Helikopterin içinde taze hava vardır, uçaklarda genellikle olduğu gibi klimatize edilmiş, yapay bir hava solumazsınız. Kumanda bölümündeki kelebek camları açık olduğunda üzerinden geçtiğiniz yerlerin kokularını duyabilir, rüzgâr arttığında tokalardan kurtulup özgürlük ilân eden saçlarınızı toplamakta zorlanabilirsiniz. Gene de ben en çok kalkış ve iniş anlarını sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de sarp yamaçlarda varlığıma dolan o derin ve serin karaçam kokusunu... Ayrıca su kaynaklarının üzerinden geçerken pilotlar alçalmayı seçmişse, suyun yüzünün pervanenin rûzgârıyla buruşmasını, envaî çeşit su kanatlısının pat pat havalanıp önümüz sıra uçmasını, tepelerin arasından geçerken aşağıya bakmayı ve içimden ''şükür ki buralara insan ayağı basması imkânsız, buralar yanmadan, bozulmadan, kirlenmeden böyle kalacak, yaşasın, oh be!'' demeyi de severim elbette...
Ben de İzmir semâlarında uçan bir yusufçuğumdur artık, bir müddet sonra gözden kaybolurum, kanat seslerim duyulmaz olur. Semavî krallığın sınırları belirsiz ülkesinde, o buğulu mavilikte ufacık bir noktaya dönüşürüm. Ama bilirim; her yükselişin bir inişi muhakkak vardır, helikopter düşmemişse, ben ve hiçkimse ölmemişse sonunda elbet inerim, karaya ayak basarım yeniden ve kulaklarımda hâlâ süren uğultuyla yukarıda yaşadıklarımı düşünürüm. Bölüşmek ise hep güzeldir zaten, sevgimle bölüşürüm...