14 Nisan 2010 Çarşamba

Ankara rûzgârı/ 98.yazı...

Kentlerin içinden bir nefes gibi esip geçmeyi severim ya; son birkaç defadır bu kent Ankara... Sabah uçağı ile uçup, son uçakla dönüyorum, hani tabiri caiz ise ''Ankara'nın taşına'' şöyle bir bakıp, ''ceeeee'' deyip gidiyorum. Sevgili öğrencilerimizden ve doktorasını tamamlayıp artık alnının akıyla doktor olan Halit Sivük, Meteoroloji'nin Sesi Radyosu'nda yaptığı ''Köşe Atışı'' isimli spor programının 100.sünü gerçekleştirdi bu arada, kutlama partisine katılmak da nasipmiş meğer bana:) Kendisini bir müddettir TRT'nin hava durumu hallerinde uzman olarak izliyorsunuz, yani memleket hava durumunu artık bir ''doktor meteorolojist''den öğreniyorsunuz. Meteoroloji'nin Sesi Radyosu'nu bugünkü başarı noktasına taşıyan ve genel yayın yönetmenliği görevini halen devam ettiren bakan danışmanı arkadaşım, meslekdaşım değerli Fatih Öznur da elbette haklı bir sevinç yaşamaktaydı. Patlayan flaşlar eşiliğinde pastamızı kestik, güle oynaya yedik. ''Aman desinler, desinler, şeker yesinler...'' türküsü dilimizde, maşallah ve daha nice başarılara inşallah dedik...

Geçen sene Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü personeline verdiğimiz ''Yayıncılık/Etkili Konuşma ve İletişim'' eğitiminin sertifika töreni de dün akşam gerçekleştirildi. Değerli öğrencilerimize katılım ve başarı sertifikaları aha da bu şekilde verildi. Fotoğrafta gördüğünüz Meteoroloji'nin Sesi Radyosu'nun tecrübeli ''romantik abisi'' sevgili Faruk Cenap Erdoğan beyefendidir ve işindeki başarısı övgüyle belgelenmiştir:) Biz bu yola çıkarken inanmayıp burun kıvıranlara belge vermedik tabii, zira  önemli olan herşeye rağmen inanarak ve çalışarak yola devam etmektir. Arkadaşlarımız bunu başarmıştır, gerisi, ötesi-berisi artık mühim değildir. Hepsini gönülden tebrik eder, başarılarının devamını dilerim...

Belki de en büyük övüncümdür, sevincimdir... Ben 1986 senesinde sınavları kazanıp mesleğime adım atarken tarafından yetiştirildiğim değerli hocam, sevgili ablam, usta spiker Mehpare Çelik ile aynı eğitim programında ''hoca'' olarak yer almak ve yeni öğrenciler yetiştirmek elbette çok özeldir, kıymetlidir. Prensipleri ve tecrübesi ile bana daima ışıklı bir yol göstermiş olan sevgili ablama da teşekkür ediyorum, onu ve ona dair herşeyi (gözleri görmeyen şeker kedisi Kimyon da dahil olmak üzere) kucaklıyor, Mehpare Çelik'in öğrencisi olmaktan büyük bir onur duyuyorum:) Bu meslekte pişip yetiştikten ve emeklilik müddetimi doldurduktan sonra, hocamla beraber hocalık yapmak o kadar değerli birşey ki benim adıma, bunun gururu yeter, saygı ve sevgiyle selâmlıyorum...

Uçağa yetişme telâşı olmasa sesler, sözler, anılar daha da uzardı tabii ama ne çare, gitmek gerekti. Ayakkabısının tekini yolda düşüren Külkedisi misali paldır-küldür kalkıp Esenboğa Havalimanı'nın yolunu tuttum, ismim anons edilmek üzereyken beklenen son yolcu olarak uçağa bindim ve ohhh, yerime oturdum. Evet, belki yorgundum ama niyeyse bunu hissetmiyordum, sevgili dostlarımı, eski çalışma arkadaşlarımı, öğrencilerimi görmekten mutluydum. Uçak içi İngilizce anonslarda bu telâfuz ile beni hep gülümseten ''Enıdolu Cet''in 7008 sefer sayılı 22.45 İzmir uçağı tekerleklerini yerden kesip Ankara üzerinde havalanırken pencereden kırık bir hüzünle baktım. Zira ben bu şehirde benim için önemli birçok şeyle beraber, ufacık lojmanımın arka bahçesinde yanyana yatan üç küçük saf ruh da  bıraktım. Ölüm sıralarına göre canım kör kızım Köri, yürüme özürlü/yaşama özürsüz felçli oğlum Umut ve yıllanmış yol arkadaşım, ailemizin nine kedisi sevgili Müge kızım; sizleri hiç unutmadım, yüreğimin en mûtena köşesinde oturuyorsunuz ve biliyorum, sizleri sevgiyle gömdüğüm Ankara toprağında huzur içinde uyuyorsunuz.  Mevsimler geçiyor üzerinizden, karlar, yağmurlar yağıyor, çiçekler açıyor, otlar yeşeriyor, nerede yattığınızın aslında hiç önemi yok, ışıklı saf ruhlar olarak hep yanıbaşımızda dolaşıyorsunuz. Nice anlamlar kattınız hayatıma, halen de katıyorsunuz. Sizleri çok özlüyor ve seviyorum, ölmüş saymıyorum, hatıralarımızla yaşıyorsunuz...

Nihayet İzmir gecenin koyu karanlığında, uçağın altında belirir. Bu haliyle dağınık, telâşlı bir kadının takı kutusu gibidir; parıltılı kolyeler yüzüklere, teki kaybolmuş küpeler iri taşlı tokalara karışmış, sanki hepsi alt-üst olmuş haldedir. Sonra iniş takımları açılır, uçak süzülerek alçalır, tekerlekler piste değer, bu hep aynıdır, sadece havalimanlarının ismi farklıdır. Ne vakit koptuğu hatırlanmayan bir kolyenin boncuğu gibi yuvarlanırsın  şehrin köşelerine, yorgunluk işte belki o zaman hatırlanır. Belki sen bir rûzgârsındır artık Ankara'nın içinden geçen, ve kimbilir, belki de senin içinden esip geçen o tanıdık ''Ankara rûzgârı''dır...

2 yorum:

Pirate/Korsan dedi ki...

Mesleğini hiç yapmamış olsa da Mehpare Çelik benimde meslaktaşım olur. Bu anlamda boyle cağdaş ve çok değerlı TRT spikerini gormekten hep cooook başka memnun olmuşumdur. Kendısı Türkiye'nın en guzel Türkçe konuşan kadınlarından biridir ayrıca. Üstelik pek yakınlarda Cenk Koray'ı anma gecesınde Okan Bayülgen'e verdiği ustaca cevabıyla da yıne mükemmelliğini göstermiştir... Hepimizden hepinize selam + sevgiyle

Handan Demiralp dedi ki...

Sevgili Hakan Cân; haklısın. Mehpare Abla artık emekli bir spiker olsa da, hepimizin hocası ve mesleğin duayenlerinden biridir. Kaldı ki; mikrofondan hiçbir zaman kopmamış usta bir sunucu, öğrencilerine ve derslerine halen mükemmelen yetişen bir eğitmen, üstelik yurtdışında eğitim gören çiçek gibi iki güzel genç kızın da annesidir:) Lâfın yeri geldiğinde de hiç sakınmaz sözünü, yerine yerleştirir:) Bizden de çok selâm ve sevgilerle...