19 Ağustos 2012 Pazar

Işıklı...


Onun yazılarını taa İstanbul'da yaşadığım zamanlardan bu yana takip ederim, blogunu tesadüfen keşfetmiştim ve çok hoşuma gitmişti. Birbiriyle hiç karşılaşmadığı halde yazılarını karşılıklı takip eden ve arada kısacık notlarla haberleşen, üstelik gûya farklı ülkelerde (!) yaşayan iki yazar kadındık. Kader plânlarımız da birbirine denkleşmişti, o benden bir müddet sonra ve oğlu Dario'ya hamileyken öğrenmişti meme kanseri olduğunu... O zor günler gelip geçti çok şükür, oğlunu da sapasağlam dünyaya getirdi, kemoterapileri, tedavileri bitti, şimdi maşallah çok iyi:) Birkaç gün önce bir e-posta geldi ondan, İzmir'de olduğunu, Bornova'da, annesinin evinde kaldığını ve Türkiye'den ayrılmadan evvel beni muhakkak görmek istediğini yazıyordu. Cep telefonu kullanmıyordu, hemen sabit telefonumu yazdım, çok geçmeden beni evden aradı ve randevulaştık. Hem heyecanlandım, hem de çok sevindim tabii, onu  Bostanlı vapur iskelesinde gördüğümde hemen tanıdım, kendine özel bir ışığı vardı çünkü. İki eski dost gibi sarılıp kucaklaştık, gülüşe-söyleşe benim çok sevdiğim bir mekânın yolunu tuttuk...

Biraz da kan çekiyordu tabii; o 1999 senesinden bu yana ana memleketim Girit'de yaşıyordu. Eşi Yorgo vegandı, Papatya ise vejetaryen. Anneannemin pişirdiği geleneksel yemekleri yapıyor, tariflerini de blogunda paylaşıyordu. Her ikisi de tam bir çevre dostuydu, hayatlarını buna göre düzenlemişlerdi ve iki güzel çocuğu, Maya ve Dario'yu da gene öyle yetiştiriyorlardı. Ayrıca eşi Yorgo; Girit'de Türkçe rehberlik yapan profesyonel bir turist rehberiydi, annemi Girit'e götürme plânım üzerine onunla da yazışmalarımız olmuştu.

Karşımda bıcır bıcır konuşan, gülen bu neşeli, mutluluk ışığı saçan hoş kadın anlattıkça hayranlıkla izliyordum onu, ''güzel kadın'' nitelemesinin içini nasıl da dolduruyordu. Hiç makyajsız, sade, doğal, pırıl pırıl, içinden yaşam enerjisi fışkıran, besbelli kendini seven ve kendine sonsuz saygısı olan bir kadın... O konuşup anlattıkça, ben ''bu kadının yetiştirdiği çocuklar dünyaya ve kimseye zarar vermez, veremez, küfredemez, kimseyi aldatmaya çalışmaz, hiçbir varlığı incitemez, hoyrat, acımasız, şımarık, ahlâksız, yalancı falan olamaz, imkânsız bu...'' diye geçiriyordum içimden. Her anne onun gibi olabilseydi eğer, evet, lûtfen herkes doğursundu, o zaman dünya kesinlikle harika bir yer olurdu! Tamamen kendisi gibi bir ''anne''ydi Papatya, çocuklarını zorlamadan, suçlamadan, yasaklar koymadan, habire yargılamadan, hiçbirşeyi dayatmadan, dünyayla ve kendileriyle barışık, mükemmel bir evrensel terbiye ve bilinçle yetiştiriyordu, doğrusu hayran kaldım. Bir arkadaşının doğumgünü partisinde, şarküteri işi katkılı kızarmış sosislere imrenerek yiyen tatlı kızı Maya için, eşiyle beraber düşünüp tasarladıkları alternatif  ''vegan sosis'' hikâyesi bilhassa, bayıldım! Bu güzel çift çocuklarının ve kendilerinin boğazından geçecek herşeyin katkısız, sağlıklı ve doğal olması için ellerinden geleni yapıyordu. Sevgili Papatya ve Yorgo, bu imrenilecek karı-koca, mutfakta ve hayatta hakikaten harikalar yaratıyordu:)
 
Artık geride bıraktığımız ortak hastalığımızdan da konuştuk, tamamen benimle aynı fikirdeydi ve aynı şekilde uğurlamıştı kanserini. Kendisini hâlâ yeterince sevmeyen kanser hastalarının bunu en kısa zamanda başarmasına niyet ettik ikimiz de... Tanrım, ne çok ortak şeyimiz vardı, keşke zamanımız daha fazla olsaydı. Benimle buluşacağı için o günkü kahvesini içmemiş, hakkını birlikte içmeye saklamıştı:) Keyifle içtik bol sütlü kahvelerimizi, güle-oynaya, harika zaman geçirdik. Sonra sırf beni görmek için Bornova'dan kalkıp Karşıyaka'ya gelen bu ışıklı kadını otobüse bindirip uğurladım, uzun süre el salladım arkasından. Adı gibi papatyalar açtırdı sanki içimde, evime dönerken yüzümde gülümseme vardı sayesinde:) İsterim ki sizler de okuyun onu, meselâ şu yazısını, suyun öte yanındaki sade ama çok güzel hayatına, serüvenine tanıklık edin, eminim seveceksiniz. Teşekkürler sevgili arkadaşım, ışığın daima seninle OLsun...

Hiç yorum yok: