7 Aralık 2012 Cuma

Melekler iş başında:)

 
Trafiği yoğun bir gündü, öğle üzeri TRT'den gelen bir telefon Cuma sabahı ''TRT Belgesel Kanalı''nda yayınlanacak ''Buluşma Noktası: Türkiye'' programında, İzmir Fuarı'ndan yapılacak canlı yayında görevlendirildiğimi ve öğleden sonra yapım-yayın ekibiyle acil toplantıya girmem gerektiğini haber veriyordu. Bu evvelden plânlanmış bir durum değildi, son dakika gelişmesiydi. Üstelik hava çok suratsızdı, yağmur indirmek üzereydi ve benim hemen hazırlanıp çıkmam gerekiyordu! Cep telefonumla birkaç görüşme yaptım ve sonra bizim köpek kızı hızlı bir ihtiyaç giderme turuna çıkarmak üzere parka yöneldim. Bu arada; arayanlara cevap verebilmek için cep telefonumu alelacele montumun cebine koyuverdim, öyle çıplak, kılıfsız-mılıfsız yani. Biz daha parkın ortasına gelmemişken yağmur başladı, adımlarımızı hızlandırdık ve kısa bir tur yapıp hemen eve döndük. Üzerimi değiştirmek için yukarı çıkarken cebime koyduğum cep telefonumu hatırladım ve ben hazırlanana kadar şarja takayım bari diyerek elimi cebime attım. Lâkin cep telefonum olması gereken yerde, cebimde değildi. Oysa çıkarken montumun cebine koyduğumdan çok emindim. Gene de; belki hafızam beni yanıltıyordur diyerek evdeki sabit telefondan cebimi aradım, hani cep telefonunu koyduğumuz yeri bulamadığımızda hep yaparız ya, zil sesinden kolayca bulmak için... Telefonum çalıyordu, ancak evin içinden ona ait en ufak bir ses yoktu. Telefon ne yazık ki evde değildi!..

Bu durumda mecburen elimde kablosuz ev telefonu, bir yandan da kendi cep numaramı arayarak artık iyice hızlanmış olan yağmurun altında az önce dolaştığım yerleri tekrar turladım, kulağım seste, gözüm yerdeydi fakat cep telefonumdan en ufak bir iz dahî yoktu! Mütemadiyen çaldırdığım telefonum da açılmıyordu. Evet, kabûl ediyorum, bu hayli can sıkıcı bir durumdu... Toplantıya yetişmek için acele etmeliydim, yağmur hızını artırıyordu, bir müddet daha aranıp adamakıllı ıslandıktan sonra umudu kestim. Gerisin geri eve döndüm. Kısa bir süre önce aldığım o akıllı telefon artık benimle olan bağını kesmiş ve benden gitmişti, demek ki kısmetimden çıkmıştı, yapacak bir şey yoktu. Parkın bir köşesinde çalıyor olduğunu varsaysam bile, bu yağmur altında onun elektronik aklı pek de işe yaramaz, nasılsa bir süre sonra akıllıdan sıfır zekâya dönerdi! Ben aranırken parka gelen üç-beş ergen delikanlıya etrafta bu model ve bu renkte bir cep telefonu görüp görmediklerini sormuştum, görmediklerini söylemişlerdi. Üstelik içlerinden biri gülerek ''o marka bir telefonu yerde bulan hemen cebine atar zaten, elinde gezdirecek hali yok ya, bulsa bile geri vermez, çoktan uçmuştur o, boşuna aramayın bence...'' dediğinde, telefonumu bu arkadaşlardan birinin bulması halinde akıbetin ne olacağı da net bir şekilde ortaya konmuştu, mantık böyle bir mantıktı yani:) Bunun kaybetmeyi, vazgeçmeyi, bırakmayı deneyimleten bir ders olduğunu düşündüm, sim kartımı bloke ettirir, teknik olarak mümkünse telefon rehberimi yeniden yükletir ve başka bir telefon alırdım, elbette bu durum tarifeme ekli olarak gelen telefonun cihaz bedelini ödememi engellemeyecekti, ne yapalım, demek ki böyle olması gerekmişti. Vaziyeti kabûllendim, ''vardır bunda da bir hayır'' moduna geçtim ve tam da o sırada halen kapatma tuşuna basmamış olduğum ev telefonumdan ''alooo'' diye bir ses geldi! Biri nihayet cep telefonumu açmıştı...

Kendimi tanıttım ve kısa bir süre önce cep telefonumu parkta düşürmüş olduğumu tahmin ettiğimi söyledim karşımdaki kişiye...  Yumuşak, genç sesli bir erkekti, parktan geçerken telefonu yerde görerek almış olduğunu belirtti. ''Epey aradım ama açılmadı telefon?..'' dediğimde açmasını bilemediğini, bu sebepten açamadığını ifade etti, sesinde yalan söyleme enerjisi hissetmedim ama biraz tedirgin, hayli ürkekti. Artık evine dönmüş olduğunu ama kısa bir süre içinde parka geri gelip telefonu vereceğini söyledi. Ona inanmaktan ve beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Öyle de yaptım...

Bir müddet sonra, şakır şakır yağan yağmurun altında üzerinde yağmurluk olan bisikletli biri parka girdi, bisikletin ön kısmında dokuz-on yaşlarında bir erkek çocuk oturuyordu. Gelecek olan kişiyi tanımıyordum, o da beni tanımıyordu tabii. O olup olmadığını bilmediğim halde evin önünden bisikletle geçen şahsa ''ben buradayım'' diye seslendim, geri döndü. Kapüşonunun altından belli-belirsiz gördüğüm yüz genç bir adama aitti. Bisikleti tutması için çocuğa verdi, yağmurluğunun iç cebini karıştırmaya başladı ve cep telefonumu çıkartıp bana uzattı. ''Islanıp bozulmasın diye iç cebime koydum, beklettim sizi, kusura bakmayın...'' dedi, ''bu model telefonların nasıl kullanılacağını bilmiyorum, tuşu falan yok ya, o yüzden açmayı beceremedim, tesadüfen açıldı ve sizinle konuştum, aklınıza başka bir şey gelmedi inşallah...'' diye ekledi. Şaşkınlıkla ağzımda bir şeyler geveledim, aklıma başka şeyler gelmişti tabii ama? Elimde tuttuğum ıslak kartvizitimi uzattım, içtenlikle ve defalarca teşekkür ettim, bir ara beni aramasını da rica ederek yağmur altında bisikleti ve çocuğuyla uzaklaşan genç adamın ardından bakakaldım. Karma üzerine sıkça düşünüp okuduğum-yazdığım şu sıralarda, karşıma çıkartılan bu olağanüstü deneyim muazzam bir şükür vesilesiydi elbette, bütün varlığımla şükrettim...

Hep birlikte deneyimlediğimiz dünya hayatında, zamanın bu boyutunda ''iyi''yle ''kötü'' daima yanyanaydı, olayların nasıl gelişip şekilleneceği de bu olayda görüldüğü üzere, tamamen seçimlere bağlıydı. Belediye işçisi olan bu genç adam işten eve dönerken  yerde bulduğu telefonu almıştı ama niyeti ona ait olmayan bu şeyden faydalanmak değildi. Fiyatı hayli pahalı bir telefondu, üstelik yepyeniydi, kolayca satılabilir ya da sim kartı değiştirilerek kullanılabilirdi, bunlara engel teşkil edebilecek tek bir şey vardı ki; o da Karşıyaka Belediyesi bünyesinde hizmet veren Aktaş Temizlik Firması'nın elemanı sevgili Tuncay Demir'in vicdanıydı. İki çocuk babası bu genç adam saniyelik seçimini ''iyilik''ten yana yapmış ve böylelikle pozitif bir karma döngüsü oluşturmuştu. İşi sokakları süpürüp temizlemekti, isteseydi çok farklı bir seçim yaparak telefonu hiç açmayabilir, ya da bazı vicdansızların yaptığı gibi açıp ''düşürmeseydin kardeşim, kaybetmeseydin, bana ne, sahip çıksaydın telefonuna!..'' diyerek o telefonu vicdanının sesiyle birlikte son kez kapatabilir, ardından da ulaşılmaz olabilirdi. Yapmadı. Bu sebepten; bu temiz vicdanlı emekçi kardeşimizin adı-soyadı bulup sahibine iade ettiği o cep telefonunun rehberinde şimdi başında parantez içindeki ''melek'' ibaresiyle kayıtlı. Belki bir aylık maaşından yüksek fiyatlara satılan bu telefonu bulup, içindeki kartı söküp attıktan sonra götürüp satmayı ya da kendisi kullanmayı seçmemiş olduğu için çoğu kişinin gözünde ''enayi''dir, öyle düşünenler de olabilir. Ama o, basit bir seçimle oluşturduğu bu karma döngüsü içinde hem benden, hem de ilâhî sistemden hakettiği mükâfatı alacak, belki zorda-darda olduğu ve hiç ummadığı bir anda meleklerin dokunuşunu hissedecek, sıkıntısı ferahlıkla yer değiştirecektir, orası kesin...

Vicdanınız aslında koruyucu meleklerinizin fısıltısıdır, onlar öyle bar-bar bağırmaz, ortalığı velveleye vermez, sadece sükûnetle iyiliği hatırlatır. Dinleyip dinlememek size kalmıştır. Bugün meleklerim hep yanıbaşımda OLduklarını bir defa daha gösterdiler, içinde dünyevî sınavlar da gizli olan bu hadiseyle ''ilâhî akışa güvenmenin ve direnmek yerine bazen kabûllenmenin, salmanın, bırakmanın'' önemine işaret ettiler. Tam kaybetmeyi kabûllenip tutunmaktan vezgeçtiğim ve ''vardır bunda da bir hayır elbet...'' deyip akışa bıraktığım o ''an''da açıldı telefon. Daha evvel; iki tam gün süren eğitiminden geçtiğim ve hakikâtte ne olduğunu, nasıl gerçekleştiğini öğrenerek sertifikasını aldığım ''İlâhî Dokunuş'' işte buydu. ''Karma Yasası'' işte tam da bu şekilde çalışıyordu. Kişisel tarihimdeki tek örnek bu değildi üstelik, vaktiyle İstanbul şehrinin en kalabalık hatlarından olan Üsküdar-Beşiktaş yolcu teknelerinden birinde, canlı yayına yetişme telâşıyla unuttuğum gıcır gıcır, hayli pahalı, son model profesyonel dijital fotoğraf makinemi çantasıyla birlikte oturduğum yerde, öylece bulan görevliler muhafazaya almış ve neden sonra farkedip çok umutsuzca sormaya giden bana gülümseyerek iade etmişlerdi. Hem İstanbul'da, hem de İzmir'de, bitişik olduğumuz apartman ve dairelere aynı gece sırayla giren hırsızlar çelik kapılı evleri soyup soğana çevirmiş, ancak sanki bizim evi atlamış, benim gece yayınında olmama ve çok kolay açılabilecek dandik kapı kilitlerine rağmen bize uğramamışlardı? İçinde kredi kartlarım, bütün kimliklerim ve param olan cüzdanlarım, düşürdüğüm sarı basın kartım, hem de İstanbul gibi bir şehirde bir değil, birkaç defa bu şekilde bana geri dönmüştü. Tamamı şans mıydı dersiniz? Kısmetten çıkmayan belki ait OLduğu yere geri dönüyordu ama bu işte niyet faktörü, evrensel alma-verme dengesi ve bugüne kadar oluşturulan karmaların payı çok büyüktü, buna hep inandım ve öyle yaşadım, sonuçlarını da gördüm. Ne denebilir ki daha başka, teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim, bu son hikâye içinde varolan görünür ya da görünmez herkese, herşeye... Şükürler OLsun Allah'ım bütün bu çok değerli ders ve deneyimlere :)

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Tuncay DEMİRE bir alkışşş.... Helal olsunn sanaa helal olsunn.... Tuncay sen bizim herşeyimizsinn...Oleeyy oleyyy =D çok sevindim.. vicdan denen o kalp sızısının hala var oldugunu bilmek çok güzel, çok sevindim.. yazının sonunu soluksuz okudum. Ya hem ben o telefonun ayarını lizbon dönüşünde yeni yapmıştım yahuu o kadar ayar çektim ettim seninle muhabbetlerim yarım kaldı Tuncay kardeş emeğim çok o telefonda en doğrusunu yapmışsın kardeşim yoksaa valla sittin sene söylenirdim he!! e bide prencesa bana ulaşamıyo sonra valla söylenip duruyorummm.. =D

Adsız dedi ki...

Ha bide şu Melek ünvanını bi dahamı düşünsek!!?? =/ yani kahraman flan olsa?? ,,, melek dahamı beni çağrıştırıyo ne?? =/

Handan Demiralp dedi ki...

:) Aynen ben de katılıyorum bu ifadelere, bazen ''şans'' gibi görünen olayların ardında çok başka düzenlemeler vardır, bunun farkında OLduğunda her şey aydınlanır. Telefonumla arandaki teknolojik aşk onun gitmesine engel oldu belki de, olamaz mı?:)Her halükârda teşekkür ederim sana, zira mevcut sorunları şak diye çözen sendin, Tuncay Bey de devamını getirdi bir anlamda. Sevgimle kucaklıyorum seni, melek ya da kahraman, niteleme çok mühim değil, hepiniz iyi ki varsınız:) Kucakladım...