29 Nisan 2013 Pazartesi

Kol kırılır, yen içinde kalır... mı?


Yen konusunda bir fikrim yok ama, alçı içinde kaldığı kesin diyebilirim! Bir spor kazasıdır, evvelâ onu belirteyim, koşu bandından düştüm, yarın bir hafta olacak. Parçalı bir kırığım var, dirsek, kol ve parmaklarımdaki şişlik ve morluklar halen geçmedi ama geçecek tabii. Bugün klasik tip alçıya göre daha hafif ve konforlu sayılan plastik alçıya geçtik, daha önümde dört haftam var, sağ elimi özlüyorum, evet...
 
Şiddetli bir düşme, çarpma ya da travma durumunda kolunuzda bilezik, saat vs., parmaklarınızda da yüzük varsa eğer, ilk olarak onların çıkarılması gerekiyor... muş, sonradan öğrendik bunu. Kırılmadan hemen sonra elimin parmakları davul gibi şişti, acil serviste de yüzüklerin çıkarılması mümkün olmadı, dr.lar çok uğraştı ama ı-ıhhh! Bunun üzerine belediyeye haber verildi, itfaiye ekibi gibi bir ekip geldi, evet, evet, şaka değil, aynen öyle. Çok dikkatli bir operasyonla sağ elimin parmaklarında bulunan dört adet yüzük özel bir keski yardımıyla kesilip parçalanarak ancak çıkarılabildi. Ambulans, acil servis ve orada deneyimlediklerimi belki bir gün anlatırım, bir müddet tekrar o enerjilere dönmeyi istemem doğrusu. Şimdi iyiyim, bedenimin sağ tarafında, yani eril enerjiyi temsil eden tarafta gerçekleşen  bu çok sert travma deneyiminin içsel sebepleri üzerinde çalışıyorum hocalarımla beraber... Ve yavaşladım, evet, mesajı doğru okuyarak yavaşladım. Şimdilik söyleyeceklerim bunlardır, arayan, soran, gelen, yardım eden, yardımı olacak şeyler gönderen, uzakta olsa da yanımda olan herkese tüm kalbimle teşekkür ediyorum, sağolsunlar, varolsunlar. Sevgili Baturhan'a inat bir Hindistan yazısı daha yazmayı isterdim tabii ama, maalesef  elimin durumu buna müsaade etmiyor:) Artık tamamen iyileştiğimde devam ederim Hindistan'a, he he he:) Herkese selâm ve sevgilerle...

21 Nisan 2013 Pazar

कामसूत्र yani Kama'ların Sutra'sı :)


Hindistan'da aşk ve cinsellik onurlandırılan kavramlar, zaten ülke nüfusuna bakıldığında da bunun böyle olduğu anlaşılır zannediyorum:) Şaka bir yana; hakikaten çoğu Hindu tapınağının duvarlarında yukarıdaki gibi sahneleri gösteren fresk ve kabartmaları görürsünüz, hiç şaşırmayın. Aşk ve cinselliğin kutsal olduğuna inanılıyor ve bu kavramlar bu şekilde onurlandırılıyor. Ayrıca, bu sanat ögelerinin gençlerin cinselliği öğrenmelerine de yardımcı olduğu belirtiliyor. Daha detaylı bilgi için buraya bakılabilir ancak bilmelisiniz ki ''kama sutra'' asla bu kadar kısa anlatılabilecek bir şey değil. Turistler için çeşitli dillerde basılmış şık ''kama sutra'' kitaplarına hemen her yerde rastlamak mümkün ve bu en fazla satılan hediyelik denebilir:)

Udaipur-Jodhpur yolu üzerinde rastladığımız ağaçlarda asılı olan tuhaf şeylerin ne olduğunu Hintli şoförümüze sorup öğrendiğimizde durmasını rica ettik ve arabadan inip fotoğraflarını çektik. Bunlar her biri iri birer kedi büyüklüğünde olan yarasalar, gündüz uykusundalar, gece karanlık bastırdığında onların avlanma-beslenme-aktivite zamanları da başlayacak. Şoförümüz bunların kimseye zararı olmadığını, meyve-sebze ve bazı ufak böceklerle beslendiklerini, kimsenin de onlardan rahatsızlık duymadığını belirtti. Yaklaştığımızda biraz huzursuzlanan ve kanatlarını açıp kapatmaya başlayan iri yarasa kolonisini daha fazla rahatsız etmek istemedik, fotoğraflarını çekip onlara iyi uykular diledik ve yolumuza devam ettik...

Ranakhpur Jain Tapınağı hepimizi büyüledi, bizden önce de burayı ziyaret eden ve dünyanın dört bir tarafından gelen milyonlarca başka insan gibi. Yapımı elli seneden fazla süren ve beşyüz yaşında olan safî beyaz mermerden bir rûya gibiydi, her köşesi dantel dantel işlenmiş, emek, sabır, yetenek, estetik... Artık gerisini siz tamamlayın yani, muazzam, muhteşem, olağanüstü!..
 
 

Bu tapınağın giriş kapısında son derece sıkı güvenlik önlemleri var, muhafızlar tarafından neredeyse kılınızdan tüyünüze kadar aranıyorsunuz! İçeriye ancak kumaştan yapılmış çanta ya da sırt çantasıyla girebiliyorsunuz, bırakın meyve bıçağı, makas ya da çakıyı, tırnak törpüsü bile eşikten giremiyor, fotoğraf makinesi ve kamera için ayrıca ücret ödeyip bilet almalısınız, tapınak alanı içinde cep telefonu kullanmak yasak, ayakkabılar zaten çıkarılıyor, bunun yanında deri saat kayışı, kemer, cüzdan, kılıf ya da benzeri hiçbir şeyi içeri sokamazsınız, herhangi bir canlı türüne zarar verilerek ya da öldürülerek elde edilmiş hiçbir malzeme buraya sokulmuyor. Hanımlar ve erkeklerde giyim kuralları var, askılı, kolsuz blûz, mini etek ya da kısa şort, sırt ya da göğüs dekolteli, yırtmaçlı elbiseler vs. tapınak kurallarına uygun değil. Üzerinizde bu tarz bir kıyafet varsa ve gene de bu muazzam tapınağı gezmek istiyorsanız size kurallara uygun kıyafetler veriliyor. Kardeşimin ayağında gördüğünüz pantalon tapınak görevlileri tarafından verildi çünkü üzerindeki bermuda şort kurallara uygun bulunmadı:) Ayrıca; girişteki tabelâlardan birinde adet döneminde olan hanımların tapınağa girmemeleri, dışarıdan dolaşarak ibadet etmeleri ya da gezmeleri rica ediliyordu. Jainizm kurallarına göre kutsal alanlara kan, dolayısıyla da ölüm enerjisi asla sokulmuyor. İçerideki sunaklarda da sadece çiçek ve tütsü adanabiliyor, başka bir adak ya da kurban kesinlikle yok... 
 
 
 
Bu çok eski ve görkemli tapınakta dünyanın her tarafından gelen farklı din, dil ve milliyetlere sahip yüzlerce insanla birarada olduk. Kimi meditasyon yaptı, kimi bir köşede oturup kendi inancına göre dua etti, kimi guruların yönettiği mantra ayinlerine katıldı. Kimse kimseyi kınamadı, yargılamadı, zorlamadı ve en önemlisi dışlamadı. Ranakhpur Jain Tapınağı'nda bu mânada çok derin bir huzur ve muazzam yüksek bir enerji vardı. Sırf Hindistan'ın ve dünyanın en önemli, görkemli ve güzel tapınaklarından birini görebilmek için Udaipur'dan Jodhpur'a karayoluyla gitmeyi seçmiştik, iyi ki öyle yapmışız. Bu civara yolu düşecek olanların burayı muhakkak görmesini tavsiye ederek herkese mutlu Pazarlar dilerim:)

15 Nisan 2013 Pazartesi

''Yok anamın ketubası!..'' ve elveda:(


Bu eski belgenin ne olduğunu öğrenmek ve içeriğini anlamak için buraya tıklayınız lûtfen. Bizde olmayacak işler/durumlar/talepler karşısında ''yok anasının nikâhı artık!..'' denir ya, burada da benzer bir durum var, Musevîler aynı şeyi ''yok anamın ketubası!..'' olarak söylüyor. Bu röportaj 20.06.2012 tarihinde İstanbul'da yapılmıştı. İyi ki yapılmış...

Çünkü bu fotoğrafın bir benzeri asla çekilemeyecek artık, fotoğraftaki kişilerden biri geçtiğimiz Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece, saat 01.30 sularında bu boyuta ''elveda'' dedi ve bir asırlık deneyimini tamamlayıp gitti...
 
Değerli İsak S.Şarhon; yüzüncü yaşı münasebetiyle kendisiyle yapılan son röportajda böyle gülümsemişti objektife ve kimbilir kaçıncı defa anlatmıştı dopdolu hayat hikâyesini... Yüz yaşına girdikten kısa bir süre sonra vefat eden İsak dedemiz 14 Nisan 2013 Pazar günü, eşi Sultana Suzi Şarhon'un yanında toprağa verildi. Başta kıymetli hocam Sami Şarhon olmak üzere bütün aile bireylerine başsağlığı diliyor, tanımaktan ve hikâyesine ortak olmaktan büyük mutluluk duyduğum bu sevgili  ''Türkiyeli öteki''yi şükranlarımla uğurluyorum. Daima ışıklar içinde OL İsak dede, güle güle...
Ek ve de dip: ''Ketuba'' Musevî çiftlerin dinî nikâhı kıyılmadan evvel düzenlenen bir nevî evlilik sözleşmesi, dinî nikâhların yasal düzenlemeler içinde yer almadığı durumlarda sadece vicdanî yaptırımı olan bir güvence denebilir. Kadının haklarını koruma amaçlı bir uygulama ama tabii belirtilen şartlara uyulursa. Evli çiftlerin evinde muhafaza edilmiyor bu belge, nikâhtan sonra kız tarafına veriliyor ve gelinin baba evinde saklanıyor. Çok süslü-püslü, sanat eseri niteliği taşıyan örnekleri de var. 

12 Nisan 2013 Cuma

Miras kavgasından turizm başarısına...

 

Hindistan çok geniş bir coğrafya, bu geniş topraklar vaktiyle eyaletlere bölünmüş ve her eyalet bir raca tarafından yönetilmiş. Bizim fink attığımız Rajasthan eyaletinin ismi de buradan geliyor ve ''racaların yurdu'' anlamını taşıyor. Bilindiği üzere; bu kocaman ve kalabalık ülkenin başına belâ olan şeylerden biri de ''kast sistemi''. Eyaletleri yöneten racalar, sokaktaki halktan çok çok üstün kabûl ediliyor ve racalık aile sistemi içinde yürüyüp devam ediyor... Muş tabii, şimdi artık öyle değil. Yani artık yönetim sistemi öyle değil, lâkin raca soyundan gelen aileler hâlâ büyük saygı görüyor ve isimleri yürüyor. Yukarıda gördüğünüz eski fotoğraflar, Jodhpur kentinde racalık yapmış aynı aileden kişilere ait...
 
Soylu raca ailesinin en genç üyelerinden biri, büyük büyük ve en büyük dedelerinin fotoğrafları önünde poz veriyor. Hotel Haveli Inn Pal çok eski ve muhteşem bir raca konağı aslında ama, mirasçıları onu turizm amaçlı kullanmaya karar verip otel haline getirmiş. Hayran kaldığımız bu bina  Pal ailesi tarafından 300 yıl önce inşa ettirilip kullanılmış. Aile içinde ondan ona geçen bina, en son yukarıda gördüğünüz genç adamın babasına ve amcasına kalmış. Fakat; kardeşler bir miras kavgasına tutuşmuş ve araları bozulmuş. Bunun üzerine binayı tam ortadan, görünmeyen bir sınır çizgisi ile ayırmışlar ve her ikisi de kendilerine ait olan tarafı otel olarak işletmeye başlamış. İlginç hikâye, değil mi?:) Şimdi işler kavgasız-gürültüsüz yürüyor, ailenin en genç fertleri de hem raca dedelerinin adını ve şanını, hem de turizm konusundaki başarılarını gururla devam ettirerek otelde çalışıyor. Raca ailesinin küs bireyleri hâlâ özel günlerde özel kıyafetlerini giyerek bir araya geliyor, törenlerde yanyana duruyor, düğünlere katılıyor ama haricî zamanlarda öyle pek sıkı-fıkı olmuyorlar. Bu arada; uzuuuuun ve şatafatlı isimlere sahip olan eski racaların isimlerinin sonu hep ''sahieb'' kelimesiyle bağlanıyor. ''Köleler efendilerine ne şekilde hitap ederler?'' sorusuna vereceğiniz cevap bu durumu ve Hindistan'daki kast sistemini de açıklayacaktır zaten. Neyse, haydi şimdi gelin, bu özel binanın odalarından birine girelim, bakalım neler göreceğiz?..

11 Nisan 2013 Perşembe

Şen OLa düğün, şen OLa:)

 
Hint usûlü düğün törenlerinin şatafatı, kalabalığı, süsü-püsü ve tabii gürültüsü, mümkün değil dünyanın başka bir yerinde olabilsin:) Bizde gelini ata bindirip gezdirirler ya, onlarda damat biniyor ata ya da file, düğünden bir gece evvel sokaklarda, caddelerde dolaşıyor üzerindeki pek şık düğün kıyafetiyle. İşte Jodhpur'da böyle bir düğün alayı da bizim nasibimize denk düştü, kaldığımız otelin terasından çektik, onlar ermiş muradına, hop dedik çıktık kerevetlerine:) 

9 Nisan 2013 Salı

Alis'in Bahçesi...

 
Bu fotoğraf Udaipur'dan Jodhpur'a giderken, yol üzerinde muhakkak ziyaret edilmesi tavsiye edilen Ranakpur Jain Tapınağı'nda çekilmişti. Enerjisi çok yüksekti ve olağanüstü güzel mimarîye sahip, 500 yıllık tarihî bir mekândı. Bu muazzam tapınakta bir meditasyon yaptım ve  uzaktaki-yakındaki tüm sevdiklerime, ihtiyacı olan tüm varlıklara niyet ederek, kanalı ve uygulayıcısı olduğum  ''Birlik Bilinci/Deeksha enerjisi''ni ana kaynağı olan bu coğrafyadan çoook uzaklara aktardım. Orası, iki sene evvel eğitimini ve sertifikasını aldığım ''Birlik Bilinci'' öğretisinin çıkış noktası olan ülke  Hindistan'dı, şimdi artık memleketimdeyim ve aynı çalışmayı bu kez katılımcılarla birlikte gerçekleştirmek için yakında ''Alis'in Bahçesi''ndeyim:) BİR'liği hatırlamak,  ortak bilinçle farkında OLmak üzere, şimdiden bütünün en yüksek hayrı için diyelim... 

6 Nisan 2013 Cumartesi

Kokular,renkler,tatlar...


Udaipur'da, evlerin damlarında ''papadum'' yapıp kurumaya bırakan kadınlar... Çeşitli bakliyatın (mercimek, nohut vs.) kazanlarda kaynatılıp koyulaştırılmış püresiyle veya unuyla yapılan bir nevî katık bu, kuruduğunda kraker ya da cips gibi kıtır kıtır oluyor. Hamur halindeyken yuvarlak kesilip şekil veriliyor ve bezler üzerinde güneşe serilerek kurumaya bırakılıyor. Hem atıştırmalık, acı soslara banmalık, hem de bazen ekmek yerine yemeklerin yanında kullanıldığını gördük. Halk pazarlarında naylon torbalar içinde hazır yapılmışları da satılıyordu ama, çoğunluk evinde kendisi pişirip kurutuyor. Zaten Hindistan'da evlerin damları, terasları da mutfak alanına dahil, çoğu mutfak işi orada hallediliyor... 

Udaipur'un başarılı genç aşçısı Rupa'nın bizler için iki dakikada hazır ediverdiği uydurma tatlı:) Bisküvi tozu, sade sütlü dondurma ve kakaolu sostan ibaret. Hafif ve lezzetliydi, dondurmada da pek az şeker vardı, sevdik...

Muhteşem kokuyordu, ön plânda limon-portakal benzeri bir narenciye tonu vardı, arka plânda ise türlü oryantal-egzotik çiçek tonu dans ediyordu. Ne çiçeği, ne bitkisi olduğunu bilemedik ama, o koku hafızamıza işlendi...

Mumbai-Udaipur arasını Air İndia ile katettik ve bu Hint işi uçak içi ikramı da görüntüledik. Çok az şekerli, tarçınlı-karanfilli-kakuleli bir dilim kek vardı, folyoya sarılı ve sıcak halde ikram edilen bu şeyi ise ağzımıza attığımızda kulaklarımızdan duman fışkırdı! Çok baharatlı, çok acı ve çok tahıllı bir karışımdı, biraz da yağlıcaydı. Zaten folyo paketler açılır-açılmaz bütün uçağın içi kesif şekilde bu baharat karışımından kokmaya başladı. Hintlilerin severek yediği ve tadına aşina olduğu bu şeyi biz pek sevemedik, kek, çay ve suyla durumu idare ettik...

Bu yeşil papağanlar bizdeki güvercin ya da serçeler gibi Hindistan'da, ortak yaşam alanlarının doğal kuşları olarak serbest vaziyette uçuyorlar ortalıkta. Jodhpur'da kaldığımız otelin terasındaki  fıskiyeli havuzu sık sık ziyaret ettiler, kimse onları yakalayıp kafeslere tıkarak satmayı falan düşünmüyordu. Bizim ülkemizde olsalardı diye düşünecek olduk bir ara ama sonra hemen bundan vazgeçtik! Mutlu ve özgür papağanların suyla dansını onları rahatsız etmeden, uzaktan izledik...

Hindistan baharatsız düşünülemez, baharat alış-verişi  ise şakaya gelmez, araştırmadan, sormadan hareket ederseniz turistik kazıklar yemeniz çok mümkündür. O nedenle baharat ve çay alınacak yerlerin iyi araştırılması, referanslarının incelenmesi mühimdir. Açıkta satılanlarda hijyen problemi  olabilir, kapalı olanlarda ise ülkenize döndüğünüzde tatsız sürprizlerle karşılaşabilir, kazıklandığınızı çok sonra anlayabilirsiniz. Bu nedenle; Jodhpur'dan yapacağımız baharat alış-verişini tesadüfe bırakmadık, alış-veriş yapacağımız yeri bilerek gittik, aradık, bulduk. Dükkânın sahibi Selâm Müslüman bir genç adam, baba mesleğini gene babadan kalan dükkânda devam ettiriyor. Burada baharatlar kapalı ambalajlarda satılıyor. Selâm bizlere sahte safranla hakikisini nasıl ayırdedebileceğimizi uygulamalı şekilde öğretti, baharat türlerini tanıttı, nerede ve ne şekilde kullanılacağını uzun uzun anlattı. Çarşı içinde yer alan Mohanlal Verhomal isimli bu dükkânda bizlere, karışımı gözümüzün önünde elde hazırlanan hakiki masala çayı ikram edildi, olağanüstü bir lezzetteydi. Neticede genç baharat taciri Selâm'ın bizden iyi para kazandığını söylemeye lüzûm var mı?:) Baharatlarından ve çayından çok memnun kaldık, doğru yerden alış-veriş etmişiz gerçekten, teşekkürler...

El yapımı hakiki tütsü dükkânı... Dünya kadar farklı koku, baş döndüren bir atmosfer ve pahalı fiyatlar! Gerçek tütsüyle ucuz örnekleri arasındaki farkları bize anlatan dükkân sahibine hak verdik elbette ama? Ufak şişelerde türlü çeşit esansın da satıldığı Jodhpur'daki bu dükkândan bir şey alamadan çıktık zira seçtiğimiz iki-üç paket tütsünün fiyatını da pazarlıkla değiştiremedik, satıcı pazarlığa hiç yanaşmayan tok satıcı örneğiydi ama dükkânının kokusunu zihnimizde götürmemize bir engel yoktu nasılsa:)
 
Tepedeki muzazzam Mehrangarh Kalesi'nin burçlarından, Hindistan'ın Rajasthan eyaletinin en büyük şehirlerinden biri olan Jodhpur'a bakış... Burada çöl iklimi hakim, geceleri şiddetli rüzgâr ve kum fırtınaları çıkıyor, gündüzleri çok sıcak. Kentin evleri genellikle aynı tondaki maviye boyanmış olduğundan Jodhpur'a ''blue city'' de deniyor. Ve konu Hindistan olunca, anlatacak şeylerin de sonu gelmiyor:) Devamı var tabii, daha çoook şey var anlatıp gösterecek, izletecek, her şey sırasını bekliyor... 

1 Nisan 2013 Pazartesi

Mutfakta biri mi var?:)


Taze zencefil, misket limonu ve bal... Bu üçlü Hindistan'ın hemen her köşesinde, farklı bileşimlerde ama mutlaka karşınıza çıkacaktır. Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği de dahil, Hindistan'da sudan sonra en fazla tükettiğim içecek bu oldu. Poşet haldeki çakmalarına itibar edilmemeli, içinde kocaman taze zencefil dilimleri yüzen, bol limonlu ve az ballı, tamamen elde hazırlanmış olanları tercih edilmeli. Hafif yakıcı tadıyla çok faydalı bir metabolizma ateşleyicisi, boğaz temizleyicisi, üstelik gayet midevî...

Ara öğünlerimden biri, bildiğimiz meyve salatasından farkı içinde taze ananas ve mango dilimleri de bulunması. Ananas ve mango çok bol bulunan, ucuz ve dolayısıyla herkesin tüketebildiği meyveler Hindistan'da, bilhassa mango ağaçları her tarafı kaplamış durumda. Mangonun kuruyunca kenarları dantel gibi kıvrılan, ince-uzun yapraklarını iplere dizip tapınaklarda süsleme unsuru olarak da kullanıyor Hintliler. Ananas ve mango suyu da sevilen içecekler arasında, hiçbir katkı maddesi yok, tamamen doğal, sokakta sıkılıp satılanların üzeri kara sinek dolu ayrıca:)

Pirinç ve mercimek; bu ikisi olmasaydı Hint mutfağı hayli yoksul kalırdı herhalde. Bilhassa mercimekten yapılan ve bir millî yemek diyebileceğimiz ''dhal''ın olmadığı sofra yok gibi. Hafif koyu kıvamlı ve çok bol baharatlı mercimek çorbası olarak düşünülebilir, bu benim de en sevdiklerimdendi. Pilav çeşitleri zaten her mönüde mevcut, olmazsa olmaz yani...

Baharat ve soslar olmadan bu bakliyat ve sebze yemekleri acaba bu kadar lezzetli olabilir miydi? Sanmam. Hint mutfağının sihri de burada saklı zaten, bir tutam baharat, az sarmısak ve biraz da acı sosla gayet yavan görünen bir yemek tamamen kılık değiştiriyor, baş döndüren bir kokuya ve lezzete kavuşuveriyor...

Yağ meselesi soruluyor bana sık sık, hayır, sanıldığı gibi zeytinyağı kullanmıyorlar. Zeytin yetişmiyor ki ülkede zaten, zeytinyağı saça ve cilde sürülmek üzere bir nevî ilaç olarak, ufacık şişelere doldurulmuş vaziyette ayurvedik ilaç satılan dükkân raflarında görülebiliyor, o kadar. Bu gördüğünüz yemekler ''ghee'' denen bir nevî sade yağla pişiriliyor. Zaten Hint mutfağında aşırı yağlı, salçalı yemek yok, tamamen baharat ve sos zenginliği üzerine kurulu bir mutfak anlayışı bu. Gerisi de bildiğiniz sebze ve bakliyat, et, balık, tavuk Hindu tarzı mutfaklarda yok çünkü, yumurta, süt ve süt ürünleri hariç başka hiçbir hayvanî gıda türüne rastlamanız mümkün değil. Gittiğimiz yerlerden bazılarında turistler için tek-tük tavuk çeşitleri bulunduruluyordu, balık ve kırmızı ete ise hiç rastlamadık mönülerde...
 
Şiparişinizi verirken kaldırabileceğiniz baharat ve acı miktarını belirtmezseniz, önünüze iştah kabartan bir koku ve görünümde gelen yemeğin ilk kaşığını ağzınıza attıktan sonra muhtemelen kulaklarınızdan duman çıkacak, gözünüzden de yaş fışkıracaktır! Bu nedenle, biz hep ''medium/orta'' ölçüde ısmarladık yemeklerimizi, bu bile Hintlilerin ''az''ına tekabül ediyor, ona göre düşünmekte fayda var. Sonuç olarak; sebzeyle aranız iyi değilse , Hindistan'a gitmeniz tavsiye edilmez. Meyvelerden ve hafif sütlü tatlılardan değil de, ballı-şuruplu-hamurlu tatlılardan hoşlanıyorsanız, ı-ıhh, gene tavsiye edilmez. Öyle bir tatlı anlayışları yok zira, aslında tatlı anlayışları yok. Kek, pasta, kurabiye falan gibi şeyleri pek bilmiyorlar, pastane diyebileceğimiz dükkânlar da ancak büyük kentlerde tek-tük mevcut. Ekmek fırını falan da yok Hindistan'da, bizim anladığımız mânada ekmek tüketmiyorlar çünkü. Arapçada da aynı anlama gelen ''nan'' (bilhassa sarmısaklısı ve peynirlisi muazzam oluyor) ve ''çapati'' denen Hint usûlü ekmekler müşteri sipariş ettiğinde taze olarak pişirilip sıcak sıcak sofraya getiriliyor. Sipariş etmediğiniz takdirde yemeğe katık edebileceğiniz herhangi bir ekmek türü servis edilmiyor. Bizdeki yufka ekmeğine ya da lâvaşa benzeyen türler de var. Hindistan'da herkes kendi ekmeğini, evinin ihtiyacına ve damak zevkine göre kendisi pişiriyor anlayacağınız, kadınların sabahları ilk işi ekmek pişirmeye koyulmak oluyor bu nedenle. Genellikle evlerin damlarında yakılan ateşler ve üzerine yerleştirilen saçlar olağan sabah görüntüleri yani...
Hijyen şartları gözetildiği takdirde Hint mutfağı çok sağlıklı, lezzetli ve muhteşem bir mutfak, basit sebzelerden, sıradan bakliyat türlerinden muazzam lezzetler yaratılıyor hakikaten. Bu lezzetlerin asıl sihirbazı olan Hint baharatlarının  hikâyesini ise daha sonra anlatacağım. Şimdi; hepimize mutlu haftalar OLsun diyelim, Nisan'ı da hoşgeldin diyerek pembe yanaklarından öpelim:)