31 Temmuz 2009 Cuma

Yusufçuk...

En sevdiğim böceklerden biridir ''yusufçuk'', tabiatın kendisine bahşettiği olağanüstü aerodinamik yapı helikopter dediğimiz uçucu-konucu aracın ilham kaynağı olmuş ve bu sayede insanın hayatı hayli kolaylaşmıştır...

Helikopter uçaktan oldukça farklı bir sistemle çalışır, havalanması için önce pistte hız kazanması gerekmez, dikey olarak kalkıp inebilme yeteneğine sahiptir. Bu sebeple; özellikle ulaşılması güç yerlere kolayca gidebilir, inemese bile yukarıdan gözlem ve yardım imkânı verir. Orman yangınlarında da hem tesbit, hem de söndürme çalışmalarında yüksek performansla kullanılır. Bazen de yangın söndürüldükten sonra genel vaziyetin ne kadar uygun, ne kadar uygunsuz olduğunu anlamak üzere havalanır, görevlerim gereği içinde ben de olabilirim, helikopter bunu kendi içinde tartışmaz, işine bakar. Önce kapılarını kapatır, ardından pervanesini döndürmeye başlar ve zamanı gelince de hooop, kalkar...
Hayatı dikizlemeyi de en az yusufçuk böceği kadar sevdiğimden kameram hep yanımdadır, burada da kalkıştan inişe kadar, bataryası yettiği müddetçe çalışır ve yolculuk sonunda beni zamandan avlanmış kimi ''an''larla heyecanlandırır...

Helikopterin içinde taze hava vardır, uçaklarda genellikle olduğu gibi klimatize edilmiş, yapay bir hava solumazsınız. Kumanda bölümündeki kelebek camları açık olduğunda üzerinden geçtiğiniz yerlerin kokularını duyabilir, rüzgâr arttığında tokalardan kurtulup özgürlük ilân eden saçlarınızı toplamakta zorlanabilirsiniz. Gene de ben en çok kalkış ve iniş anlarını sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de sarp yamaçlarda varlığıma dolan o derin ve serin karaçam kokusunu... Ayrıca su kaynaklarının üzerinden geçerken pilotlar alçalmayı seçmişse, suyun yüzünün pervanenin rûzgârıyla buruşmasını, envaî çeşit su kanatlısının pat pat havalanıp önümüz sıra uçmasını, tepelerin arasından geçerken aşağıya bakmayı ve içimden ''şükür ki buralara insan ayağı basması imkânsız, buralar yanmadan, bozulmadan, kirlenmeden böyle kalacak, yaşasın, oh be!'' demeyi de severim elbette...

Ben de İzmir semâlarında uçan bir yusufçuğumdur artık, bir müddet sonra gözden kaybolurum, kanat seslerim duyulmaz olur. Semavî krallığın sınırları belirsiz ülkesinde, o buğulu mavilikte ufacık bir noktaya dönüşürüm. Ama bilirim; her yükselişin bir inişi muhakkak vardır, helikopter düşmemişse, ben ve hiçkimse ölmemişse sonunda elbet inerim, karaya ayak basarım yeniden ve kulaklarımda hâlâ süren uğultuyla yukarıda yaşadıklarımı düşünürüm. Bölüşmek ise hep güzeldir zaten, sevgimle bölüşürüm...

2 yorum:

Gölgecik dedi ki...

Ne kadar çok şey kaçırmışım ben...Erdek'te sezon açıldığı için gece-gündüz çalışır olduk...oysa benim de paylaşmak istediğim ne çok şey var...Üzüldüm şimdi daha önce nete giremediğim ve yazılarını okuyamadığım için...Merhaba Handan Hanım...yeniden merhaba...yeni blog sayfan harika...kitabım da yakında elimde olur...Seni buralarda tekrar gördüğüm için çok sevindim.İyi ki geldin:)
Sevgilerimle

Handan Demiralp dedi ki...

Sen de hoşgeldin Gölgecik:) Sevgimle kucaklıyorum...