla birşey sana çok açık gelmeye başladı; senin aleyhine olan herşey doğrudur ve senin aleyhine olmayan herşey de yanlış olmalıdır. Bu yetiştiriliş tarzı seni mütemadiyen mutsuz etti, bu hiç doğal değil...


Neşeli olmak doğaldır, tıpkı sağlıklı olmanın doğal olduğu gibi. Sağlıklı olduğunda doktora gidip "Niye sağlıklıyım?" diye sormuyorsun. Sağlığınla ilgili herhangi bir soruya gerek yok. Ama hastalandığında hemen kendine sormalısın, "Niye hastayım? Nedeni nedir, hastalığımın nedeni nedir?.."


Niye mutsuz olduğunu sorman gayet normaldir. Niye mutlu olduğunu sormak doğru değildir. Sen sebepsiz mutlu olmanın delilik olarak görüldüğü çılgın bir toplumda yetiştirildin. Hiçbir neden yokken gülümsüyorsan insanlar kafadan çatlak olduğunu düşünürler, '' Neden gülümsüyorsun?.. Neden o kadar mutlusun?..'' "Eee, şeyyy, bilmem, sadece mutluyum işte..." dersen, cevabın onların sende bir tuhaflık olduğuna dair inançlarını pekiştirir...

Ama eğer mutsuzsan kimse sana niye mutsuz olduğunu sormaz. Mutsuz olmak doğaldır; herkes öyle zaten. Bu sana özel bir durum değil. Özgün bir şey yapmış olmuyorsun...


Bilinçaltında bu fikir seni rahatsız etmeye devam eder, mutsuzluğun doğal ve mutluluğun doğaya aykırı olduğu fikri. Mutluluğun ispat edilmesi gerekir. Mutsuzluğa kanıt gerekmez. Yavaş yavaş iyice içine siner – kanına, iliğine, kemiğine – aslında doğal olarak aleyhinde olduğu halde. Böylece şizofren olmaya zorlanırsın; doğana aykırı bir şey sana zorla kabul ettirilir. Kendi benliğinden alıkonulup hiç olmadığın bir şeye dönüşürsün...
......................................................................................................


Bu sapına kadar doğru ve bu sebeple okuyanı irkilten lâfları eden kim midir? Tabii ki ölü ve huysuz Hintli düşünür OSHO'dur efendim. Kendisiyle tanışık olanlar zaten iyi bilir; OSHO klasik, eski, bayat öğretilerin, etik kalıpların ve toplumsal tektipleştirme plânlarının ihtimâl en dirençli+ inatçı protestidir. Yani, o da bir nevî Burak Özdemir'dir, hem kendisiyle çatır çatır yüzleşir, hem de okuyanı yüzleştirir. Şu halde objektife bakıp, ciddîyet iplerimizi salıp gülümseyelim hep birlikte, belki de  mutluluk bize anlatıldığı gibi Kafdağı'nın ardında bir yerlerde ve asla haketmeyeceğimiz birşey değil, şipşak çekilmiş, basit, öylesine bir karede ve zaten hep bizimledir:)

Ek ve de dip: ''Uygunsuz Vaziyet''in 100.yazısına bir adım kaldı. Yayınlanacak 100.yazıyı okuyan ve şu adrese e-posta gönderen (yorum değil bakınız; dikkat, geldiği yer, gönderen vs. adam gibi belli ve açık olan bildiğimiz e-posta...) okurlar arasından kura ile belirlenecek bir okurumuza (kura çekimi evimizdeki saf ruhlar tarafından yapılacak, seçtikleri isim tartışmasız kazanan olacaktır) kitabımız ''Tırmık İzi'' derhal imzalanacak ve vereceği adrese teşekkürle gönderilecektir. Hadi bakalım, madem ''dalya'' diyoruz, o halde şu işe kalıcı bir anlam katalım:)

Hiç yorum yok: