27 Haziran 2009 Cumartesi

Eskici...



Eski bir sandalye, eski bir koltuk, eski bir ayna ve eski bir kedi... Cunda adasında vakit öğle üzeriydi, sahil elbette iyiydi-güzeldi de; dar sokaklardaki sade hayatlar çok daha sahiciydi. Eski kediye gelince; uyukluyordu ve hiç bozmadı istifini, fotoğrafı çeken de bu yüzden eğilip bakmadı yüzüne, arka ayaklarıyla yetindi...

Eskiliği tarihte kayıtlı bir kilisenin pencere demirine bağlanmış insan dilekleri... Duvara yapışmış vaziyette içeri bakmaya çalışan ise ya insan suretinde bir yaz kertenkelesi, yahût mahallenin delisi! Üzerine basıp parmakucunda yükseldiği o taş yuvarlanıverse kuvvetle muhtemel gene yerde bulacak kendisini! Ama ne gam efendim; merak bu, hani şu öldüren şey var ya kediyi:) Sonracığıma; içeride iki kuzgun vardı, birbirlerinin kulağına habire birşeyler fısıldıyorlardı, belli ki onlar eskiden beri sevgiliydi ve eski dileklerin arasından onlara bakmak için bu riske değmez miydi yani? Değdi, tabii ki değdi...
Havada dibek kahvesi, sakızlı kurabiye ve terli öğle uykuları esintisi... Eski taş evlerin açık pencerelerinden süzülen ince bir rutubet senfonisi... Zaman zaman kulağa çalınan seslerde hep o çok tanıdık anneanne Giritlicesi... Ve ben; Cunda sokaklarından kendi kayıp tarihinin parçalarını toplayan hayli tuhaf bir ahir zaman eskicisi... Eskiler alırım, karşılığında hikâyeler anlatırım, hem öyle fazla kalamam bir yerde, alır başımı giderim, bilmem ki ne olur artık bundan ötesi...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Vay başıma!..

Yangın haberi gelmekte gecikmedi, bu defa İzmir-Foça bölgesindeydi. Derhal yetkililerle bağlantı kuruldu ve o tarafa doğru hareket edildi. Şaphane Yangın Gözlem Kulesi'ndeki rûzgârın hızı bırakın adamın başındaki şapkayı, neredeyse aklını alıp uçuracak derecedeydi! Ama benim bu hareketim şapkamın uçmasını engellemek yanında aslında tipik bir ''vay başıma!..'' vaziyetiydi. Başka bir zamanda olsak, bu tepeden manzarayı uzun uzun seyretmeye değerdi ama şimdi gördüklerimiz bakar bakmaz ''vahhhh!..'' deyip arkamızı döndürtecek kadar hazindi:(
Şu saat itibarı ile yangının kontrol altına alındığı haberi geldi ancak rûzgârın hızı paşa gönlüne göre değişebilirdi. Bu yüzden henüz ''yangın söndürüldü'' demek için oldukça erkendi... Yanan bölgeden tüten duman, etraftaki keskin koku ve gördüklerim ağzımı-burnumu değil, en fazla ruhumu etkiledi, bir kez daha anladım ki; ''orman yangını'' diye iki kelimede özetlenebilen o şey gerçek bir çevre felaketiydi!..


O İzmir Orman Bölge Müdürü Sn.İbrahim Çiftçi, yangın başladığından beri gayet tabii olarak ekibiyle birlikte olay yerindeydi. Bir yandan gözetleme kulesinde ihbarları alırken, öte yandan sıcağı sıcağına Meteoroloji'nin Sesi Radyosu mikrofonu aracılığı ile Türkiye'ye ve dünyaya son durumu bildirdi. Bu telâşlı, kaygılı ve üzgün halimiz de böylece zamanın panosuna bir fotoğraf olarak iğnelendi. Uygununu, uygunsuzunu hiç tartışmadık, gereğine göre derhal vaziyet aldık, uçağıyla, helikopteriyle, tankeriyle, insan gücüyle oradaydık. Sebebi henüz belirlenmiş değil ama, her ne olursa olsun işte gene yandık, ne yazık ki gene yandık:(

20 Haziran 2009 Cumartesi

Semavî...


Öyle çok fazla zaman da geçmemişti üzerinden ha; orman yangını tatbikatı tamamlandıktan sonra tatbikata katılan helikopterlerden birine atlayıp İzmir üzerinde bir saat kadar dolaşmıştım. Mürettebat dört yabancı uyruklu, bir de Türk pilottan oluşmaktaydı. Helikopterin içindeki gürültüye tahammül etmek zor olduğundan herkese özel kulaklıklar dağıtılmıştı ve sonra havalanmıştık. Semavî bir krallığa katılmak, onun bir parçası olmak gibiydi, yukarıdan Ege'ye bakmak heyecan vericiydi, güzeldi...

Helikopterin penceresinden hayranlıkla bakarken, ötekilerle birlikte uçuşa kumanda eden gri saçlı adamın kısa süre sonra düşecek olan aynı Kamov-32 tipi helikopterde hayatını kaybedeceğini aklıma bile getirmemiştim, dedim ya; ben o esnada semavî bir krallığın halinden hoşnut sömürgesiydim, olmayı en sevdiğim yerde, gökyüzündeydim. Orman yangını söndürme çalışmaları esnasında Geyik Barajı'na düşen helikopterde iki insan hayatını kaybetti, bunlardan biri o zaman beni de uçurmuş olan değerli Tanju Tezgel'di. Senaryoya bağlı olarak düzenlenen bir tatbikatla gerçek hayat arasında işte böyle yırtıcı bir fark vardı, bugün düşündüm de; kalmakla gitmek arasındaki yol demek sadece bu kadardı...

............................................................................

''Sen benim bütün kanunlarımı yıktın, sanırım yavaş yavaş kaybetmekteyim krallığımı, halkım tabîyet değiştirdi'' dedi kadın. ''Kimbilir'' diye cevap verdi adam, ''belki de halkına bir kişi daha eklendi, kaybettiğini sandığın krallığın belki daha da genişledi...'' Kadın gecenin sessiz karanlığına gülümsedi, adam bunu görmedi...
............................................................................


Bir ''güle güle'' daha uçurdum yüreğimden gökyüzüne, yerine ulaştığından, açılıp okunduğundan eminim, biliyorum, çünkü bana geri dönmedi...

18 Haziran 2009 Perşembe

Durumdan çıkan vazife ya da...


Şimdi; bu da bir uygunsuz vaziyet tabii, evvelâ Allah'ın sıcağında, güneş tam da tepemde yumurta kaynatırken orada ne işim var benim? Sonra; ayağımdaki kalın kar botları hemen yanımda uyuklamakta olan helikopteri tekmeleyip kendine getirmek için mi? (meselâ...)

- Şşşt, uyan birader, alooo, uyuma diyorum, yangın çıkabilir her an, tetikte ol! Hem benzinin falan var mı senin, sonra bir de onunla uğraşmayalım bak, yersin böğrüne tekmeyi, ona göre!..

- Mmmm, ne? Ne diyosun sen be kızım, şurada metal yorgunluğumuzu atıyoruz iki dakika, başıma belâ mısın, nerden çıktın? Puhahahhaaaaaa:) O ayağındakiler ne öyle len, sen İzmir-Kemalpaşa'yı Grönland'la falan karıştırdın herhalde, çok komiksin valla var ya! Havaya girmişsin iyice de, yanlış yerdesin, hadi kışkış, çekil başımdan, zaten hava çok sıcak, üffff!..

- Bana bak bana, lâfına-sözüne dikkat et! Zaten bu memleketin başına ne geliyorsa senin gibi işini düzgün yapmayanlar yüzünden geliyor, görevine, işine saygı duy herşeyden evvel, anladın mı? Vazife başındaki devlet memuruna hakaretten yargılanıp hayatına zeytinyağı tenekesi olarak devam etmek istiyorsan orası başka tabii! Uyanık olacaksın, her an birşeyler olabilir, böyle şeyler an meselesidir! Düzelt yakanı-paçanı, pervaneni-kanadını, havalanmaya hazır bekle!..

- Abicim; kim bu kadın yaaa? Başımıza belâ olması için tepeden mi indirildi, aniden yerden mi bitti? Uçuş kontrol ekibinden mi, yoksa orman işçisi mi? Helikopteri yolcu uçağı falan gibi mi sanıyor bu, bana kalk dendiğinde iki dakikada kalkarım zaten, çok bilirmiş gibi benzin-menzin demez mi bir de, uçar mısın, uçurur musun?!!! Alın şunu başımdan, götürün odun falan kestirin yaaa! Tövbe tövbe!..

- Var ya; esefle kınıyorum senin bu uygunsuz vaziyetini, aklınca görev başında uyuklamasını haklı çıkaracak cak, cak, cak, -ecek, -acak, vır vır vır, dır dır dır, bla bla bla..................... Ayrıca bla bla bla, sonracığıma cak cak da cak cak, -ecek ve bir miktar da -acak, tamam mı?!!! Onlar, bunlar, şunlar olmazsa bu işler nasıl olacak haaa, nasıl olacak?!!!

- Bilmem ki nasıl olsun? Sen nasıl buyurursan öyle olsun... Puhahhaahhaaahhaaaaaa:)

Sonra ne mi oldu? Kendinden gayet emin tavırlarla ve ayağındaki kar botlarıyla rap rap yürüyerek sinir içinde uzaklaşan kadının ayağı ansızın bir taşa takıldı,
''ammmmannn!'' demeye kalmadan bir de baktı ki dizlerinin üzerinde yerde, doğal olarak avuçları da çizik içinde! Durumdan vazife çıkarmayı anladık da, vazifeden çıkıveren bu duruma şimdi ne demek gerek, e hadi tahmin et? Bravo, bildin, evet, bu apaçık ve de gayet tipik bir ''UYGUNSUZ VAZİYET''!!!!! Şimdi kalk yerden, sabah gıpgıcır giymiş olduğun ama şu an dizleri yırtılmış pantalonunu silkele ve ağzının içinde muhtelif küfürler çevirerek hiçbirşey olmamış gibi yoluna devam et, dedik ya, bu zaten en başından bir uygunsuz vaziyet...

(Muğla-Milas yakınlarında düşen ve geçtiğimiz günlerde, İzmir-Kemalpaşa'da düzenlenen orman yangını tatbikatına da iştirak etmiş olan helikopter haberi ben bu yazıyı yazdıktan hemen sonra geldi ne yazık ki:( İzmir Orman Bölge Müdürü Sn.İbrahim Çiftçi ile az önce görüştüm, helikopter ve iki Türk personel henüz bulunamamış, herkes çok üzgün, söylenebilecek ne var ki zaten? Susuyorum...)

17 Haziran 2009 Çarşamba

Vaziyet Plânı...

Ötedenberi güldürmüştür beni şu ''uygunsuz vaziyette yakalandılar'' nitelemesi:) Nedir kardeşim ''uygunsuz vaziyet''? Bana göre uygunsuz olan bir başkasına göre uygun olamaz mı, ya da tam tersi? Şöyle de düşünülebilir aslında; öpünce yakışıklı bir prense dönüşen kurbağa masalına inanan saftorik genç kızların benzer mantıkla, öpünce tombul bir kurbağaya dönüşen yakışıklı prenslere de inanması gerekmez mi? Bir kurbağayı prens olabilme ihtimalini es geçmeyerek tutup şapadanak öpme vaziyeti meselâ; ne kadar uygun ya da ne kadar uygunsuzdur? Kurbağa prens olsa kaç yazar ayrıca, nedir bu asalet ve unvan merakı, ukâla ve prensliğinden ötürü mabadı doğuştan kalkık biri olacağına adam gibi bir adama dönüşse daha iyi olmaz mı? Bize zamanında damardan verilen o acaip masallardaki kızlar niye ''kırmızı başlıklı''dır da ''turuncu başlıklı'' değildir meselâ? Acaba cücelerde 7 takıntısı mı mevcuttur, sayılarla oynanamaz mı? Masaldaki o meşhur kristal ayakkabının 37 numarası kalmış mıdır raflarda, yoksa indirimdeki ayakkabıların en çabuk tükenen numarası 37 olduğu için, aynı ayakkabının 40 numarasını mı dayayacak hep burnumuza uyanık masalcılar?.. Niye ısırılan elma zehirlidir ki ayrıca, Pamuk Prenses çilek ya da karpuz yedikten sonra ''oyyy anamm!'' diye yere düşemez mi? Sonra; adı niye benim çocukluğumdan beri Pamuk Prenses, ''keten'', ''penye'', ''ipek'', ''saten'' falan niye değil? Nedir bu iç bayıcı ve hep aynı dayatmalar yani? Sıkıldım ve sonunda ''Uygunsuz Vaziyet''i başlattım, burada ana tema ''kime göre, neye göre?'' olacak ve eşyanın tabiatı gereği burada herşey özgürce tartışılacak. Şimdi; herkese başlangıç hediyesi olarak benden birer kurbağa bayanlar-baylar, direkt prens isteyenlere yardımcı olamayacağım ne yazık ki, burası masalları tersten okumayı seçenlerin yeri, hem herkes kendi hayâllerinin peşine bizzat kendi düşmeli, değil mi?... :)