3 Mart 2013 Pazar

Denizli'nin horozları...


Gidişte de, dönüşte de arabayı o kullandı, benim ehliyetim olmadığından ve olması gibi bir derdim de olmadığından, zaten başka olasılık da yoktu:) Co-pilotu olarak yanında oturan bendenizin ricasını kırmadı, arabası son derece hızlı bir model olmasına rağmen genellikle 90 km.nin üzerine çıkmadı, böylelikle yol kenarlarında konuşlanmış radarlara ve MOBESE kameralarına yakalanma korkusu olmadan Denizli'ye sağ-salim gidip geldik. Sevgili arkadaşım ve yayın partnerim Hakan Urgancı'ya teşekkürü borç bilirim. Yukarıdaki fotoğrafta kendisini Hierapolis kentinde, M.S. 1.yüzyıldan kalma antik bir termal havuzda, M.S. 7.yüzyılda gerçekleşen deprem sonucu yıkılan Roma sütunlarından birinin tepesinde, ''aydınlanma hali''nde  görüyorsunuz:)  

Burası tarihî bir hamam aslında, vaktiyle havuzun kenarında yer alan işlemeli taşlar, sütunlar bir depremle içe doğru yıkılmış ve havuzu doldurmuş. Hamamın bu hali antik Hierapolis kentinin sakinleri tarafından benimsenmiş olsa gerek ki dokunmamışlar, yörede ''Kleopatra Hamamı'' olarak bilinen bu havuz halen aynı görüntüsünü koruyor, devrilmiş sütunlar, sütun başlıkları, mermer basamaklar ve platformlar üzerinde yüzüyorsunuz. Hakan da, ben de bu havuzu çocukluğumuzdan gayet iyi hatırlıyorduk, çocuk hallerimizle yüzdüğümüz bu havuza uzun yıllar sonra yeniden girdik, hatıralarımızı canlandırdık...

Tabii çevresi artık çok farklıydı. Eskiden burada bir konaklama tesisi vardı, İl Özel İdaresi işletirdi, şimdi konaklama imkânı yok, ancak günübirlik faydalanmak mümkün. Kendi aracınızla antik kent içinden geçerek bu havuzun olduğu bölüme ulaşmanız da eskiden mümkündü, artık değil. Aracınızı antik kent girişindeki park yerine bırakmanız ve oradan yukarı doğru yürümeniz gerekiyor. Yürümek istemezseniz, her 15 dakikada bir kalkan servisler var, onları kullanarak kişi başı 1 lira karşılığında havuza ulaşabilirsiniz. Enerjiniz yerindeyse, hava da müsaitse elbette yürüyerek gitmeniz tavsiye edilir zira antik kentin kalıntıları gerçekten göz kamaştırıcı... 

Yalnız; bu keyfin bedeli biraz pahalı gibi geldi bize. Zira, park yerine en az 5 lira para ödüyorsunuz, ardından antik kente giriş yapıyorsunuz, özel bir indirim ya da ücretsiz kartınız yoksa 20 lira ödeyerek bilet alıyorsunuz. Yürümek istemediğinizi ya da sağlığınızın 1.5 km. kadar yürümeye uygun olmadığını farzedelim, servise binmeniz lâzım, gidiş-dönüş kişi başı 2 lira da ona vereceksiniz. Havuza vardınız, billûr gibi termal su sizi çağırıyor ama durun bakalım, önce gişeden bilet almanız gerekli, bunun için de kişi başı 30 lira ödeyeceksiniz! Sonra karnınız acıkacak, bir şeyler yemek-içmek isteyeceksiniz. Sıcak-soğuk içecekler ve fast food tarzı, sıradan yiyecekler satılan bir kafeterya var, biz orada yemedik ama idare eder görüntüdeydi, elbette oraya da para ödeyeceksiniz. Zaten birkaç saatten fazla kalamayacağınız bir yer için bu kadar parayı gözden çıkarmanız gerekiyor, zannediyorum en çok bu bu sebepten havuzda bir Hakan, bir de ben vardık, başka bir Allah'ın kulu yoktu! Hâlbûki bizim orada bulunduğumuz üç saat içinde mütemadiyen turistleri taşıyan araçlar gelip-gitti, en fazla Japon olmak üzere hemen her milletten kalabalık insan grupları geldi ama bunlardan bir teki bile havuza girmedi!..

Gelen bu kalabalık turist gruplarından bazılarıyla havuzdan sohbet ettik, meraklı sorularına cevap  ve fotoğraf makinelerine, kameralarına pozlar verdik, zaten bizden başka konu mankeni olmadığından bu zorunlu bir görev gibi oldu ama biz şikayetçi değildik:) En çok suyun niteliğini ve ısısını sordular, bu mevsimde suda üşüyüp üşümediğimizi merak ettiler, ''warm soda water...'' diye başlayarak anlattık, oluklardan üzerimize akan suyu avuç avuç içtiğimizi görüp hayrete düşen turistlere bu suyun aynı zamanda içilebilir olduğunu, sindirim sistemi için çok faydaları bulunduğunu da açıkladık. Bize imrenen turistlere niçin suya girmediklerini sorduğumuzda aldığımız cevap hep aynı oldu maalesef: ''Çok pahalı!..'' Herhalde en fazla bir, birbuçuk saat kalabilecekleri bir yerde havuz için 30 lira ödemeyi pahalı buluyorlar. Bu nedenle bol bol fotoğraf çekip kafeteryada çay-kahve içmeyi tercih ediyorlar. Tabii soyunmak, giyinmek, ıslak kafayı kurutmak falan da kendine göre zaman ve ekipman isteyen işler. Biz evvelden hazırlıklıydık, havlu, mayo, terlik, şampuan falan almıştık yanımıza. Özel eşya için kilitli dolaplar var, soyunma-giyinme kabinleri, duş ve tuvalet de mevcut tabii. Duşlardan buzzzz gibi su aktığından ve sıcak su tesisatı olmadığından orada duş alamadık, duş faslını otele bırakmak zorunda kaldık! Havuzun çevresinde şezlong, oturma yeri falan yok, zaten iki girişi var, bir ucundan girip ötekinden çıkabilirsiniz...

Termal su muazzam bir idrar söktürücü tesire sahip, havuzdan zıplaya zıplaya çıkıp tuvalete koşmanız, üstelik bunu bir değil, birkaç defa yapmak durumunda kalmanız kaçınılmaz! Suyun içinde gözlerinizi açık tutmayın, gözünüze soda dökmek gibi bir şey bu, fena yanıyor! Çivi gibi suda duş alabilme yeteneğiniz varsa sorun yok ama, bizim gibi sıcacık sularda yüzüp yüzüp, çıktığınızda zaten serin olan havada bir de duş alırken üşütmek istemiyorsanız duş faslını sonraya bırakacaksınız ve saçlarınız kazık gibi olacak, bunu da söyleyelim! Suyun niteliğinden ötürü saçlar derhal süpürge sertliği kazanıyor:) Ama merak etmeyin, şampuanlanıp yıkandığında mesele kalmıyor. Bir de; benim gibi kızıl-bakır ya da benzeri bir saç renginiz varsa, saç boyanızın mühim bir kısmını havuzda bırakacaksınız, hazırlıklı olun, sonra şaşırmayın. Ben bir gün evvel kızıl-bakır saç rengiyle ekrana çıkmıştım, ertesi gün neredeyse sarıya dönmüş saçlarla görünmemin sırrı budur der, fırsatı olan herkesin dünya harikası olarak kabûl edilen Pamukkale'ye gitmesini, oraları gezmesini ve şifalı sularında yıkanmasını önemle tavsiye ederim efendim. Mutlu haftalarımız OLsun...

Hiç yorum yok: