28 Mart 2013 Perşembe

Bitmez-tükenmez Hindistan...


Hindistan'ın Rajasthan eyaletinin en güzel şehirlerinden biri olarak nitelenen Udaipur'a çoğu yabancı gezginin sırf gece manzarası için geldiğine inanıyorum. Konuklara bu harika göl manzarasını daha iyi izletebilmek için oteller, pansiyonlar ve diğer konaklama yerlerinin mutlaka bir ''roof''u var, restoranlar da genellikle teras katlarında yer alıyor ve gecenin geç saatlerine kadar dolu oluyor...

Öteden beri masaj sevmem, yani bedenime yabancı kişilerin dokunmasından, oramı-buramı mıncıklamasından hoşlanmam aslında, bu nedenle ben ayurvedik vücut masajı yaptırmadım ama içine türlü güzel kokulu ve şifalı ayurvedik yağlar eklenmiş suya ayaklarımı sokmak ve ardından hafif bir pedikür yaptırmakta sakınca yoktu bana göre... Ayurveda usûlü pedikürde tırnak etleri kesilmiyor, sadece yumuşatılıp itiliyor, dolayısıyla kanama, derin kesme, mikrop kapıp şişme vs. derdi de yok. 

Haa bak bunu kaçıramazdım doğrusu, bu çok özel bir masaj türü, adı ''shirodhara''. Ayurveda ilminde gayet önemli sayılan bir uygulama, iki kaşın arasında yer alan ''agnia/3.göz'' çakrasının üzerine çeşitli şifalı ayurvedik yağ karışımlarından oluşan ılık bir yağ çok yavaş şekilde akıtılıyor, alnınıza damlayan yağ saçlarınızın arasından ensenize, oradan da masaj yatağının altına yerleştirilmiş geniş tasa akıyor. Yağın çok yavaş ve düzenli şekilde akması için bakır kabın altındaki delikten bir ip geçirilmiş, bu ipten alnınıza akıyor yağ... Sonrasında kafayı birkaç defa şampuanlamak ve iyi durulamak gerekiyor tabii ama, en az bir saat süren ''shirodhara'' masajı gerçekten muazzam bir şey! Bizim paramızla en fazla 30 liraya yaptırılabilir, diğer ayurvedik masaj uygulamaları da hiç pahalı değil. Udaipur'da ve Hindistan'ın pekçok başka yerinde bu tür masajların yapıldığı özel yerler var, eğitimli kişilerin uyguladığı masajlar sertifikalı bir ''ayurvedik doktor''un gözetiminde yapılıyor. Yağ karışımlarını da gene bu uzman kişiler hazırlıyor... 

Udaipur'da konakladığımız ''Panorama Guest House''un terası tam Hint üsûlü düzenlenmişti. Bu sedirlerde ve alçak masalarda birşeyler yemek-içmek pek pratik sayılmazdı bizler için ama, bilhassa güneş iyice yükselip sıcak bastığında uzanıp tembellik etmek, hâttâ azıcık şekerleme yapmak için idealdi doğrusu:)
 
İşte Hindistan dendiğinde derhal akla gelen hayvancık, ''-cık'' demek lâfın gelişi oluyor tabii, en ufağı birkaç tondan başlıyor zira bu fil kardeşlerin:) Buna kutsal bir isim vermişler, 40 yaşındaki bu iri kız bir Hindu tanrıçasının adı olan ''Lakshmi''yi onurla taşıyor. Bakıcısı olan delikanlının sesli komutlarına harfiyen uyan Lakshmi çok uysal ve de sevimliydi, o turizm sektöründe çalışan bir emekçi fildi öte yandan, hani derler ya; ''adıyla yaşasın''... Bitmez-tükenmez Hindistan'a daha sonra devam etmek üzere, şimdilik hoşçakalın.

24 Mart 2013 Pazar

Hindistan karması...


Hindistan'da rikşaya binmeden olmaz, tuktuk da denen rikşaya binince de sallanmadan olmaz, işin kuralı bu, yol boyu şöyle iyi bir sallanıp kendine geleceksin!:)

Her caddede, her sokak arasında, her yol ortasında, her yerde onlar var;  inekler... En sakin yerleşim yerinden (Hindistan ölçeklerine göre tabii!) en kalabalık büyük şehirlere kadar böyle bu, ineksiz Hindistan Hindistan değildir, sokaklarda, kavşaklarda, geçitlerde, yollarda inek yoksa bilin ki orası Hindistan olamaz...

Udaipur'da, Pichola gölü kıyısındaki tarihî konak Bagore Ki Haveli'de her gece turistler için bir gösteri düzenleniyor. Yaklaşık bir saat  süren bu gösteride yörenin halk danslarını, müziklerini ve çok şenlikli kukla oyunlarını azıcık bir paraya izlemek mümkün. Yolunuz düşerse aklınızda olsun, mutlaka gidin, atlamayın...

Udaipur'un en başarılı genç aşçısı olarak internetteki gezgin forumlarında hızla yükselen Rupa, ''bu beyaz kadınların benim mutfağımda ne işi var yâhû?..'' der gibi bakmış:) Kendi köyünün özel yemeği de dahil, en az on yemeği bir saat içinde çorbasından tatlısına kadar pişirip taze taze soframıza getirdi, hepsi ayrı lezzetliydi, tekrar teşekkür etmek isterim buradan ona. Başarı yolu açık OLsun. Rupa'nın muhteşem yemeklerini (muhakkak önceden rezervasyon yaptırmak kaydı ile) Jheel Guest House'un teras katındaki göle nazır restoranda tadabilirsiniz, fiyat ortalaması da bizim paramızla herşey dahil kişi başı 20 lira civarıdır:)
 
Ve maymunlar... Hindistan'ın bir başka olağan figürü, onlarla da sıkça karşılaşacağınızı bilmelisiniz. İnsandan kaçmıyorlar ama öyle fazla yaklaşma yanlısı da değiller. Erkek olanlarının inanılmaz bir boyu ve endamı var, biraz ürkütücü geliyor insana bu yüzden. Dişiler daha ufacık-tefecik ve hemen hepsinin kucağı bebekli:) Şehirlerarası yollarda da maymun sürüleri tarafından sık sık yolunuz kesilebilir, şaşırmayın. Bu maymunlar bilhassa tarihî mekânlarda bol miktarda var, hiçkimse tarafından kovulduklarını ya da kimsenin onlardan korktuğunu falan da görmedik. Zaten tehlike yaratacak kadar yaklaşmıyorlar turist gruplarına ama, gene de çantayı, kamerayı, gözlüğü falan kollamakta fayda var tabii, belli mi olur, maymun bu:)

21 Mart 2013 Perşembe

Al sana Hindistan!..

 
Sokakta satılan hiçbir yiyeceği yememeye, sadece ağzı sımsıkı kapalı, şişelenmiş sulardan içmeye, halka açık genel tuvaletleri kullanmamaya rağmen... Maalesef netice bu:( Hindistan denen koca memleket, insanda eline dev bir basınçlı su hortumu alıp bol deterjan dökerek sokaklarını, caddelerini baştan aşağı foşur foşur, köpük köpük yıkama isteği uyandırıyor, evet, ne yazık ki öyle! Muson yağmurları da olmasaymış artık vaziyet nasıl olurmuş, düşünmek istemiyorum yani! Biz gene de seyahât plânımıza devam ediyoruz; Udaipur'dan sabah manzaraları için buraya, aynı yerden akşam görüntüleri için ise şuraya tıklayabilirsiniz. Ve gene Udaipur'da, ''Bagore ki Haveli'' denen eski konakta izlediğimiz turistik akşam gösterisi için de sizi şu taraftan alalım lûtfen, yalnız bu görüntüler bana ait değil, bizden iki ay kadar önce aynı yeri ziyaret etmiş başka bir gezginin görüntüleri... 

Ve bu bölümü de bugün İspanya'dan gönderdiği mesajla beni  elimdeki serum hortumuyla, hastane yatağında güldüren Dr. Hakan Gürsel'in son cümlesiyle kapatıyorum: ''Al sana Hindistan!..'' :)

19 Mart 2013 Salı

Udaipur'da ilk gece...

 
''Doğu'nun Venedik'i'' olarak adlandırılan Udaipur kenti Hindistan'ın Rajhastan eyaletinde yer alan güzel bir yerleşim yeri. Pichola Gölü kıyısına kurulmuş, turistlerin en fazla ilgi gösterdiği yerlerden biri değil, bilenler geliyor daha ziyade... Bizim şehre vardığımız günün akşamında, yukarıda resmini gördüğünüz Hindu tanrısı Lord Shiva'nın doğum günü kutlamaları başladı ve sabaha kadar devam etti. Buradan buyrunuz efendim, iyi seyirler... 

18 Mart 2013 Pazartesi

Başlıyoruz...


Burayı tıklayınız lûtfen... Kuzeybatı Hindistan seyahatinizin iyi geçmesini dileriz:)

8 Mart 2013 Cuma

Hadi herkese namaste:)

 
Yola koyulma vakti... Bu defa öncekilerden çok daha uzun o ''yol'' ama bu yola düşmenin hayâli nice zamanlar öncesinden kurulmuştu, şimdi uzun-muzun, zahmetli falan diye yakınılmaz yani, o yol  ve sonundaki masal coğrafyası her anı ile deneyimlenir, yaşanır. Laptop benimle gelmiyor, ''çok az eşya'' prensibini uyguluyorum Hindistan için, birkaç renk şalvar, bol tişört, kafaya bağlamak için türlü çeşit çul-çaput, terlikler ve birkaç hususi eşya, fazlası yok, lüzumu da yok zaten. İnternet bağlantısı bulunan yerlerden Instagram ve  Forsquare'a fotoğraf girebilirim, Twitter'daki takipçiler görecektir. Ayrıca blogun sağ üst kolonundaki Instagram işaretine tıklayanlar oraya yüklenen fotoğrafları da görebiliyor artık... Zaman ve imkân olursa belki birkaç satır yazarım ama söz veremem bunun için, yazı faslı şöyle uzun uzun, teferruatlı tarafından dönüşte olacak inşallah. Güzel, hayırlı dileklerini, iyi yolculuk temennîlerini ulaştıran herkese gönülden teşekkür ederim, iyi ya da kötü, Allah herkesin niyetine göre versin ve öyledir de. Eh, o halde ''hadi herkese namaste'' :)

3 Mart 2013 Pazar

Denizli'nin horozları...


Gidişte de, dönüşte de arabayı o kullandı, benim ehliyetim olmadığından ve olması gibi bir derdim de olmadığından, zaten başka olasılık da yoktu:) Co-pilotu olarak yanında oturan bendenizin ricasını kırmadı, arabası son derece hızlı bir model olmasına rağmen genellikle 90 km.nin üzerine çıkmadı, böylelikle yol kenarlarında konuşlanmış radarlara ve MOBESE kameralarına yakalanma korkusu olmadan Denizli'ye sağ-salim gidip geldik. Sevgili arkadaşım ve yayın partnerim Hakan Urgancı'ya teşekkürü borç bilirim. Yukarıdaki fotoğrafta kendisini Hierapolis kentinde, M.S. 1.yüzyıldan kalma antik bir termal havuzda, M.S. 7.yüzyılda gerçekleşen deprem sonucu yıkılan Roma sütunlarından birinin tepesinde, ''aydınlanma hali''nde  görüyorsunuz:)  

Burası tarihî bir hamam aslında, vaktiyle havuzun kenarında yer alan işlemeli taşlar, sütunlar bir depremle içe doğru yıkılmış ve havuzu doldurmuş. Hamamın bu hali antik Hierapolis kentinin sakinleri tarafından benimsenmiş olsa gerek ki dokunmamışlar, yörede ''Kleopatra Hamamı'' olarak bilinen bu havuz halen aynı görüntüsünü koruyor, devrilmiş sütunlar, sütun başlıkları, mermer basamaklar ve platformlar üzerinde yüzüyorsunuz. Hakan da, ben de bu havuzu çocukluğumuzdan gayet iyi hatırlıyorduk, çocuk hallerimizle yüzdüğümüz bu havuza uzun yıllar sonra yeniden girdik, hatıralarımızı canlandırdık...

Tabii çevresi artık çok farklıydı. Eskiden burada bir konaklama tesisi vardı, İl Özel İdaresi işletirdi, şimdi konaklama imkânı yok, ancak günübirlik faydalanmak mümkün. Kendi aracınızla antik kent içinden geçerek bu havuzun olduğu bölüme ulaşmanız da eskiden mümkündü, artık değil. Aracınızı antik kent girişindeki park yerine bırakmanız ve oradan yukarı doğru yürümeniz gerekiyor. Yürümek istemezseniz, her 15 dakikada bir kalkan servisler var, onları kullanarak kişi başı 1 lira karşılığında havuza ulaşabilirsiniz. Enerjiniz yerindeyse, hava da müsaitse elbette yürüyerek gitmeniz tavsiye edilir zira antik kentin kalıntıları gerçekten göz kamaştırıcı... 

Yalnız; bu keyfin bedeli biraz pahalı gibi geldi bize. Zira, park yerine en az 5 lira para ödüyorsunuz, ardından antik kente giriş yapıyorsunuz, özel bir indirim ya da ücretsiz kartınız yoksa 20 lira ödeyerek bilet alıyorsunuz. Yürümek istemediğinizi ya da sağlığınızın 1.5 km. kadar yürümeye uygun olmadığını farzedelim, servise binmeniz lâzım, gidiş-dönüş kişi başı 2 lira da ona vereceksiniz. Havuza vardınız, billûr gibi termal su sizi çağırıyor ama durun bakalım, önce gişeden bilet almanız gerekli, bunun için de kişi başı 30 lira ödeyeceksiniz! Sonra karnınız acıkacak, bir şeyler yemek-içmek isteyeceksiniz. Sıcak-soğuk içecekler ve fast food tarzı, sıradan yiyecekler satılan bir kafeterya var, biz orada yemedik ama idare eder görüntüdeydi, elbette oraya da para ödeyeceksiniz. Zaten birkaç saatten fazla kalamayacağınız bir yer için bu kadar parayı gözden çıkarmanız gerekiyor, zannediyorum en çok bu bu sebepten havuzda bir Hakan, bir de ben vardık, başka bir Allah'ın kulu yoktu! Hâlbûki bizim orada bulunduğumuz üç saat içinde mütemadiyen turistleri taşıyan araçlar gelip-gitti, en fazla Japon olmak üzere hemen her milletten kalabalık insan grupları geldi ama bunlardan bir teki bile havuza girmedi!..

Gelen bu kalabalık turist gruplarından bazılarıyla havuzdan sohbet ettik, meraklı sorularına cevap  ve fotoğraf makinelerine, kameralarına pozlar verdik, zaten bizden başka konu mankeni olmadığından bu zorunlu bir görev gibi oldu ama biz şikayetçi değildik:) En çok suyun niteliğini ve ısısını sordular, bu mevsimde suda üşüyüp üşümediğimizi merak ettiler, ''warm soda water...'' diye başlayarak anlattık, oluklardan üzerimize akan suyu avuç avuç içtiğimizi görüp hayrete düşen turistlere bu suyun aynı zamanda içilebilir olduğunu, sindirim sistemi için çok faydaları bulunduğunu da açıkladık. Bize imrenen turistlere niçin suya girmediklerini sorduğumuzda aldığımız cevap hep aynı oldu maalesef: ''Çok pahalı!..'' Herhalde en fazla bir, birbuçuk saat kalabilecekleri bir yerde havuz için 30 lira ödemeyi pahalı buluyorlar. Bu nedenle bol bol fotoğraf çekip kafeteryada çay-kahve içmeyi tercih ediyorlar. Tabii soyunmak, giyinmek, ıslak kafayı kurutmak falan da kendine göre zaman ve ekipman isteyen işler. Biz evvelden hazırlıklıydık, havlu, mayo, terlik, şampuan falan almıştık yanımıza. Özel eşya için kilitli dolaplar var, soyunma-giyinme kabinleri, duş ve tuvalet de mevcut tabii. Duşlardan buzzzz gibi su aktığından ve sıcak su tesisatı olmadığından orada duş alamadık, duş faslını otele bırakmak zorunda kaldık! Havuzun çevresinde şezlong, oturma yeri falan yok, zaten iki girişi var, bir ucundan girip ötekinden çıkabilirsiniz...

Termal su muazzam bir idrar söktürücü tesire sahip, havuzdan zıplaya zıplaya çıkıp tuvalete koşmanız, üstelik bunu bir değil, birkaç defa yapmak durumunda kalmanız kaçınılmaz! Suyun içinde gözlerinizi açık tutmayın, gözünüze soda dökmek gibi bir şey bu, fena yanıyor! Çivi gibi suda duş alabilme yeteneğiniz varsa sorun yok ama, bizim gibi sıcacık sularda yüzüp yüzüp, çıktığınızda zaten serin olan havada bir de duş alırken üşütmek istemiyorsanız duş faslını sonraya bırakacaksınız ve saçlarınız kazık gibi olacak, bunu da söyleyelim! Suyun niteliğinden ötürü saçlar derhal süpürge sertliği kazanıyor:) Ama merak etmeyin, şampuanlanıp yıkandığında mesele kalmıyor. Bir de; benim gibi kızıl-bakır ya da benzeri bir saç renginiz varsa, saç boyanızın mühim bir kısmını havuzda bırakacaksınız, hazırlıklı olun, sonra şaşırmayın. Ben bir gün evvel kızıl-bakır saç rengiyle ekrana çıkmıştım, ertesi gün neredeyse sarıya dönmüş saçlarla görünmemin sırrı budur der, fırsatı olan herkesin dünya harikası olarak kabûl edilen Pamukkale'ye gitmesini, oraları gezmesini ve şifalı sularında yıkanmasını önemle tavsiye ederim efendim. Mutlu haftalarımız OLsun...