31 Mayıs 2014 Cumartesi

"Ben onu çok seviyorum..."



"Senin kocan, varlığında olağan şekilde bulunan dişil enerjiyi bastırıp yoksaymamış ve bu sayede yaradılış özü bozulmadan kalmış nadir adamlardan" dedim ona, "ve bu bir yüksek tekâmül göstergesidir aslında..." 
"Evet, öyle" dedi, "çünkü annesi muazzam bir kadın..." 

Boylarımız aynıydı belki ama yaşlarımız, kilolarımız, hastalıklarımız, deneyimlerimiz ve fikirlerimiz arasında elbette farklar vardı, buna rağmen ikimiz de içsel dengeleri yerli-yerinde, ruhu sağlıklı bir adam ya da kadın yetiştirmenin temel koşulunun öncelikle bunlara kendisi sahip bir anne olduğunu bilecek şuurda idik. O da, ben de farkındaydık ki; kişiliği oturmuş, içsel dengeleri sağlam şekilde kurulmuş bir adamdan daha yakışıklısı yoktu, olamazdı yeryüzünde. Bu bütün fiziksel ölçeklerin ötesinde, çok değerli bir hakikatti ve böyle bir adam, ancak Allah tarafından armağan edilebilirdi bir kadına... O bunun farkındaydı. Bu sebepten; "kocana aşık mısın?" soruma "hayır" diye cevap verdi, "ben onu çok seviyorum, bu aşktan çok farklı, başka, bambaşka birşey..." Bu kadınla bu adamın etrafa yaydığı enerji gerçekten de öyle vıcık-yapış aşk kokan türden değildi, çok değişik ve çok kıymetli birşeydi. İnsanı irkiltmeyen, boğmayan, yumuşak, nazik, ince, pürüzsüz ve kendiliğinden... 

Gecenin karanlığında başınıza bir yarasa çarparsa eğer, ona "kör müsün?!" demenizin faydası olmaz çünkü neredeyse kördür, evet. Bu yüzden kör bir yarasa değil, o malum ve muhteşem işitme duygusu hasarlı bir yarasa çarpabilir başınıza, ancak sağırsa algılayamaz sizin titreşimlerinizi. İşte böyle ne çok  "tersine talih" üzerine kurulu ilişki var dünyada diye düşündüm onlara bakarken, bu kadar birbirine hürmet, netlik, dürüstlük ve düzgünlük akla kaçınılmaz olarak tam tersi kavramları yani olanca yamukluğu, hürmetsizliği, yüz-göz olmuşluğu, bulanıklığı ve yalancılığı getirdiğinden... Çok güzeldiler, ikisi de❤️

22 Mayıs 2014 Perşembe

Sessizliği bölmek için...



Çok geçmeden herkes olağan hayatına döner. İlk günlerde Twitter'dan, Facebook'dan çemkiren ve ortalığa çok sıradan hüzünlü mesajlar fışkırtan ergenler bildik aşk-meşk hikayelerine başlar kaldıkları yerden... İlgili banka hesaplarına bir miktar para yatırıp birkaç da bağış "esemes"i (!) attıysan zaten vicdanının yükünü gene aynı arka bahçeye boca etmişsin demektir, artık rahat uyuyabilirsin yani...

Orada ise sessizlik hakimdir. Kimsenin ağzını bıçak açmaz. Çünkü şu dakikadan sonra artık ne para, ne yiyecek-giyecek, ne bağlanan maaşlar ve vaad edilen güvenceler, ne silinen borçlar, ne de günah keçilerinin tutuklanmasının bir anlamı vardır. Olsa ne olur, olmasa ne farkeder?..

Olayın ertesi günü akşamı, Afyonkarahisar'dan bindiğim otobüs madende yakınlarını kaybeden ve cenazelere katılmak üzere Soma'ya gidenlerle doluydu. Herkes koltuk arkası ekranlardan izledikçe insanı daha bir kahreden haberleri izliyordu sessizce. Soma yol ayrımında boşaldı otobüs. Ortalık sessizdi, herkes suskundu. Gerçeğin olanca acılığına rağmen mecburen kabul edildiği zamandı, çok zor bir zamandı...

Çok geçmeden herkes olağan hayatına döndü. İlk günlerde Twitter'dan, Facebook'dan çemkiren ve ortalığa çok sıradan hüzünlü mesajlar fışkırtan ergenler bildik aşk-meşk hikayelerine başladılar kaldıkları yerden... Vicdanların emniyet sübapları üç-beş bağış "esemesi" (!) ile fazla gazı boşalttı, ah-vahların yankıları giderek zayıfladı, işitilmez oldu. Buram buram reyting kaygısı kokan sözde ünlü (!) sanatçıların, ucuz programcıların ağlak ziyaretleri seyreldi. Sosyal medya o eski dangalak çizgisini buldu yeniden...

Biz ise ŞİMDİ oraya gidiyoruz. Yanımızda birkaç kutu erzak götürüp kameralara ağlamak ve böylece ne kadar iyi insanlar olduğumuzu etrafa bağırıp takdir almak için değil, şu an asıl ihtiyaç duyulan yardıma katkıda bulunmak üzere gidiyoruz. Kayıp veren ailelerin kapılarını tek tek çalıp babasız kalan çocukların, dulların, evlat kaybetmiş ana-babaların, kendi acılarının derinliğine saklanıp susmuş insanların travmalarını hafifletebilmek, onlarla konuşmak, onları dinlemek, terapi ve şifa çalışmaları yapmak için... O acı yükün bir kısmına olsun omuz vermek için, o insanlar adına rıza makamının kapısını biraz olsun aralamak için. Bir defalığına değil, travmalarının sarsıcı boyutu azalana, öfke ve isyanın yerini kabul ve sabır alıncaya kadar. Gidiyoruz. Arkamızdan gelen olup-olmadığına hiç bakmadan, kaç kişi olduğumuzu saymadan, sadece gidiyoruz. Gıda, giyim, yakacak vs. gibi dünyevi zımbırtılar götürmüyoruz, kendimizi ve bilgilerimizi götürüyoruz oraya. Şimdi asıl ihtiyaç bu çünkü, biliyoruz. Çok büyük ve ortak bir travmanın yüküne biraz da olsa omuz verebilmek, ortasından yırtılmış ruhların kanamasını biraz dindirebilmek için, sessizliği bölmek için oraya gidiyoruz...