31 Aralık 2013 Salı

Muhasebe defteri...


Geçen sene şu sıralar kapıda bekleyen oydu, hayli heyecanlı, biraz da sabırsızdı, henüz çok gençti çünkü. İnsan uydurması ''zaman''ın köhne kapısı saat tam 24.00'de yavaşça aralanacak, sakalı göbeğini bulmuş, beli bükülmüş, dişleri dökülmüş, kamburu çıkmış ve artık gözden düşmüş olan eski yıl oflaya-puflaya dünya planetinin takviminden bir daha dönmemek üzere çıkarken, o gençliğinin verdiği ölçüsüz çabuklukla eski yılın omuzuna çarpıp özür dahi dilemeden, öyle paldır-küldür ortama dalacak, aklına estiğini yapacaktı. Üstelik; onun gelmesini bekleyen bir sürü kafası güzel dünyalı havai fişeklerle, ışık selleriyle, şampanya köpükleriyle, şarkılarla karşılayacaktı onu, şu eski hımbıl moruk çabucak çıkıp zamanın çöplüğünü boylasındı da hele, o yapacaklarını biliyordu! :)

Tarafımızdan limon gibi sıkılmış, posası çıkarılmış, hırpalanıp eskitilmiş, hâttâ parça-pinçik edilmiş bir yıl daha çıkıyor dünya takviminden. Kâinatın umurunda olduğunu hiç sanmıyorum, bana göre onun muhteşem işleyiş düzeni içinde tipik bir insan uydurması olan ''zaman''ın zerre önemi yok. Sonsuzluğa doğru devinip yuvarlanan bir sistemde zaman neci olabilir ki zaten, değil mi ya? Şimdi; bu gece sümüklü mendil gibi buruşturup çöpe fırlatacağımız bu zavallı yaşlı yılın muhasebe defterine kendi açımdan bakmak istiyorum müsaadenizle:

- 2013'ün en önemli bulduğum olayı, 23 Nisan günü, akşam saatlerinde spor salonunda yaptığım egzersiz programımın sonunda düşmem ve sağ bileğimi-kolumu kırmamdır. Görünüşte hiç beklenmedik ve çok tatsız bir kaza olabilir ancak benim adıma muazzam bir ders aşaması olmuştur, bu çok değerli deneyim için yüce Allah'a şükrediyorum. Sağ el ve kolum olmadan da hayatımı sürdürebileceğimi öğrendim. Sol el ve kolumla asla yapamayacağımı sandığım şeyleri zorunluluk karşısında yapabildiğimi gördüm. Ben içimde akan enerjileri dengeleyemezsem eğer, kâinatın kutsal ders sisteminin beni nasıl yere çakıp durdurduğuna, benim yapamadığımı yaptırdığına bizzat şahit oldum. Bu çok zor süreç içinden başarıyla çıkabilmek kendi içsel ve fiziksel gücüme bir defa daha hürmet etmemi sağladı. Gücüm bana hatırlatıldı. Geriye doğru düşerek mermer zemine çarptığım başım sebebiyle herhangi bir problem yaşanmaması da neredeyse bir mucizeydi, herkesi çok telâşlandıran ve hayatımdaki 2.ambulans deneyimini yaşatan bu kazadan tek kol kırığı ile yırtmıştım! Olaydan yirmi gün kadar sonra çıkacağım biletlenmiş İspanya-Madrid seyâhati ve bu seyâhatten evvel plânlanmış olan üç aşamalı ameliyatım zorunlu olarak ertelendi. Böylece akışta kalabilmeyi ve kabûlü bir defa daha deneyimlemiş oldum. Kazadan bu kadar zaman sonra bile sağ kol ve bileğimi halen eskisi gibi kullanamıyorum ama, bu yaşta bu başarı ile iyileşebildiğim ve olağan hayatıma fazla uzamadan geri dönebildiğim için mütemadiyen şükrediyorum. Bu sayede 2013 hep hatırlanacak bir yıl artık benim için, teşekkürler:)

- Önem sırasında 2.liği geçtiğimiz Mart ayında ailemle çıktığım Hindistan seyâhati alır. Hindistan hep hayâllerimi süslemiştir ancak daha evvel bu uzak ve büyülü coğrafyaya gitme olanağım olmamıştı. Sevgili kardeşim ve eşinin organize ettiği kusursuz plânlanmış bir yolculukta Hindistan'ın Rajasthan bölgesinin tozunu attım, harika şeyler yaşadım, gördüm, dinledim, tattım, aldım ve bunları zaten seyâhat dönüşü burada uzun uzun anlattım. O nedenle tekrara girmeyeceğim. 2013 bana muhteşem bir Hindistan seyâhati armağan eden yıl olması ile de hatırlanacak. Bu çok renkli, çok sesli, çok kalabalık ülkeye duyduğum aşk, ülkeme dönüşte bir müddet hasta yatmama rağmen hiç eksilmedi, hayatımdaki en önemli adamlardan birinin o taraflara duyduğu derin merakı gidermek gayesiyle tekrar yoluna düşmek sözkonusu. Bu defa güney bölgesinde dolaşacak ve bakalım neler neler yaşayacağız? Bu konu 2014'ün sipariş listesi içinde yer alıyor elbette:)

- Kişisel tarihimin en uzun ameliyatlarından birini geçtiğimiz Ağustos ayında geçirdim. Kolumun kırılması ve alçıya alınması üzerine plânlandığı zamanda yapılamayan bu üç aşamalı operasyon, ameliyatı mümkün kılacak kadar iyileşip alçım çıkarıldığında yeniden gündeme alındı ve sevgili doktorum Can Kopal'ın yönetimindeki ameliyat ekibi neredeyse yedi saat süreyle benim üzerimde uğraştı! Sağ kulağımın arka kısmından alınan kıkırdak ile burnumdaki deformasyon onarıldı, hava kanalları açıldı. Meme kanseri sebebiyle alınmış olan memelerimin yerine yerleştirilen protezler düzeltilip hizalandı. Çene altıma lipo-suction uygulandı. Hiç aksamadan tıkır tıkır işleyen bu süreçten belki bir mumyaya benzeyerek, her tarafım sarılı şekilde çıktım ama netice gayet başarılıydı:) Bu da benim için 2013'ün önemli olayları arasındaydı. 

- Hayatımdan uğurladığım çok insan oldu bu yıl. Yoo, yoo, ölümden bahsetmiyorum, kimi neredeyse otuz yılı devirmiş, kimi ise daha yeni dostluklarım ve dostlarımla vedalaşıp, karşılıklı derslerimiz için teşekkür edip yollarımızı ayırmaktır kasdettiğim. Bilhassa Gezi olayları sürecinde, karşılıklı fikir farklılıkları sebebiyle defterimden sildiğim ve uğurladığım çok kişi oldu.  Fikir farklılıkları dostlukları bitirme sebebi değildir bana göre, ama kendi fikrini bana mütemadiyen dayatmak ve onun gibi düşünmediğim için saldırmak, hele hele saçma-sapan ifadelerle alenen suçlamak yeterli sebeptir. Hepsinin yolu, ufku açık olsun dedim, uğurladım gitti :) Zira; aslında hiçbiri 2002 yılından bu yana hayatımı paylaşan, benimle beraber gittiğim her yere gelen ve bana hiç zarar vermeden benimle nefes alan canlarımdan İstanbul'lu kedi kız Kumru'nun 11 yılık sessiz ve çok vefalı dostluğunun üzerinde değildi. 2013, onun hızlı gelişen bir böbrek yetmezliği ile aramızdan ayrılmayı seçtiği yıl oldu. Küçük mırıltılarla bana cevap verişi, insanlara pek yaklaşmayan mesafeli ürkekliği ve parkelerin üzerindeki ritmik tıkırtılı ayak sesleriyle hep bizimle sanki, bazen yemek vakitleri ona da seslenip çağırırken yakalıyorum hâlâ kendimi… Öte yandan; beni bir hayli politize eden ve taraflaştıran bir özelliği de vardı 2013'ün ki; bunu önemsiyorum doğrusu. Tarafsızlıktan taraf olmaya geçiş yaptım, bir çok şeye uyandım, siyasi gündemi yakinen takip etmeye başladım. Bilhassa sosyal medyayı bu anlamda çok aktif şekilde kullandım bu yıl, evet… 

- ''Kötü alışkanlıklar''dan kurtulma ve bağımlılıkları bırakma yılı oldu 2013. Çok kendiliğinden, hiç zorlanmadan ve yoksunluk hissetmeden çıkıp gitti hayatımda olmaması gereken, yaradılış doğama aykırı ve sağlıksız kimi şeyler. Bu arada; balık yemeyi de bırakarak yeniden, kanser sebebiyle bir müddet ara vermiş olduğum ''tam vejetaryen'' beslenme şekline geri döndüm. Çok önemli ve sevindirici bulduğum bir diğer konu da, artık ailemizde iki ''uluslararası yoga eğitmeni'' adayı bulunmasıdır:) Annem, kardeşim, eşi ve ben, hepimiz yoga yapmaktaydık zaten ama, sevgili Gülsün ve Halûk 2013 yılında konuyu uluslararası profesyonel eğitmenlik boyutuna taşımaya karar vererek kurslara başladılar. Şu an da hocaları sevgili Faruk Kurtuluş ve diğer eğitmen adayı arkadaşlarıyla, kursun 2.aşaması için Pastoral Vadi'de, kamptalar. Ailemin benim küçük mor atölyemde başlayan yoga serüveni giderek dallandı, budaklandı ve bu noktaya geldi, buna çok seviniyorum doğrusu:) Ailece bize artık gerekmeyenleri, görevini tamamlayanları kolayca bıraktırdı 2013, bu mânâda da teşekkürü hak ediyor, evet…

- Kendimi affetme yolunda önemli mesafeler katettim bu yıl. Hem spiritüel eğitimimdeki yeni ve farklı aşamalar, hem de rehberlerimle yaptığım çalışmalar bu ''kendini affediş'' sürecine çok şeyler ekledi, minettarım. Zira; hayatımın bırakın merkezinde olmayı, kenarından dahi geçmemesi gerektiğini çok sonradan anladığım kimi insanları hayatıma alıp, beni, ailemi ve yakınlarımı çeşitli şekillerde üzmelerine, bize zarar vermelerine izin vermiş olduğum için kendime karşı son birkaç yıldır çok öfkeliydim! Yapılması icap edenleri zamanında yapmamış, çatır çatır suratlara söylenmesi gerekenleri söylememiş, sorulması gereken çok ciddi sualleri zamanında sormamış, benim için kurulan hain tuzakları, entrika ve ihanetleri vaktinde sezememiş ve olaylara anında müdahale etmemiş olduğum için kendi yüzüme tokatlar atıp aynada kendi yansımama ''tuhhh sana!..'' diye tükürdüğüm dahi olmuştur, söylemekte beis görmem. Lâkin; bütün bunlardaki asıl dersi çok daha iyi görebildiğim bir yıldı 2013, bakiye hesapları zamana ve İlâhi OLan'a tam bir itimatla emanet ederken, Karma Yasası'nın da nasıl hiç şaşmadan işlediğine defalarca şahit etti beni. Kimi zaman hayretten ağzım bir karış açık kaldı, bu kadar çabuk, bu kadar denk ve bu kadar adil ödetmelere ben bile inanamadım? Kendime kızgınlığımı dönüştürdüm, başka bir kaynağa çevirdim onu, o enerjiyi. Bu yıl içinde karşıma çıkarılan kitaplar, filmler, insanlar ve olaylar da hep bir ipucu, birer anahtardı aslında. Bütün deneyimler çok değerli, hepsi için teşekkür etmeliyim…

- Niyet ettiklerimi bana çabucak getiren bir yıl oldu 2013. Bilgisayar sistemimi değiştirdim, Apple'la el sıkıştım ve önce bir Macbook Pro diz üstü bilgisayar, ardından da ülkemizde piyasaya çıkmasını sabırla bekleyerek bir İ-pad Air satın aldım. Şimdi tam bir Mac bağımlısıyım, eskiye dönmeyi aklıma bile getirmem doğrusu:) Bu sene içinde hayatımı kolaylaştıran, yaşam kalitemi yükselten ve beni mutlu eden birçok şey satın aldım, alabildim, bunun için şükrediyorum. 2013 içinde, Apple teknolojisinden sonra yaptığım en akıllıca alış-verişin ise eve bir ''ozon jeneratörü'' almak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Su, hava, yiyecek ve yaşam alanı temizliği-dezenfeksiyonunda zehirsiz, deterjansız, başka bin türlü kimyasal ve kanserojen ıvır-zıvırsız ancak bu kadar başarılı olunabilir, verdiğim para son kuruşuna kadar helâl olsun, o kadar derim…

Belki atladığım detaylar vardır, olabilir, artık kusuruma bakmasın 2013. Alması gerekenleri aldı, vermesi gerekenleri verdi ve kaçınılmaz olarak gitme zamanı geldi. Ona teşekkür edelim ve uğurlayalım, dünya tarihindeki yerini alsın ve artık dinlensin, epey yoruldu zira. Şimdi gözlerimiz bu geceyarısı karşılayacağımız yepisyeni yılda, her ''yeni''ye olmadık anlamlar yüklemek gibi bir zaafımız var oldum-olası, e tabii, insanız ya:) Benim tavsiyem ise şudur; öyle fazla değişik bir şeyler beklemeyiniz efendim, zira takvimin üzerindeki tarihler el mecbur değişecek, asıl siz değişmez ve ilerlemezseniz eğer, ne yazık ki hiçbir şey ve hiçkimse değişmeyecek, garibim yeni yıllar ne yapsın? Bunun farkında olacağınız ''yüksek şuurlu'' bir yeni yıl diliyorum sizlere, sevgilerle:)

(Fotoğraf bizim evde,  ''benim güzel çamaşırhanem'' dediğim bölümün girişinde çekildi. Yoga yapan kedilerin olduğu takvim Gülsün ve Halûk'un hediyesiydi, bu bölümü ana mekândan ayıran nakışlı perdeyi ise Hindistan seyâhatimde, mavi çöl şehri Jodhpur'da köhne bir dükkânın tavan arasında bulup almıştım, üzerinde eski Muson yağmuru lekeleri var ve ben bayılıyorum ona:)




26 Aralık 2013 Perşembe

Büyüklere masallar...



Çünkü artık hepimiz bir teknoloji masalının oyuncak kahramanlarıyız. Bıkıp sıkılmamıza fırsat vermeden değişiyor dekorlar, kurallar, oyunlar. Birinden ötekine geçiveriyoruz çabucak. Bu da bir süreçtir ve elbet yaşanacak... (Japonların internet alemine hediye ettiği son oyuncak Momentcam ortalığı kasıp kavurdu ve neredeyse eskidi bile, işte bu işler böyle!)

21 Aralık 2013 Cumartesi

Hortum oradaysa, pipet burada!.. :)


- İşiniz ve eşiniz; bu ikisi hayatınızdaki kendinizi gerçekleştirme amacınıza uygun olmalı. İşini ve eşini yanlış seçen birey ne mutlu olabilir, ne de mutlu edebilir. İş ve eş seçimini doğru yapabilen birey ise, hayatın önüne çıkaracağı diğer engellerle başedebilecek sağlamlıkta olur, kendisi mutlu olduğu gibi etrafını da mutlu eder…

- Mesele üniversite sınavında tutturduğun puan ziyan olmasın diye ruhunun hiç istemediği ve uygun olmadığı bir meslek dalında, ayakların geri geri giderek, isteksiz, hevessiz, coşkusuz eğitim almak olmamalı. Toplumsal ve ailevi beklentileri doğrulayacaksın diye, aslında sosyal bilimler konusuna eğilimin ve yeteneğin varken tutup mühendislik ya da tıp okumaya zorlarsan kendini, o dikiş tutmaz. Ailelerin bu konuda çok yanlış beklentileri ve zorlamaları var. Çocuklarından popüler ve para getiren meslekleri edinmelerini istiyorlar, çocuğun karakteri, yeteneği, eğilimi buna müsait mi diye hiç düşünmüyorlar. Yeter ki ailesinin istediği yerde okusun, diplomasını alsın, gerisi mühim değil. Bu korkunç bir şey, mutsuz ve tatminsiz bireyler yetiştirmenin en garantili yolu! Kendi arzularınızı çocuklarınızın hayatlarına monte etme hakkınız yok ki, bunu çok doğal bir şeymiş gibi görmeyin…

- Kız öğrencilerim zaman zaman bana gelip akıl danışırlar, sohbet ederiz. Çoğunun bir erkek arkadaşı var ama o kişi asla idealize ettiği kişi değil, beğenmiyor beraber olduğu kişiyi, durmadan eleşiriyor ama ayrılmıyor da. ''Madem beğenmiyorsun, içine sinmiyor, niçin hâlâ berabersin, ayrıl o zaman…'' dediğimde ''olmaz hocam, Sevgililer Günü'nde yalnız kalıp milleti güldüremem kendime, daha iyi birini bulur-bulmaz nasılsa bırakacağım, o zamana kadar idare ediyorum işte…'' diye korkunç cevaplar alıyor, hakikaten dehşete düşüyorum! Kızın yanında gezdirdiği adama zerre saygısı yok, kendine de yok tabii, öyle olsa yanlış olduğunu hissettiği bu ilişkiyi hemen bitirir, ne karşısındakini, ne de kendini boşuna oyalar. Çoğu genç insan, ilişkisinden, partnerinden hiç hoşnut olmadığı halde, yalnızlık duygusuyla başedemeyeceğini düşündüğünden, daha iyi bir seçenekle karşılaşana kadar ilişkiyi bitirmemeyi seçiyor. Bunlar hasarlı ilişkilere dönüşüyor tabii zamanla…



- Bana hep gelirler ve derler ki; ''hocam, ben karımla ya da kocamla çok aşık olarak evlendim, çok sevdim ama hiçbir şey başlangıçtaki gibi kalmadı, o çok değişti, neden böyle oldu?:( '' E çünkü sen beklentini o kadar yüksek tuttun ki, karşındakinin çıtası hiç o kadar yüksek değildi oysa, sen onu olmasını arzu ettiğin kişi olarak görmeyi seçtin, ona öyle anlamlar yükledin, sonra aradıklarını bulamayınca hüsran yaşadın, o değişmiş oldu. Yok kardeşim, kimse değişmedi, herkes olduğu gibiydi aslında, sen kendini kandırdın! Beklentini hiç bir konuda fazla yüksek tutmayacaksın ki; hakikâtle yüzleşmen kolay olacak, onu içselleştirebilecek, hazmedebileceksin. Yoksa mutsuzluğun dibine vurursun…

- Kadınlar gelir bana, anlatırlar, işte ''hocam ben kocamla severek evlendim veya sevgilime çok aşıktım ama beni defalarca aldattı'' ya da ''kocamdan, erkek arkadaşımdan dayak yiyorum, çeşitli şekillerde şiddet görüyorum, ne yapayım?'' Bana mı soruyorsun ne yapacağını, yapacağın belli, seni aldatan, şiddet uygulayan adamla ite-kaka, ille de evlilik-ilişki sürdüreceğim diye adına ''katlanmak'' dediğin o sürece girmeyeceksin! ''….. nedenle katlanıyorum'', ''….. sebepten katlanıyorum'', evliliğin ya da beraberliğin senin şu ya da bu sebeple ''katlandığın'' bir şey haline gelmişse zaten geçmiş olsun, o artık dikiş tutmaz. Çoğu aslında yalnız kalmaktan korktuğunu kendine dahi itiraf edemiyor, ''aman yalnız kalmayayım da…'' düşüncesiyle özsaygısını giderek tüketen bir ilişki sarmalında kalmayı seçiyor. Kadın ya da erkek farketmez, ilişkide ipler o kadar kopmuşsa kendini o ilişkinin dışına çıkarmayı bileceksin. Doğru bir yalnızlığın, yanlış bir ilişkiden çok daha sağlıklı ve huzurlu olduğunu anlayacaksın. Bunun haricinde söylenecek her şey maalesef bahanedir, korku temelli bahaneler…



- Kız ya da erkek çocuk yetiştirirken ''efendim, zaman zaman beyaz yalanlara başvurabilirim, bunda bir sakınca yok'' diye düşünen çok ebeveyn var. Oysa yalanın rengi ve bahanesi yoktur. Çocuğuna her koşulda dürüst olmayı öğreteceksin, dürüstlüğün bir bedeli vardır, o bedeli de göze almayı öğrenecek o çocuk ve ödeyecek, ama dürüst olacak. Babalar bilhassa kız çocuklarını karşılarına alıp ''bana lâf getirecek bir şey yapma'' diye konuşurlar, bundan çıkan asıl anlam şudur: ''Her ne halt edeceksen et ama duyulmasın, görülmesin, lâf-söz olmasın, belli etme, suyunu saman altından yürüt, benim haberim olmasın da ne olursa olsun…'' Böylece o kız çocukları küçük yaşlarda profesyonel oyun kurucu olmayı öğreniyor, yalan söyleme ustası oluyor. Hâlbûki; çocuğuna şunu diyeceksin: ''Aklının ve vicdanının kâbûl etmediği şeyleri yapmazsan daha mutlu bir insan olursun, mühim olan bana lâf gelip-gelmemesi değil, senin ne hissedeceğin. Vicdanını rahatsız edecek şeyleri yaparsan çok huzursuz ve mutsuz olursun, kendini suçlu hissedersin, o zaman da kendini yeterince sevemezsin, kararlarını sen ver ama buna göre ver…'' Sen çocuğuna çeşitli renklerde yalan söylersen, o sana çok daha renkli yalanlarla cevap verecek, ilişkiniz tıkanacak. Şu an toplumumuzda çoğu ana-baba ve çocuk ilişkisi bu karşılıklı yalanlar yüzünden tıkanmış vaziyette, aile çekirdeği içinde sıkıntı büyük, kopmalar, çözülmeler yaşanıyor, yani durum vahim!..

- Aile terapisi, ilişki terapisi… Tabii başvurulmalı, eskiden bunlar yoktu, herkes sorunlarını kendi bildiği şekilde çözmeye çalışırdı. Ama; sık gözlediğim hata şu ki, her şey adamakıllı çıkmaza girip tıkanmadan terapi yolu düşünülmüyor. E sen köprüleri atmışsın, gemileri yakmışsın, önce falcıları, medyumları, nefesi kuvvetli (!) hocaları dolaşmışsın olmamış, bana o zaman geliyor ve çare istiyorsun, kusura bakma ama çok geç kalmışsın, artık yapacak bir şey yok yani, geçmiş olsun. Bu aşamadan sonra ben o düğümü çözemem, kimse çözemez. Kronikleşmeden, problem yerleşip tekrara girmeden çözüm arayacaktın, kimsenin elinde sihirli değnek yok, bunun anlaşılması gerekiyor. Kanser gibidir bu konu da, erken teşhis ilişkiyi kurtarabilir, ama geç kalınmışsa? Üzgünüm…

- Hortumculardan şikayet ediyorsun, et tabii, sevecek değilsin. Lâkin; hortumcuları görüyorsun da, pipetçileri niye görmezden geliyorsun? Pipetçiler kim mi? Aynaya bak, görürsün. Efendim ''ben şu ayakkabıyı beğendim, alacağım ama fiş almazsam kaça olur meselâ?'' diyor musun? Fiyat bilmem kaç lira iniyor, bayıla bayıla alıp gidiyor musun? Hah, işte hortumla çekmedin belki ama pipetle çektin, aferin sana! Trafik cezasından, vergi borcundan, kanuni yükümlülüklerinden kaçmanın türlü yolunu arıyor musun? Bulunca rahatlıkla uyguluyor musun? Eşin, dostun, ailen, yakının için çeşitli sebeplerle torpil ya da ayrıcalık, öncelik talep ediyor musun kimi tanıdıklarından? Çocuğun senin istediğin okula kaydolsun diye dürüst olmayan kimi yollar deniyor musun sözgelimi? Devlet sistemini çeşitli şekillerde kandırıyor musun? İllâ kaçak elektrik ya da su kullanmak gerekmiyor bunun için, değil mi? Hah, demek ki bazıları hortumla çekerken, sen de pipetle çekiyorsun. Yoksa miktar seni aklayacak bir bahane mi? Kusura bakma da sen öyle sanıyorsun, bunun azı-çoğu olmaz, temel mantığı mühimdir. Hep şikayet ettiğin, lânetlediğin o hortumcular da direkt hortumla başlamadı işe, bunu unutuyorsun. Bu işler pipetle başlıyor, hortuma kadar gidiyor. Kendine bakacaksın, kendi adına normalleştirmiş olduklarına bakacaksın, o hortumcuları kimin besleyip büyüttüğünü o zaman daha iyi anlarsın! Dürüst ol, evvelâ kendine bak bakalım, ne göreceksin, ona göre konuş…

- Kazancın elbette önemli ama, mutlu bir insan olman hepsinden önemli. Sevdiğin işi yapman bu nedenle zaruret. Çünkü o zaman başarılı olacaksın, başarılı olduğunda mutlu ve tatmin olmuş olacaksın, ailen, çevren, yakınındakiler mutlu olacak. Bu sadece parayla ölçülebilecek bir şey değildir, bu nedenle görünüşte iyi para kazanan ama işinden nefret ettiği için çok mutsuz ve gayesiz yaşayan bir dolu insan var. Ailesi öyle istediği için, toplumsal onay ve takdir almak için, vs.vs. sebeplerle hiç istemediği bir alanda eğitim almış, kapana kısılmış gibi gidip-geliyor her gün nefret ettiği o işe, ne kendisi mutlu, ne etrafındakiler. Çünkü çeşitli sebeplerle terör estiriyor, sürekli gergin, huzursuz. Niye? Çünkü kendisini gerçekleştiremiyor, onu doğrulayan bu değil, olmak istediği bu değil. Çok yazık. O kadar çok ki bu gibi insanlar, bu toplumun bütünsel verimliliğini ve mutluluğunu da etkileyen negatif bir etken. Sevdiğiniz işi yapmanın bir yolunu bulun, sadece kazanç odaklı düşünmeyin…

Aslında daha da uzar ama artık ben yoruldum, bu kadarı yetsin. Değerli okurlarım; bunlar çoğunuzun en azından ismen tanıdığı, zaman zaman TV programlarında rastgeldiği ya da belki bir-iki kitabından haberdar olduğu değerli bir psikoloji uzmanının, Prof. Dr. Sn. Üstün Dökmen'in bugün 2. İzmir İstihdam Zirvesi'nde yaptığı ''Nereye Gideceğini Bilmek'' başlıklı konuşmasından  bölümlerdi, naçizane naklettim. Üstün Hoca salonu her zamanki gibi tıklım tıklım doldurdu ve kendine özgü üslûbu ile kâh güldürüp kâh irkilterek meslek seçiminden girdi, ilişkilerden çıktı, zihinlerde tozu dumana kattı:) Zirvenin sonudaki ödül töreninde, ben sahne önünde otururken arkamdan bana ''hocam'' diye seslenen kişinin o olduğunu anlamadım baştan, dönüp bakınca gördüm ki Üstün Hoca, sağOLsun övdü beni ve TRT kurumunu, hoş sözlerle tebrik etti. Komik olan, birbirimize mütemadiyen ''hocam, hocam'' şeklinde seslenmemizdi, o bana, ben ona:)

Netice olarak; İŞ-KUR evsahipliğinde Kültürpark'da 19-20 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen 2. İzmir İstihdam Zirvesi ve Fuarı, sevgili Üstün Dökmen hocanın bu konuşması ile sona erdi. Ben de iki günümü sabahtan akşama orada geçirdim ve her zamanki gibi hem işimi yaptım, hem de çok şey öğrendim. Emek veren, destekleyen, katılan herkese teşekkür ederim efendim, dilerim Allah herkese benim kadar severek, isteyerek ve kararlı bir şekilde seçeceği, daima şevkle, aşkla ve başarıyla yapabileceği bir iş, bir meslek nasip etsin, şükürler OLsun…





16 Aralık 2013 Pazartesi

OLabilerek...

Dünyanın neresinde, hangi coğrafyada olunduğunun önemi yok, kedi her yerde kedidir ve aynı şekilde sevilir. Bu sevgiye alınacak cevap da genellikle değişmez, zira sevginin dili evrenseldir…

Uzakdoğu'da, altınlarla süslü görkemli mabetlerin etrafında ya da yoksul kenar mahallelerden birinde, bir çöp bidonunun içinde… Gene farketmez  kedi için, o hep dilimize doladığımız ve başarmaya çabaladığımız ''AN''da OLma konusunu çoktan halletmiştir bu canlı türü, dolayısıyla zarfla değil mazrûfla alâkalıdır. Sadece içinde bulunduğu ANdan bakar akışa, yargılama, erteleme, endişe, plân-program gibi dünyevi saçmalıkları ardında bırakmış OLarak, sadece kendisi OLarak, OLabilerek… 

Dünyanın neresinde, hangi coğrafyada olunduğunun önemi yok, kedi kedidir ve hep aynı şekilde bakar muhteşem bir âhenk içinde dönüp duran kâinata. Çoğu defa bizim yapamadığımızı yapabilerek hem de, OLduğu gibi ve sadece OLabilerek...

4 Aralık 2013 Çarşamba

''Doğu''nun ''uzak'' olanından ''afiyet OLsun''lu yazı...

 
 
 
 





Efendim; olay yeri inceleme ekibimiz Gülsün/Halûk çifti, artık seyahât rotalarının çapını iyice genişlettiklerinden kafamızdaki ''uzak'' kavramını da sorgulatıyorlar bize zaman zaman… İçinde çok abuk-sabuk ve kabûlü mümkün olmayan bir malzeme olmadığı takdirde, gittikleri coğrafyanın yerel yemeklerini tatma konusunda da hiç bir çekince yaşamadılar şimdiye dek. Bangkok ve Singapur'da da yerel mutfaklara dalmayı, tuhaf görünüşlü ama genellikle çok lezzetli yemekleri kaşıklamayı ve benim için bu yemeklerin fotoğraflarını çekmeyi ihmâl etmediler, onlara her zaman olduğu gibi tüm kalbimle teşekkür ediyorum. ''Bütün bu yiyecekler arasından senin tercihin ne olurdu?'' diye sorulacak olsa, ''dumpling'' denen ve hamuru tül kadar ince olan, ayrıca suya atılıp kaynatılarak değil ahşap sepetlerde buharla pişirilen özel mantıların sebzeli olanlarına öncelik verirdim zannediyorum. Herhalde bol bol sebzeli ''noodle'' da yerdim. Fotoraflarda da gördüğünüz gibi, bu incecik erişteler çorbalar da dahil, hemen her şeyin içine ekleniyor uzak doğu mutfağında. Ayrıca ülkemizde rastlanmayan, çok farklı türlerdeki tropik meyvelerle de doldurabilirdim karnımı, evet.  İşin ''hayvan''lı kısmına bir vejetaryen olarak dalmayı seçmem, orasını siz kendiniz araştırın, bana ne? Bildiğim, uçan-kaçan ne varsa hepsinden yemek yapabildikleri, o kadar!..

Ne diyelim? Ekibimiz kalkıp gidiyor teeee oralara, ''yediğiniz-içtiğiniz sizin olsun, gördüklerinizi anlatın hele'' demiyor, yeme-içme kısmına da bilhassa burnumuzu sokuyoruz işte böyle:) Afiyet OLsun herkese...