15 Kasım 2009 Pazar

Hareketteki şiddet gayedeki hikmeti yok edermiş...


Geçenlerde çok eski bir arkadaşım telefon etti, bunda şaşılacak birşey yok tabii ki, zaten sık sık görüşürüz kendisiyle de bu defa canı biraz sıkkın gibiydi. Klasik hoşbeş muhabbetinden sonra fikirlerime ihtiyacı olduğunu söyledi, söylediğine göre kadın kadına bir konuşma ona iyi gelecekti, hayli sorunlu bir ilişkisi olduğu da zaten bilgim dahilindeydi. Bu benim başıma çok sık gelen birşeydir, evet, bir sürü konuda danışmanlık yapabilirim insanlara ama şu ''ilişki terapisi'' mevzuu beni hep zorlamıştır doğrusu. Her defasında da söylemişimdir, ''yâhû arkadaşlar, yapmayın-etmeyin Allah aşkına, kelin merhemi olsa önce kendi başına sürermiş, ben daralıyorum bu işlerden, vallahi bak, ebelek-gübelek, falan-filan...'' diye ama dinletemem karşımdakine. ''Yok, senin söylediklerin aynen çıkıyor, benim göremediğim bazı şeyleri sen görebiliyorsun, bi dinle hele, herşeyi anlatıcam sana, sonra düşündüklerini söyle, yeter valla...'' gibi cevaplar karşısında insanların niçin habire bana dökülesi, sırlarını, özelini anlatası geldiğini anlayamıyor olsam da, neticede kıyamayıp yelkenleri suya indiririm genellikle. Bir de işin şu tarafı var elbette, karşımdaki insan benden bir şekilde medet umarken, benim sanki çok matah birşeymişim gibi bundan kaçınmam ne kadar doğru diye düşünürüm, sırtıma kul hakkının ağır hırkasını giymekten çekinirim, ''sadece dinlesem bile faydası olur belki, nedir yani, kulaklarım mı aşınır?'' der ve kendimi kütedenek zorlu bir hikâyenin orta yerinde bulurum işte!.. Böyledir...


Efendime söyleyeyim; bu arkadaşımı da kıramadım ve  buluştuk. Biraz konuştuktan sonra konu beklediğim üzere partnerine geldi ve bizimki ağzındaki baklayı çıkarıverdi. ''Söyler misin bana'' dedi, ''bazı şartları ya da insanları değiştirmek neden bu kadar güç olmak zorunda? Ha?..'' Haliyle deriiiin bir nefes aldım ve belki de onbininci kez aynı şeyi anlatmaya başladım.

- Bak iki gözüm; bu değişim meselesine benim bakış açım hayli farklıdır, bir kere senin olmadığını
yâhût son derece zor olduğunu düşündüğün o değişim(ler) aslında kendiliğinden olmaktadır çünkü  evrende hiçbirşey değişime direnemez. Burada asıl konu bu değişimin senin istediğin yönde olmaması anladığım kadarıyla... İlişkiler bu ''değiştirme gayesi'' üzerine kurulduğunda zaten gömleğin düğmeleri baştan yanlış iliklenmeye başlamış oluyor, sona geldiğinde ya bir düğme fazla gelecek, ya da bir ilik eksik kalacak, yakalar bir türlü oturmayacak yani, bu kaçınılmaz. Her insan farklı kodlarla yaratılıyor, aynı DNA'dan klonlanmıyor ki... Evrenin temeli farklılıkların uyumu, ahengi üzerine kurulmuştur, ''ying/yang'' felsefesini hatırla, ya da zıt kutupların birbirini çekme kaidesini, anlayacağın bu farklılıklardan bütünleşme çıkartabilmek önemli. Bunu yapabiliyorsan zenginleşirsin, yok yapamazsan ''değiştireceğim, değiştirmeliyim, olmalı, olacak, istiyorum!'' hırsı içinde giderek yoksullaşır, tükenirsin. Hele de bu değiştirme zımbırtısı çift taraflı olursa, işte o zaman yandı gülüm keten helva!.. Hem; alıp karşına açık açık konuşmayı denedin mi hiç, asıl onu söyle sen bana...

- Yaa, deli misin? Kaç kere denedim hem de, konuşmaktan kaçınıyor, bahaneler uyduruyor, konuşsa da zaten net birşey söylemiyor, iletişim kuramıyoruz yani, daha çok deliriyorum! Sonunda vurup  kapıyı çıkıyor, ben de elime ne geçerse kırıp döküyorum, böyle giderse kafayı üşüteceğim valla!..

- İyi de; ben onu karşına alıp konuşmaktan bahsetmiyorum ki...

- Anlayamadım, nasıl yani?..

- Ben seni kastediyorum cancağızım, kendini karşına alıp sorgulamayı, gerçekten ne istiyor olduğunu anlamayı denedin mi demek istedim. Kişisel gelişim pratiklerindeki ''ayna yöntemi'', bizim ''face-embrace-erase'' dediğimiz ''yüzleş-kabûllen-sil'' uygulaması falan öyle işkembeden atılmış şeyler değil ki, denenmiş, sonuçları ve faydaları tespit edilmiş çalışmalar. İşe önce kendinden başlamalısın yani, bunun için banyondaki ayna sana çok yardımcı olacaktır, geç karşısına, kendine bak ve sormaya başla. ''Aslında ne istiyorum?'', ''bunu neden istiyorum?'', ''istediğimi neden gerçekleştiremiyorum?'', ''ben tam ortasında olmak istediğim bu hikâyenin aslında neresindeyim?'',  ''onun kim olduğunu biliyorum diyelim, peki ben kimim?'' gibi gibi... Unutma, dünya değişmez, sen ona baktığın açıyı değiştirebilirsin yalnızca, bunun için de durup baktığın yerden vazgeçmen ve yeni bir yer denemen gerekecektir. Aynı yerde çakılıp kalırsan etrafındaki herşey ve herkes hızla değişiyor olduğu halde sen bunu göremeyecek ve hep başkalarını suçlayacaksın, kurban kostümünü giymek kolaydır ama genellikle seni  saklamaktan, gizlemekten  başka hiçbir halta yaramaz. Yüzleşip kabûllenmediğin takdirde silip temizlemen de mümkün olamayacaktır, hep aynı fasit dairenin içinde dönüp duracak, tozları hep halının altına süpürecek ve ne yazık ki aynı deneyimleri tekrar tekrar yaşayacaksın. Bu da seni çok yoracaktır tabii, ve ihtimâl yorgunsun şimdi, kontrolü hep elinde tutacaksın, şartları denetleyecek ve kendine göre düzelteceksin diye canın çıktı,  değil mi?..


- Hem de nasıl, bir bilsen... Çok yorgunum, geceleri uyuyamıyorum, kafamda türlü düşünce dört dönüyor adeta, bazen çıldıracak gibi oluyorum! O kadar çok şey denedim ki düzeltmek için, ama olmuyor işte! Tartışmalarımız giderek şiddetleniyor, hırçınlaşıyorum, öfkeme hakim olamıyorum, sonradan pişman olacağım sözler söylüyorum, o da bana söylüyor! Herşey çözüleceğine sanki daha çok düğümleniyor! Ne yapmam gerektiğini gerçekten bilemiyorum, defalarca ayrılıp barıştık, biliyorsun, hâlâ direniyorum, deniyorum ve bütün bunlara rağmen farkında olduğum yegâne şey şu ki, onu seviyorum ve kaybetmek istemiyorum...

- Hmmm, anlıyorum, peki sevdiğin hakikaten o mu? Bunu sordun mu hiç kendine?..

- Tabii ki seviyorum, yoksa bütün bunlara niye katlanayım? Seninki de soru mu yani şimdi?..

- :) Ah be güzelim, içinde ''katlanmak'' olan bir cümle kuruyorsun, sonra da bana ''soru mu yani bu, elbette seviyorum'' diyorsun. Hakiki bir sevgide katlanmaya ihtiyaç duyulmaz ki, karşındaki sadece ''o'' olduğu için, ''kendisi'' olduğu için beklentisiz, öylece, olduğu gibi seversin. Bu olamıyorsa sevdiğin o değildir, korkarım sen onu değil, ona sahip olma vaziyetini ve bu hikâye içindeki kendi yerini, konumunu seviyorsun aslında. Kontrol etme, değiştirme, kendi ölçülerine uydurma gayretin de bundan. Yani sen onunla ''birlikte olma'' durumunu seviyorsun, derdin onunla ''bir'' olmak, iki farklılıktan bir ''bütünlük'' oluşturmak değil. Bu yüzden onu ve etrafındaki insanları, şartları, şunları-bunları durmadan yargılıyorsun, kendin hariç...  Hâlbûki; şöyle bir düşünürsen seni bir kalıba sokmak, kendilerine göre değiştirmek isteyenlere nasıl direndiğini muhtemelen göreceksin. Onu törpülemek ve kafandaki şablona oturtmak için çok yıpranıyorsun ama kendi sivriliklerini görmekten, bunlarla yüzleşmekten kaçınıyorsun. Suya direnecek yerde onunla beraber akmayı denesen belki sağa-sola çarpacaksın, biraz canın yanacak ama emin ol, şimdikinden çok daha huzurlu olacaksın. Sen fırtınayla beraber esip savrulmayı seçiyorsun, fırtınanın gözü en sakin yerdir hâlbûki, orada durmayı becerebilen hiç zarar görmez, etraftaki herşey yıkılıp gider ama fırtınanın gözünde durabilen sağ kalır şekerim...

Söylediklerim onu epey düşündürdü, soğumuş kahvesinden bir yudum aldı, bir sonraki cümlesini şimdiden kestirebildiğimden devam ettim.

- Haa, sen şimdi bana diyeceksin ki ''bunları böyle patır patır söylemek kolay tabii, sanki sen bunları her zaman yapabildin mi?'' Cevabım ''yoo'' olacak, merak etme, baştan da söyledim zaten, ben bir ''ilişki gurusu'' değilim, o işi İlhan Uçkan gayet güzel beceriyor, ben onun yanında bırak ''ilişki gurusu'' olmayı, bildiğin ''kayısı kurusu'' bile sayılmam:)  Ama en azından yaşadıklarımı sorgulamayı ve bunlardan ders çıkarmayı öğrendim, çoğu kez kendimle dalga geçerek ve aynadaki sûretime ''böööö!'' diye dil çıkararak  olaylarla, insanlarla, hâttâ sol mememi alıp götüren kanserimle bile yüzleştim. Eskiden kabûllenmeye şiddetle direnirdim ama şimdi hiç öyle değilim, artık prensibim şu: ''laissez faire, laissez passer'' yani ''bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler'', ünlü İskoçyalı ekonomist ve filozof Adam Smith'in çok bildik sözüdür kendisi,  bunu daha üniversite birinci sınıfta, ilk derslerimden birinde öğrenmiştim. O zamanlar belki fazla birşey ifade etmiyordu benim için ama işte kırklı yaşlarımda adamın aslında ne demek istediğini ''dankkk!''  diye farkettim. Çok değerli bir farkındalık oldu bu benim için. Bunu farkettiğim an, değişmeye kendimden başlamadıkça hiçbirşeyi ve hiçkimseyi asla değiştiremeyeceğim hakikatini de kabûllendim. Ve hakikaten ''hareketteki şiddet gayedeki hikmeti yok edermiş'' meğer, önce kendim, sonra da bütünün hayrı için  gerektiğinde salmayı, bırakmayı, hiçbirşeye ve hiçkimseye sımsıkı tutunmamayı,  akışa uyumlanmayı, bir başka deyişle ''gerekiyorsa kaybetmeyi paşa paşa göze almayı''  ben böyle böyle öğrendim. Bu neye benziyor, biliyor musun? Hani Facebook'ta pek moda olan ''Profilime Kimler Bakmış, Acep Fotoğraflarımı Kimler Dikizlemiş?'' gibi saçma-sapan bazı aplikasyonlar var ya, bu aslında gönüllü olarak katıldığın global bir bilgi ağında dahî herşeyi kontrol altında tutma isteğinden kaynaklanıyor. Ulen sen zaten orada profil açmışsın, fotoğraflarını, bilgilerini döşenmişsin, bunu silah zoruyla yapmadığına göre sana ne profiline kimlerin baktığından zevzek! Öğrensen ne olacak, hesap mı soracaksın insanlara profilime niye baktın diye? Sonra, profiline bakılmasını istemiyorsan orada işin ne, orası insanların birbirini bulması için oluşturulmuş bir ağ zaten. Haaa, bir şekilde rahatsız edilirsin, tacize uğrarsın, sana dadanırlar falan, anlarım. O zaman da senin bilgilerine ulaşmasını istemediğin kişileri bloklarsın, olur-biter! Geçenlerde sırf işe yaramadığını ispatlamak adına bana gelen bu şekilde bir grup davetine icabet ettim, hâttâ aynı daveti sana da göndermiştim, tamamen fos çıktı tabii:) Bu herşeyi, her halükârda kontrol altında tutma, herşeye müdahale etme vaziyeti insanları dipsiz bir saçmalığa sürüklüyor ne yazık ki. Anlatabildim mi bilmem?..

- Anladım... Da; şimdi ben ne yapacağım yani, çekip gitmesine göz mü yumacağım? O kadar emek verdim, yaptıklarını belki yüzlerce defa affettim, ne çok zaman ve enerji harcadım herşeyin düzelmesi için, yazık değil mi?..

- Bu hesaplara girersen elbette yazık ama yolunda gitmeyen şeylerin gerçekliğini kabûlden uzak vaziyette, habire tırmalayarak, karşındakini değiştirmeye uğraşarak  geçireceğin zamana bence daha çok yazık. Gitmeyi kafasına koymuş biri (bu sen de olabilirsin, o da, bu da, şu da, hiç farketmez) eninde-sonunda gider zaten. Kapıya kilit vursan  pencereden çıkar gider, pencereyi mühürlesen bu defa bacayı dener, yani bir şekilde gider. Belki istese de kalamıyordur, belki de kalmaya zorlanmayı  istemiyordur, ''belki''lerin hepsi geçerli olabilir. Ben kaç defa öyle yaptım meselâ, biliyorum, sen de yaptın, hatırlasana... ''Zor'' oyunu her halükârda bozuyor be iki gözüm,  Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek var mı Allah aşkına? Olmuyorsa olmuyordur, illâ olduracağım diye tepinmenin kime ne faydası var? Sen gitmek istiyorsan toparlan git, yok o ''gideceğim'' diyorsa bırak gitsin, bu işler o kadar da karmaşık değil aslında, herkesin seçim yapma hakkı olmalı ve bu hak elbette gayet eşit kalmalı. Sahip olduğumuzu sandığımız herşeyi her an kaybedebiliriz, buna en başta bizzat kendimiz dahiliz. İlişkilerde gaye iki farklı insan olarak ''bir'' olmaksa her kasırga zaten atlatılır ama yok o değil de, ne olursa olsun illâ ''birlikte'' olmak, öyle kalmak  ya da en acısı  öyle sanmaksa işte o vakit ''yazık olur'' asıl, hayat önünden akar, sen de ona aval aval bakarsın... Ü-hüüüü, vakit de epey ilerlemiş haa, sen daha oğlanı okuldan alacaksın... Bana bak, tekrar söylüyorum, git ona da söyle aynen, sonra bir de o beni ''bir bilen'' olarak aramaya falan kalkmasın sakın! Hem ben zaten bu ikili ilişki  cambazlıklarını  beceremeyen,  artık gayet de lüzûmsuz bulan biriyim, bütün bunları da sen sordun diye söyledim, yani benden bu kadar güzelim, sizin dertlerinizle uğraşamam daha fazla, işim-gücüm var benim, aaaa!..

Arkadaşım gülümsedi, ''bilmem ki'' dedi, ''hani o da seninle buluşup konuşsa fena olmaz gibi:)'' Ona da ''böööööö!'' diye dil çıkardım tabii, sonra hesabı ödeyip kalktık, sahilde kolkola yürürken de Ortadoğu ve Balkanların en acaip, en anlaşılmaz şarkı sözlerini yazabilme becerisine sahip sanatçımız Serdar Ortaç'ın meşhur şarkısını gülerek birlikte mırıldandık:

''Hayaaaaat, beni neden yoruyosuuuun? Madem çok günaaaah, oyunu sen bozuyosuun. Lay lay   looom, sebebi çooook...'' :)



9 yorum:

reviga dedi ki...

"konjonktür"üme yaraşır bu yazıyı, 2-3 defa'da ağır ağır okudum. Dünya değişmez ve fırtınanın gözü en sakin yerdir sözleri tekrarlanası favorilerim oldu. Elinize, aklınıza sağlık...

Handan Demiralp dedi ki...

Asıl senin konjonktürüne ve gözlerine sağlık:) Mâlûm; Pazar yazısı olduğundan biraz uzuuuun oldu da. Gönülden teşekkür ederim, sevgimle... Daima...

Unknown dedi ki...

Çok güzel, çok anlamlı bir yazı olmuş; yüreğinize, bilincinize güzel ruhunuza, emeğinize sağlık. Büyük bir beğeniyle birkaç kez okudum. Bazen sevgiyle gülümsedim, bazen söyledikleriniz üzerine uzun uzun düşündüm. “ilişki gurusu'' değilim, o işi İlhan Uçkan gayet güzel beceriyor, ben onun yanında bırak ''ilişki gurusu'' olmayı, bildiğin ''kayısı kurusu'' bile sayılmam:)”

Bence siz danışmanlıkta, iletişimde, mesleğinizde (…) çok ama çok başarılısınız. Hepimizin sizden öğrendiği, öğreneceği çok şey var. Hatta yazınızı o kadar anlamlı buldum ki izniniz olursa sayfanızın linkini sevgili öğretmenlerimden biri olan Doğan Cüceloğlu ile paylaşmak istiyorum. Pazar günleri hocamın Tv 8 “10.50”de yayınlanan programı var. Bazen programlarına konuk alır, insan ilişkilerini masaya yatırır. Sizin düşüncelerinizi okuyunca paylaşımınızı anlamlı bulacağına yürekten inanıyorum. Bu güzel düşüncelerden onun da haberi olsun istiyorum…

Sevgim, saygım ve selamlarımla…

Handan Demiralp dedi ki...

Muchas gracias, bu yazımı zihnine dokunduran, yüreğiyle okuyan ve faydalanan herkese... Dünyanın her yerideki okurlara, bakarlara, sevgimle, teşekkürümle:)

Pirate/Korsan dedi ki...

Ben arıyorum hemen dermişim... 0 5 3...... :))) Çok güzel de ah bir de başarabilsek...(Hakan&Korsan)

Handan Demiralp dedi ki...

Hakan'cığım; benim favori şarkım hep şuydu ve o olarak da kalacak:
Yalnızlık benim eski sevgilim,
Yalnızlık benim en vefalı yarim,
Ben onu kimler için terkettim,
O beni bırakmıyor...

Bu mudur şekerim, budur... Sevgimle:)

Unknown dedi ki...

Birçok birliktelik birbirini değiştirme sevdası yüzünden ziyan olmuş, tatsız duruma düşmüş, sıradanlaşmış, hatta kardeş ilişkisine dönüşmüştür. Oysa birliktelikleri bana göre güzel yapan, ilişkiyi geliştiren, zenginleştiren benzerliklerden çok farklılıklardır. ( Bu farklılıklar sayesinde 22 yıldır eşimle mutlu bir birlikteliği sürdürüyorum. Benzerlikler ilişkimize güzellikler katarken, farklılıklar ilişkimize zenginlik katıyor )

Birbirlerinin aynısı olan iki insan, kendilerine benzetmeye çalıştıkları insan bir zaman sonra kendilerini sıkar. Çünkü her şey artık sıradanlaşmıştır. İlişiklerde farklı arayışlar içersine girmeler de genelde bu yüzdendir. Bir çift bir elmanın iki yarısı değil, farklı iki elmanın bir arada yaşamasıdır. Farklı anne babadan, farklı çevreden, farklı koşullardan yetişmiş, genleri farklı olan iki insanın elbet farklılıkları olacaktır. Kardeşlerimizle bile farklıyız, benzerliklerimiz olsa da farklılıklarımız daha çok. Bizler de eş seçimi yaparken benzerliklerimizden çok bizde olmayan farklılıklarımızı eşimizde fark ettiğimiz için o kişiyi seçeriz. Sonra da ne yaman çelişkiyse, kendimize benzetmeye çalışırız. Bir ilişkide iki kişi özgür ve eşit koşullarda var olabiliyor. Hobi ve yeteneklerini ortaya koyabiliyor, kendine ait ortamlar sağlanabiliyorsa o ilişki doğal ve özel olur. Birbirine bağımlı değil, bağlı olabiliyorsak bence ilişki anlamlı ve zengin olur. Sizin düşüncelerinize ek olarak kendi duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Sevgim ve teşekkürlerimle…

Unknown dedi ki...

Değerli Güzel İnsan,

Baver Ergün bey sizi çok güzel anlatmış. Yazısını ilk yayınlandığı tarihlerde okuduğum gibi bugün tekrar okudum. Kendisinden Allah razı olsun. Yüreğine sağlık.

Sizin yalnız olduğunuzu kim söylemiş? Önce Allah, sonra sevdikleriniz, sizi sevenler (yardımına koştuğunuz tüm canlar) ve büyük bir hayran kitleniz var. Siz bu güzel değerlere kolay sahip olmadınız. Çok emek verdiniz, çok anlamlı yazılar yazdınız, yine çok anlamlı, insanları geliştiren özel programlar yaptınız. Dişinizle, tırnağınızla olağan üstü çabalarınızla ve çok şükür Allahın yardımıyla bugünlere geldiniz. Değerleriniz uğrunda gün geldi sağlığınızı kaybettiniz. Bu günlere şükürler olsun. Daha uzun yıllar sağlıkla, sevdiklerinizle ve sevenlerinizle yaşarsınız inşallah.

25 yıldır öğretmenlik yapan, öğretirken öğrenen, kişisel gelişimimizin gerekliliğine inanan
( 46 yaşında) biriyim. Hayatıma birçok insan girdi, çıktı. Vs. Mesleğim gereği birçok insanı tanıma fırsatı buldum. Ben hayatım boyunca sizin kadar kişisel ve çevresel gelişimine katkısı olan, güzel yürekli, merhametli, sevgi dolu, çok kültürlü ( ayaklı kütüphane gibi) çok yönlü ikinci bir bayan insan tanımadım. Bunu Allah, ailem, yakın çevrem biliyor, siz de bilin istedim. Sizden öğrendiğim her şey için, öğretmenliğiniz, hayatıma kazandırdığınız güzellikler için size çok teşekkür ediyor, sizden Allah razı olsun diyorum. İyi ki sizi tanıdım, iyi ki sizi çok sevdim. İyi ki sizinle dostluk yapma şansına sahip oldum. Allah’a şükürler olsun...

Sevgim, saygım ve iyi dileklerimle...

Handan Demiralp dedi ki...

''BAĞIMLI'' değil, ''BAĞLI'' olma ifadesini takdirle karşıladım. Her türlü bağımlılıkta marazî bir taraf var, ilişkilerde de bu böyle. ''Bitiremeyiz, bitiremezsin çünkü...'' ile başlayan cümleler de daha ziyade bunun işareti zaten. Katkılar için teşekkürler...