31 Temmuz 2013 Çarşamba

UZAKLAR BENİMLE GELİR...


Harika bir ortak çalışma OLdu bu, alkışlıyorum bizi!..
Ve 2013 Temmuz'u ancak bu kadar muhteşem uğurlanabilirdi...

25 Temmuz 2013 Perşembe

Çav bella çav :)


Daha önce bildiğim bir şey değildi siren çala çala ilerleyen ve trafikte yol almaya çalışan bir ambulansın içinde olmak, yani sedyede yatanın gözünden dışarının nasıl göründüğünü falan hiç düşünmemiştim açıkçası... Bundan üç ay önce bunu bizzat deneyimledim ve artık nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Şimdi artık bir ambulans sireni duyduğumda o deneyime, o ana dönerek içindeki hastanın bir an önce şifaya ulaşmasını çok daha derinden ve farkında OLarak diliyorum. Hayat böyle, parçası yaparak öğretiyor bize durumları, kavramları, acıları, hazları...

Zihin gevezedir. Kendimizi bildiğimiz, kendimizin farkına vardığımız bilinç noktasından başlayarak taa ölünceye kadar durmadan konuşur, o çok tanıdık iç diyalog öldüğümüz an sona erecek mi, aslında onu da bilemiyoruz tabii. Gene deneyimlemiz gerekecek bilmemiz için. O geveze zihnin sonu gelmeyen vırvırının kesildiği bir durum daha vardır, o narkozdur... Anestezi altındayken siyah, beyaz, gri, belli-belirsiz, flu, varla yok arası, azıcık, biraz, kısmen falan yoktur, orası direkt ''HİÇ''liktir. Damarınızı hayli yakarak ilerleyen anestezik madde geçtiği yerleri hiçliğe boyar ve kepenkler yavaş yavaş değil, birden ve gümmm diye iner. O noktadan sonrasını tanımlayacak en ufak bir zihinsel veri, bilgi kırıntısı, bir ipucu, bir işaret yoktur artık,  dedim ya, orası HİÇliktir. Zihin trafiği yoğun insanlar için bu muazzam bir dinlenme deneyimidir öte yandan, çoğu kişiye korkutucu geliyor olabilir ama gerçekten bir dinlenmedir bu, eşsizdir...

Şimdi ben, geveze zihnimin ağzına elimin tersiyle bir tokat çakıp onu susturmaya ve hep çok sevdiğim o derin HİÇlikte bir müddet dinlenmeye gidiyorum. Kısmetse gene görüşürüz, değilse? Vayy, bu çok heyecanlı yepyeni bir hikaye demektir ve o zaman da siz hiç umurumda olmazsınız  ihtimal:) E hadi o zaman herkese benden çav bella çav...

17 Temmuz 2013 Çarşamba

''Eski''si makbûldür...


Şehirlerin de ''yeni'' kısımlarından hazzetmem zaten, uyduruk, sonradan yapılma ve çakma hissi vardır onlarda, böyle zaman zaman görgüsüzlüğe varan bir yenilik, modernlik dayatması, eskiyi küçümseme, ona tepeden bakma halleri falan. Hem lâfı mı olurmuş a canım ''yeni''nin ''eski''si henüz yerli yerinde dururken? Bugün Foça'daydım, ''eski'' ve de ''hakiki'' olanında yani:) Her zamanki gibi; çok güzeldi ve bıraktığım yerdeydi. Ege'nin o derin ve çokkk serin tuzlu mavisi kırık kemiklerime de gayet iyi geldi vallahi...

Buranın eski halini de hatırlayanlardanım, harika bir butik otel olmuş. Her tarafı ayrı zevk, her detayı ince bir estetik taşıyor. Benim gibi ruhunda ''eskicilik'' olanlar için biçilmiş kaftan. Sahipleri de çok şeker insanlar, yolunuz o tarafa düşerse uğrayın, kalmasanız da arka avlunun serinliğinde bir kahve falan için, mekânın kıvırcık tüylü Golden köpeciğini sevin, ruhunuza iyi geleceğinden eminim...

Çok şık bir butik otel olduğundan fiyatları ortalamanın üzerinde, zaten birkaç odası var. Oda-kahvaltı sistemiyle hizmet veren bu otelde, eskiyle yeninin dostça el sıkışmasından doğan muazzam uyum enerjisi içinde kafa dinlemek mümkün. Kapısı denize açılan 1891'den kalma bir binadır. Meraklısına tavsiye ederim...

Ve Çarşı Lokantası... Bilhassa vejetaryen ziyaretçilerin yüzünü güldürecek, temiz, düzenli, lezzetli ev yemeklerinin taze olarak sunulduğu bir mekân. Fiyatları ortalama, kalite süper. Döner, kebap çeşitleri, lahmacun, pide, pizza, çiğ köfte gibi her tarafı işgâl etmiş yemek çeşitleri satan dükkânlar arasında inci gibi parlıyor zaten, hemen seçiliyor ve çağırıyor sizi. Bu çağrıya kulak verip bu mütevazı lokantaya girerseniz pişman olarak çıkmayacağınızı garanti ederim, orası net...

Liman Caddesi boyunca sıralanan yapıların çoğunun kapısında 1800'lü tarihler görürsünüz Foça'da, şaşırmayın. Genellikle aslına uygun şekilde restore edilmiş eski evler adım başı sıklıktadır, bilhassa kapılarına aşık olduğum bu güzelim yapıların önünde yörenin karakteristik süs bitkileri daima bulunur, begonviller, yasemenler, hanımeliler, sakız sardunyaları, ıtırlar. Ve yüreğini açıp dinleyenlere eski günlerin hatıralarını anlatır bu eski kapılar, eski yapılar. Dilerim daha çoook yaşasınlar...
 
Foça'daki eski Osmanlı Mezarlığı'nı Prof. Dr. Sn. Ömer Özyiğit vasıtasıyla daha yakından tanıma fırsatı bulmuş ve İzmir'e ilk geldiğim sene özellikle gidip ziyaret etmiştim. Ömer Hoca ve ekibi tarafından hassasiyetle çalışılıyor ve envanter çıkarılıyordu o sıra, ödeneğe ihtiyaç vardı, çok zahmetli ve zaman alan bir işti. Epey uğraşmış ama sürekli bir sponsor bulamamıştık:( Bugün yeniden ziyaret ettim mezarlığı, eski haline göre çok daha düzenli, derli-toplu ama sağda-solda hâlâ üzerinde envanter numarası olan mezar taşları vardı. Hepsi yerine yerleşememiş olmalı, gene de eski perişanlığı, dağınık hali yoktu, buna sevindim:) ''Ne söylerler, ne bir haber verirler...'' diye mırıldanarak Foça'nın eski zamanlarına tanıklık etmiş ve çoktan göçmüşlerin ruhlarını selâmladım, her birinin ayrı hikâyesi olan mezar taşları arasında hüzünlü bir gezgin olarak yeniden dolandım...

Ve son olarak; Salı günleri Foça'nın ''eski'' kısmında pazar kuruluyor. Her nevî taze sebze-meyve yanında giyim eşyası da satılan bu pazara tatilciler/turistler kadar çevre köylerden de epey ilgi var. Bilhassa domates ve taze fasulyeler pek lezzetlidir, birkaç kilo alınız, bağbozumu zamanı da üzümlerini tatmadan geçmeyiniz derim. Bağarası tarafından geçecekseniz, bu ufak beldenin ''Çiçek Fırını''na muhakkak uğrayın ve çeşit çeşit halis odun ateşli fırın ekmeklerinden beğendiklerinizi seçin, evinize, eşinize-dostunuza götürün. Yol kenarındaki çeşmeden de su içmeyi, hâttâ yanınızda varsa bir bidon doldurmayı da ihmâl etmeyin, çeşmenin suyu şeker gibi maşallah:) Foça-İzmir arasındaki yol güzergâhında ''Reyna Müzikhol'', ''Gazino Pullu'', ''Taş Bar'' gibi eğlence çağrışımlı yerleri sık göreceksiniz, ''Allah'ın kel tarlasının orta yerinde ne alâkadır bu yâhû?'' diye düşünmeyin hiç, zira bu ahırdan bozma görünümlü berbat yerler çiftçi/köylü erkekleri keklemek amacıyla oralara yerleştirilmiştir. 3.sınıf pavyonların ıskartaya çıkmış personeli yardımıyla buralarda ''meraklısı'' olanlara gayet kazık fiyatlardan alkol satılmakta, kalitesi malûm bir kısım ''sanatçılar'' (!) da müzik icra etmekte, sözde eğlencenin dibine vurdurmaktadır... derler, biz gitmedik, diyenlerin yalancısıyız yani:) Bu arada; mezarlığın arka tarafındaki bir hurdacıda kapının önüne atılmış eski bir döküm kuzine gördüm ki, vay anam vay! Taşıma imkânın olacak, muhtemelen hurda demir fiyatına alacaksın, atacaksın sağlam bir bir zımpara, boya-moya istemez, kuracaksın mutfağın orta yerine, atacaksın içine zeytin odunlarını, var ya... Neyse:) Ben aklımın bir tarafını orada bırakacak bir şey muhakkak bulurum zaten gittiğim her yerde, yıkılmış odaları içinde incir ağaçları bitmiş eski evler mi dersiniz, ziyaret edeni kalmamış mezarlıklar mı, hurda kuzineler mi, yaşlı balıkçı kedileri mi? İşte vaziyet böyleyken böyle...

Ek ve de dip: Ben Ankara'dan almıştım son gidişimde, mikrofiber kumaştan yapılma, çok ince, kadife gibi yumuşacık ama akıl almaz bir su emici yapısı var, çok çabuk kuruyor ve özel katlama sistemi&lastiği sayesinde ufacık olup pıt diye sırt çantanıza atılıveriyor. Çok pratik, çok kullanışlı ve benimki elbette mor:) Kocaman plaj havlularını yanınızda taşımaktan, ıslanınca ağırlaşmaları, bir türlü kurumayışları, kılları-tüyleri vs.den usanmışsanız icabında pareo olarak da kullanılabilen şu alternatife bir göz atıverin derim. Eski Foça'nın Reha Midilli Caddesi tarafındaki iskelelerden birinde mor mikrofiber havlusuyla güneşlenen birini görecek olursanız eğer, bilin ki o benim:) Haa, unutmadan,  bir de şuranın verandasında kucağında miskin bir Foça kedisiyle oturup kitap okuyan kızıl saçlı? Evet, evet, doğrudur, tam isabet, aynen:) 

11 Temmuz 2013 Perşembe

Aloo,sesim geliyür mü Moskova?:) Увидимся

 
Vallahi hiç niyetim de yoktu aslında ama, yazılarımı teee Moskova'dan büyük bir bağlılıkla fena halde düzenli takip eden okurumla Kızıl Meydan'da buluşup bir kahve içmek için kalkıp gidesim geldi şu çoook sıcak yaz günlerinin tam orta yerinde:) Sözgelimi; bu sabah 07.48'de girmiş ilk, ardından 09.32 ve hemen ardından 09.56'da yeniden dalmış ''Uygunsuz Vaziyet''e kendisi, hep aynı yazı üzerinden yapıyor girişini de, ''Mendil Verem mi?'', ilginç, değil mi?

Oraya-buraya-şuraya gitme plânlarım hep olmuştur kafamda, seyahâti severim lâkin, Rusya pek ilgi alanıma girmemişti şimdiye kadar, açık söyleyeyim. Gidenlerin hediye getirdiği malûm bebekler haricinde evimde de hatırlatacak şey yoktur, ya da yoktu demeliyim zira şimdi artık var:) Blog sayfamın takip istatistikleri için her bilgisayar başına geçtiğimde Moskova'nın neredeyse benim sayfadan başka birşey okumadığına inanasım geliyor yani, o derece. Takdir etmiyor değilim haaa, sakın yanlış anlaşılmasın, ben yazılarımı sadece Türkiye için yazmıyorum ki, bu benim adıma memnuniyet verici bir konu. Ve fakat; beni Moskova'dan adım adım takip eden değerli okurumdan ara ara yorumlar falan bırakmasını, muhabbeti sessiz izlemeyi bırakıp arada bir ses vermesini de rica ediyorum, mümkün olur ise memnuniyetim ziyadesi ile artacaktır. Sayfamı bu kadar sıklıkla ziyaret ve yakından takip eden okurumla inşallah tanışırız da, belki benim bu vesile ile Moskova'ya gitmeme de bahane bulunur:) En çok metrosunu merak ederim ben bu şehrin, soğuğu zaten dillere destandır, onunla gidince mecburen elbet tanışılır...

Yani diyorum ki; ''Aloooo, sesim geliyür mü Moskova? Geliyorsa bir ses verin hele oradan, alâkanıza müteşekkîrim hakikaten, severim istikrarlı okuru doğrusu. Yorum da bekliyorum ama arada bir, öyle bakıp bakıp kaçmayınız yani. Selâmlar uçuruyorum İzmir'den oralara, haydi Увидимся :)'' (Rusça ''uvidimsa''görüşürüz'' demekmiş...)

6 Temmuz 2013 Cumartesi

İyi fikir...

 
Çok derli-toplu, çok bakımlı, çok yeşil, çok serin bir Ankara idi gördüğüm, bilhassa İzmir'in delirtici sıcağından sonra derin ve serin bir nefesti adetâ, çok iyi geldi evet, her mânâda... Öğrencilerimle, arkadaşlarımla, sevdiğim insanlarla bir arada olmak, zaman paylaşmak, çaylar-kahveler eşliğinde muhabbetler etmek, uzun müddettir görmediğim dostlarla buluşmak hakikaten harikaydı:) Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na yaptığım ziyaretten sonra bana sunulan hediyelik karton çantanın içinden bu bitki çayı kutuları da çıktı ki; bana göre bu diğer bütün yazılı/görsel vs. tanıtım çalışmalarının önüne geçebilecek kadar iyi bir fikirdi. Bu karışımın içinde neler yok ki? Defne, kuşdili, gülhatmi, adaçayı, ıhlamur, kekik, nane, melisa, mercanköşk, mersin, papatya gibi birbirinden şifalı ve hoş kokulu bitki aynı paketin içine girmiş, üstelik tamamı doğadan toplanmış, ormanlarımızın doğal zenginliği yani, en ufak bir katkı maddesi, boya ya da kimyasal içermiyor. Tadı ise zaten olağanüstü, bu karışımı içmek ormanların olanca tazeliğini, güzelliğini, tertemiz havasının, suyunun, toprağının şifasını yudumlamak gibi, muhteşem! Bakanlığa gelen konuklara çay, kahve ve diğer sıcak ya da soğuk içecekler yanında ''orman çayı'' denen bu karışım da sunuluyor ve içenler tarafından çok beğeniliyor. Ülkemizin orman varlıklarının tanıtılması ve değerlendirilmesi adına gerçekten çok iyi fikir, bazen bir paket bitki çayıyla bir sürü kitap, afiş ya da broşürden çok daha fazla şey anlatabilirsiniz insanlara, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü'nü özellikle bu hoş uygulama için tebrik ederim. Bardak poşet çay haricinde kekik, biberiye, defne, ıhlamur, kuşburnu, adaçayı gibi bitkilerin ayrı ayrı ufak poşetlerde bulunduğu bir hatıra bitki paketi daha yapmışlar, onu da çok sevdim, bagajdaki karton çantadan yükselen mis gibi ferah koku uzun müddet ben nereye gidersem oraya ve neticede İzmir'e, evime kadar geldi, iyi ki geldi:) 

Sahip olduğumuz ama bazen unuttuğumuz doğal varlık ve zenginlikleri hatırlatırken, bildik sıcak içecek alışkanlıklarına farklı ve de çok şifalı bir alternatif sunan bu uygulama gelişerek devam eder dilerim. Ayrıca; başta daimî yol arkadaşım, değerli meslekdaşım Sn.Fatih Öznur olmak üzere, Ankara'da bulunduğum süre içinde beni adetâ elleri üzerinde taşıyarak ağırlayan, görebilmek için özel zaman ayıran, arayan, soran, gelen, bulan tüm dostlarıma, arkadaşlarıma, sevdiklerime muhabbetle teşekkür ederim. 35 dakika ile başlayıp bir saate çıkan bir rötarla Ankara-İzmir uçtum ve evime saat 03.00'e doğru ancak girebildim. Dolayısı ile biraz dinlenmeye ihtiyaç duyuyorum. Ankara'ya dair daha anlatacaklarım var ama, şimdilik bu kadar OLsun, herkesin hafta sonu istediği gibi OLsun:)