11 Ekim 2014 Cumartesi

Son yazı...


''Uygunsuz Vaziyet... de; kime göre, neye göre?'' diye sorarak başlayalı nasıl da bu kadar yıl olmuş? Sayfanın ilk halinde kocaman, yakışıklı bir kurbağa karşılıyordu ziyaretçileri, zaman içinde birkaç defa kılık değiştirdi tabii. Kapanışı da gene ''kurbağa prens'' temasıyla yapmak münasip olur diye düşündüm...

Uygunsuz Vaziyet'i altı yıldır takip eden herkese teşekkür ederim. Bu blog Blogger alanı üzerinde yer almaya devam edecek, dileyen herkes eski yazılara ulaşabilecek. Evimi ve hayatımı yepyeni bir mekâna taşımama az zaman kala, başlangıcı yazılarımla yapayım dedim ve artık tamamen kendime ait bir alana taşındım. Yeni sitemin donatılması biraz zaman alacak ama artık buraya yeni yazı girmeyeceğim. Dileyen bundan böyle yazılarımı oradan okuyacak. Burayı komple arşiviyle yeni adrese taşımak da bir seçenekti fakat ben eski eskide kalsın, yeni bütünüyle yeni olsun istedim, işte Handanistan böylece kuruldu. 

Başlayan her şey zamanın bir yerinde muhakkak biter. Değişmeyen, dönüşmeyen hiçbir şey yoktur. Ve ne iyi ki öyledir. Uygunsuz Vaziyet de burada bitiyor. 10 yıldır devam etmekte olduğum blog yazarlığı sürecimde hayatıma eşlik eden her iki bloguma da bana kattıkları için teşekkür etmeliyim. İkisini de çok sevdim, ikisi de çok değerli benim için. Onları hiç unutmayacağım. Arada dönüp çoook eski yazılarımı bile okuyorum zaten:) Onun da ayrı bir lezzeti var...

Eh, fazla söze lüzûm olmasa gerektir. 697. yazıyla artık kapıyı çekip çıkalım. 
Hoşçakalın...


8 Ekim 2014 Çarşamba

İnzivanın ardından...


Yoga eğitmenliği eğitimini kendilerinden aldığım iki hocam, Zeynep Aksoy ve eşi David Cornwell Türk yoga caimasının en tanınmış isimleri diyebiliriz zira bu iki çok değerli eğitmen ülkemizin en ünlü iki yoga stüdyosunun da kurucuları aynı zamanda; CihangirYoga ve Yoga Şala. Şimdiye dek yetiştirdikleri yoga hocaları arasında Faruk Kurtuluş, Çağ Rical Gürle, Zeynep Çelen gibi hayli popüler isimler var. Artık İstanbul'da yaşamayan ve iki çocuklarıyla birlikte Bodrum'da hayatlarını sürdüren Zeynep ve David, yıllar dolusu yoga tecrübelerini öğrencileriyle paylaştıkları yoga eğitmenliği eğitimlerine ara vermeden devam ediyor, Ankara, İzmir ve İstanbul arasında dolaşıp duruyorlar...



Fotoğrafta kardeşim ve eşinin hocası, benim hocamın da öğrencisi olan Faruk Kurtuluş, Gülsün'e yer hareketlerinden ''hasta balasana''yı çalıştırırken görülüyor. Biz yoga eğitmenleri, ''yoga asanaları'' yani pozlarının Sanskrit lisanındaki orijinal isimlerini de ezberliyor ve ne anlama geldiğini öğreniyoruz. Dersler sırasında da bu isimler kullanılıyor...



Yukarıda görülen ''kolay oturuş'' anlamına gelen ''sukhasana''. Yoga yapan herkes zannedildiği gibi hep lotus pozisyonunda oturmuyor çünkü hayli açık ve uzun bacak bağları+açık bir kalça gerektiren bu hareket için yogada epey ustalaşmış olmak gerekiyor. Sukhasana ilk bakışta size kolay görünüyor olabilir ancak bu şekilde en az  30 dakika hiç kıpırdamadan ve sırtınızı bir yere yaslamadan meditasyonda oturduğunuzu düşünürseniz zannederim durum değişecektir. Biz inzivada bunu her sabah yaptık. Başta size son derece konforlu gelen oturuşunuz, dakikalar ilerledikçe bedeninizin verdiği rahatsızlık sinyalleri ve kıpırdanma isteği içinde giderek zorlaşıyor. Ama bu zorlanma da eğitimin bir parçası, deneyimlemek gerekiyor...

Her sabah 05.15'de uyandım, öğlene kadar ''mauna'' denenen ''sessizlik'' içinde olmamız gerektiğinden oda arkadaşlarımla hiç konuşmadan çabucak işlerimi halledip kaldığımız kerpiç kulübeden ilk ben çıktım. Yayıncılığın getirdiği bir avantaj tabii, o saatte uyanmakta ben hiç zorluk çekmezken çoğu öğrenci uyansa da ayılıp kendine gelmekte hayli zorlanıyordu. Pastoral Vadi'de geceleri hayatınızda görebileceğiniz en derin karanlık hali oluyor, ışık kaynağı yok, sadece gökyüzü ve belki uzak yıldızlar, o kadar. Odadaki ışığı kapadığınızda simsiyah bir karanlığın içinde kalıyorsunuz ve bu kesintisiz derin uyku için harika bir şey. Henüz gün doğmadan kulübeden çıktığımda da aynı kadife karanlığın içine dalıyordum, ama ortak mutfağa kadar olan yolu ağaçların içinden ışıksız yürümek güvenli olmadığından herkes gibi ben de el feneri kullandım tabii. Lâkin; bazen feneri söndürüp o derin karanlık içinde bir müddet yürümeyi de denedim, ağaçların arasında parlayan gözler, benim ayak seslerimi duyunca otların üzerinden kayarak ya da koşarak uzaklaşan varlıkların hışırtıları, ağaç tepelerinden beni gözlediklerini farkettiğim gece kanatlıları ve başka hayvanlar... O sessiz karanlık içinde zerre yalnızlık hissi yoktu, hep birlikte muazzam bir kalabalıktık aslında ve bu beni çok mutlu eden bir histi. Gerçekten harikaydı.



Bu "urdvha dhanurasana"dır ve yapabildiğiniz takdirde size kendinizi harika hissettiren bir arkaya eğilme pozudur. Hemen denemeye kalkmamanızı tavsiye ederim, derhal belinizi sakatlarsınız. Arka bacak bağlarınız yeterince açık, kollarınız güçlü ve omurganız gerekli esneklik içinde olmadığında bu poza zaten giremezsiniz. Biz inzivada bu pozu üçlü gruplar halinde çalıştık. Bir kişi poponun alt kısmına, diğeri ise omuzun hemen altından sırta geçirilmiş yoga kemerlerini çekerek üçüncü kişiyi kaldırdı, kişi ters köprüye kalktıktan sonra iki farklı yöne çekilerek iyice esnetildi. Herkes her gün dönüşümlü olarak bu hareketi yaptı ve poza bir kez doğru şekilde yerleşen bir daha çıkmak istemedi, o denli iyi hissettiren ve zevkli bir asana yani. Zaman içinde kemersiz ve yardımsız olarak yapabilmek de mümkün tabii, bunun için epeyce çalışmış, hayli pratik yapmış olmak gerekiyor. Aslında bu bütün yoga pozları için böyle. Her konuda olduğu gibi, yogada da emeksiz yemek olmuyor...

Bana en çok sorulan sorular konuşmadan, sessizlik içinde nasıl durulabildiği ve inziva boyunca uygulanan vegan diyetle doyulup doyulmadığı. Biz sessizlik konusunda kısmen kolay olanı uyguladık aslında, Hindistan'daki yoga ve meditasyon eğitimlerinde günlerce süren sessizlikler ve okuma-yazmanın da olmadığı ''tam iletişimsizlik'' uygulamaları var. Gözgöze iletişim alanından çıkarak bulunduğunuz yerlerde yalnızca siz varmışsınız, başka hiç kimse yokmuş gibi davranmak mümkün, tabii kolay değil ama mümkün. En az dört kişinin bir arada kaldığı kerpiç ya da ahşap kulübelerde, yâhût çoğunluğun yaptığı gibi çadırlarda kalan insanların tam bir sessizlik içinde, birbirleri ile göz teması dahi kurmadan uyanıp tuvalete gitmeleri, giyinip mutfağa gelmeleri, çaylarını alıp oldukça serin sabaha karşılarda bir ağacın dibine ya da tahta masalardan birine oturup meditasyon saatini beklemeleri gerekiyordu. Normalde birbirleri ile habire konuşan, gülüşen 35 insanın çıt çıkarmadan sırtlarında battaniyeleri ve el fenerleri ile meditasyon salonuna gidişleri fantastik kurgu-bilim bir filmi andırıyordu, lâkin bu sessizlik herkesin kendisi ile başbaşa kalması ve içsel bir alan açabilmesi için lüzûmluydu. Konuşmadığınızda ölmüyorsunuz yani, biraz sessizlik iyi geliyor ruha...
                 

Gelelim yemeklere; bizim diyetimizde şeker ve buğday ürünleri, dolayısı ile ekmek, börek-çörek, unlu mamuller, makarna, reçel vs. olmadığından ve tam vegan bir beslenme biçimine geçtiğimizden (yani yalnızca her nevi hayvan etinin değil, yumurtanın ve süt, peynir, yoğurt gibi bütün süt ürünlerinin de tüketilmediği beslenme) seçenekler hayli kısıtlanmış oluyordu. Ekmek ve şeker alışkanlığı olanlar epey sallandı haliyle, ekmeksiz nasıl doyulabileceği öğrenildi zamanla. Salata sabah hariç her zaman vardı, çorba da genellikle öyle. Pilavlar esmer bulgur ya da tam pirinçle yapılıyordu. Hiçbir et türü kullanılmayan yemekler zeytinyağlı olduğundan çoğunlukla soğuk yenebiliyordu. Öğle arasından sonraki yoga çalışmalarından evvel bazen ekşi elma ve karpuz yanında çok az miktarda tahin-pekmez de veriliyordu. Bunun dışında bal da dahil şekerli hiçbir şey tüketilmedi inziva boyunca. Normal siyah çay günün hemen her saatinde vardı, bunun yanında vadiden toplanmış karabaş otu, dağ çayı, adaçayı gibi şifalı bitkiler kavanozlarda hep mevcuttu, ben daha ziyade onlardan içmeyi tercih ettim. Taze fasulye, patlıcan, kabak, taze börülce, kuru fasulye, kuru börülce, yeşil mercimek, nohut gibi sebze ve bakliyat dönüşümlü şekilde pişirildi. Bütün yemekler açık mutfakta, büyük tencereler içinde odun ateşinde pişti. Salatalık, domates, roka, maydonoz, dereotu, taze nane, mor lahana, havuç, marul çiğ olarak bol miktarda tüketilen sebzelerdi. Yemeklere sarmısak konmadı, soğan da çiğ olarak hiç tüketilmedi zira bu iki gıda Hint ayurveda ilminde muteber görülmez, "tamasik gıda" sayıldığından bilhassa yoga yapan kişiler bunları hemen hiç yemezler. Onlar yerine lezzet verici ve şifa özelliği olan türlü baharat kullanılır. Bakliyat türleri genelde gaz yaptığından bu nevi yemeklerle birlikte en fazla tüketilen baharat, gaz giderici ve hazmettirici özelliği ile bilinen kimyon oldu...

Ben aç kalmadım, yani büyük bir açlık ve eksiklik hissi olmadı. Olağan günlük beslenmemden farkı süt ürünleri, yumurta ve buğday ürünlerinin olmamasıydı. Haftada bir defa bol sebzeyle hazırladığım kepekli makarna yerim, bunu aradım meselâ. Peynir ve yoğurdu da özledim. Yumurtaya çok düşkün sayılmam ama içinde yumurta olan bir sürü gıda var, bu diyette onlar da yoktu haliyle. Birkaç defa yemeğin kâfi gelmediği oldu, belki de insanlar saatlerce bedenleriyle çalıştıktan sonra doyma hissine ulaşabilmek için olağandan fazla yedi, bu nedenle yemekler herkes alamadan tükendi,  bilemiyorum. Bu durumlarda bazı ufak takviyeler ve ikame yiyeceklerle konu halledildi. Gene de, zannediyorum en fazla bu yemek konusu zorladı insanları... Beslenme nefsani terbiyenin en önemli ayaklarından biri, herkes için nefsi dürtücü ve arzu nesnesi olan nelerden vazgeçebildiğiniz bu terbiye içinde gayet önemli. Vegan beslendiğinizde de derhal hastalanmıyor ya da ölmüyorsunuz elbette, sadece olağan hayatınızda çok etli-sütlü-şekerli-unlu besleniyorsanız biraz güçten düşersiniz, ruhsal açlık da yaşarsınız tabii, o kaçınılmazdır. Ama ''doymuyorum, aç kalıyorum'' gibi bir şey bana göre sözkonusu değildir, zira midenizin kapasitesi hep aynı aslında, bu beslenme biçiminize göre daralıp genişleyen bir kavram değil. Etle ya da  otla, neyle doldurursanız doldurun hacmi bellidir.



Bu hanımefendi Indra Devi, yoga camiasında çok ünlüdür zira dünyada yoga yapan ilk beyaz tenli kadındır ve Hindistan'daki yoga okuluna kabûl edilen ilk batılı kadın öğrencidir. O bir Rustu ve 15 yaşından beri tamamını yoga yaparak-öğreterek geçirdiği hayatı 102 yaşında sona erdi. O üstad Krishnamacharya'nın kapısını çalıp öğrencisi olmak istediğini söyleyene kadar dünyada yoga yapan hiçbir kadın yoktu. O zamanlar yoga sadece üstün bir kast sınıfına dahil olan Brahminlerin yapabildiği ve yalnızca erkeklere özgü bir uygulamaydı. Baştan üstad tarafından da reddedilen ama sonra rica-minnet engelleri aşıp dünyanın en büyük yoga hocası olarak kabûl edilen adam tarafından eğitilen Indra Devi, bugün bütün dünyada kadınların yoga yapabiliyor ve öğretebiliyor olmasını sağlayan devrimi gerçekleştirmiştir. Bu mânâda kendisine teşekkür borçlu olan dünya üzerindeki yüzlerce kadın yoga eğitmeninden biri de benim. Bana en komik ve tuhaf gelen şey ise, 1930'lu yıllarda kadınlara yasak olan yoganın şimdi artık dünyanın hemen her tarafında ezici çoğunlukla kadınlar tarafından yapılıyor olmasıdır :) Şimdiki zamanda yoga yapan veya öğreten erkeklere duyduğumuz o derin saygı, onlara yaptığımız o nadide inci tanesi muamelesi işte en çok bundandır.❤️

1 Ekim 2014 Çarşamba

Askerliğimi yaptım, tezkereyi aldım geldim:)


İnziva ile ilgili çok soru alıyorum, öncelikle nerede olduğuna dair merakı gidereyim. Fethiye Pastoral Vadi'de idik. Klasik turistik tesis anlayışı içinde düşünenlere ve beklentileri buna göre olanlara hiç hitap etmez, baştan belirtmekte fayda var. Küçücük bir video çekip yukarıya ekledim, en azından bir fikir olur diyerek... Vadinin ortasından akan derede yüzmek mümkün, ayrıca ortak mutfakta ya da çiftliğin başka bir bölümünde gönüllü olarak çalışabilir, bulaşık yıkayıp ateş yakabilir, yemek pişirilmesine katkıda bulunabilir, meyve-sebze toplayabilir, çiftlik hayvanlarının bakımına yardım edebilirsiniz. Cep telefonu ve interneti unutun derim, vadide hemen hemen hiç çekmiyor...



İnziva başlamadan önce katılımcılara dağıtılan program buydu. Aynen de uygulandı. Herkes her sabah saat 05.15'de uyandı, sessizlik kuralına uyularak hazırlanıldı, bizden evvel uyanıp mutfaktaki çayın ateşini yakan (bu mutfakta tüpgaz kullanılmıyor, evet) gönüllü arkadaşımız sayesinde biz odalardan çıkıp mutfakta toplanıncaya kadar içilecek deme kavuşan çay içildi ve aynı derin sessizlik ve iletişimsizlik içinde hocamız David Cornwell'in yaptıracağı iki saatlik meditasyon çalışması için çalışma alanına gidildi. Saat 08.00'de tamamlanan çalışmanın ardından çiftliğin kendi üretimi olan domates, salatalık, roka, maydonoz, dereotu, taze nane ve siyah zeytinden oluşan kahvaltıya oturuldu. Her sabah saat 09.00'da hocamız Zeynep Aksoy'un yönettiği bir saatlik Pranayama/Nefes ve ardından iki saatlik Yoga/Asana uygulamaları yapıldı. Televizyon, gazete, cep telefonu ve internet olmadığından dışarıdaki hayatla bağlar tamamen kesildi. Bir hafta boyunca yurtta ve dünyada neler olup-bittiğini bilmeden, sadece kendimize ve çalışmalarımıza odaklanarak pekâla yaşayabildik, huzurumuzu bozacak hiçbir şeye böylece imkân tanınmadı. Daha evvelden vejetaryenlik deneyimi olmayanlar direkt vegan beslenmeye geçince biraz sarsıldılar tabii ama bir-iki günde alışıldı, olağan hayatlardakinden miktarca çok daha az ve türü kısıtlı gıda ile bir haftada ölünmediği, hâttâ tersine arınılıp temizlenildiği görüldü. Gene de en çok ekmek ve şeker özlendi sanıyorum, tatlı gıdaların ve ekmeğin özlemini çeken çok oldu...

Uzatmayayım, yukarıda görülen inziva programına uyuldu, zihinler ve bedenler tamamı ile meditasyon ve yoga pratiklerine ayarlandı ve bir hafta boyunca gerek zihinsel, gerek bedensel çok sıkı çalışmalar yapıldı. Hayli zor bir süreçti, evet ama bu zaten baştan biliniyordu ve Pastoral'e gelindiğinde kimse bu bir haftanın tatil tadında lay lay lom geçmeyeceğinin farkındaydı, zorlanmak bekleniyordu...

                              

2014 Ocak ayından bu yana yoğun şekilde içinde olduğum yoganın ve aldığım tüm eğitimlerin yegâne meyvesi bu değil elbette, sadece buna sahip olmak adına deli gibi çalışmak tarzı ''sonuç odaklı'' bir gayret içinde de olmadım ama, bu sertifikanın her santimetrekaresini madden ve maneten hakettiğimi gönül rahatlığı ile söyleyebiliyorum şimdi. Hakikaten zorlu bir süreçti, bana çok şey kattı, beni çok donattı, bazen pes etmenin eşiğine de geldim ama etmedim, çünkü bütün bunlar benim dönüşümüme hizmet edecek hayırlı şeylerdi, vazgeçmedim. Şimdi tadını çıkarıyorum emeklerimin, bütün değerli öğretmenlerime, dünyadan gelmiş geçmiş bütün yoga üstadlarına ve tabii kendime çok teşekkür ederim, yogaya teşekkür ederim, minnettarım...

''Yoga yolunda yürümeyi niçin bu kadar seviyoruz, ne var bu yogada Allah aşkına?'' sorusuna güzel bir cevap niteliğinde olduğundan çok değerli yoga eğitmenlerinden Defne Suman'ın şu yazısını da buraya eklemeyi yerinde görüyorum. 



Bana sorulan soruların tamamına bir kerede cevap vermek zor, ayrıca zihnimi son derece yumuşattığım bu bir haftalık inziva sürecinden henüz çıkmışken bu hassas ritmi hemen bozup dağıtmak da istemiyorum doğrusu. Şimdilik bu kadar olsun, sonra devam ederim. Tebrik ve hayırlı olsun dileklerini ulaştıran tüm dostlarıma da bu vesile ile gönülden teşekkür ederek ''namaste'' derim. Kısacası; askerliğimi yaptım, tezkereyi aldım, geldim efendim:)