3 Aralık 2012 Pazartesi

Her hâlükârda...


Taraftarı olduğu takımın maçı varsa eğer, maç süresince onu kendi haline bırakmak, soru sormamak, konsantrasyonunu bozmamak en iyisi, bunu artık öğrendik:) Oturur, kalkar, bazen hoplar, zıplar, kaçan pozisyonlarda elini alnına vurup ''tühhh be!..'' der, beğendiği durumları coşkuyla alkışlar, yerinde sabit duramaz, hep hareket halindedir. Bize sorarsanız; takımının maçı varken maçı değil, hocayı seyretmek çok daha ilginçtir ve bu süre içinde dikkatini dağıtacak bir şey yapmamak, onu maçıyla başbaşa bırakmak gerekir... (Gerçi ben gıcıklığına ''hocam bu rasta saçlı siyahî futbolcu kim, bu sarışın adamın adı ne, nereli bu, aaa, şu bilmemkim değil mi?..'' vs.vs. gibi sinir sorular sormayı severim ona ama, fazla uzatmam tabii, hocamdır ne de olsa:)
 
Maç bitince hayat da normale döner. Eliyle yapıp teee İstanbul'lardan getirdiği o nefis turşuları, palamut lâkerdalarını, mutfakta yarattığı harikaları tatmak için artık ortam müsaittir:) Bizzat mutfağa girip özenle pişirdiği ve nasıl yapıldığını bizlere de öğrettiği çok lezzetli yemekleri yemek neyse ne de; biz ona asıl başka şeyler için müteşekkîrizdir. Gezegenimize akan enerji frekansları değişir, hiç ummadığımız ve alışık olmadığımız şekilde kimi kozmik-spiritüel hadiseler gelişir ve bizler ölmeyip hayatta kalırsak, ''farklı şartlarda bu boyutta yola devam...'' denilenlerden olursak, ellerinde artık hiçbir işe yaramayacak cep telefonlarıyla, karanlık içinde bir yerlere tutunmaya çalışarak, korku ve panikle ağlayarak sağa-sola koşturan, feryat-figân edenlerden, değişen durumlara rağmen dünyevî olanlara sımsıkı yapışıp kalanlardan, daha evvel uyanmaya direndiği için şimdi olanlar karşısında sert bir şekilde, ansızın uyanarak dehşetle savrulanlardan olmamak için  bizi donatmış, uyumlanmaya hazırlamış ve böyle bir durumda sükûnetle akışta kalarak ''fırtınanın gözü''nde durabilmeyi bize öğretmiştir ki; bu kuşkusuz yemeklerden çok daha mühim ve değerlidir. İlâhî akışa güvenmeyi ve korkularımızın üzerine üzerine gitmeyi biz ondan öğrendik, zaman zaman damarımıza basarak, terletip yorarak, ağlaya-zırlaya ruhumuzu didik didik ederek yüzleştirdi bizi kendimizle, ezberlerimizi bozdu ama onların yerine yepyeni ve çok değerli bilgiler koymak kaydı ile yaptı bunu... Neredeyse bir yıldır İzmir-İstanbul arasında mekik dokuyarak bizlere ve isteyenlere eğitimler veriyor, bireysel terapi seansları yapıyor, iyi ki kesişmiş yollarımız, iyi ki tanımışız onu. Varsın seyretsin koyu taraftarı olduğu Fenerbahçe'nin maçlarını, ne olacak yani, biz bekleriz:) Her hâlükârda değerli hocamız Sami Şarhon'a çok teşekkür ederiz...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

=) HE hee Sami bey boşuna eğitmen olmamış.. Hangi takımın taraftarı olacağını çok iyi biliyor.. Türkiyede iki takım vardır, biri FENERBAHÇE bide ötekileri. =)

Handan Demiralp dedi ki...

Futbol polemiğine girmeyelim, alooo:)Sami Hoca tutkulu bir taraftar, evet, bu tarafıyla da sıkça yüzleşir, eski bilinç seviyesine göre bırakamadığı tek şeyin bu olduğunu söyler. Biz de hürmet ederiz elbette. Sustur bakiim egonu Fenerbahçeli, hepimiz aynı suyun balıklarıyız neticede:) Kucakladım seni...
(Bu arada; Pazara derbiniz var galiba, değil mi? Allah herkesin gönküne göre versin der, kenara çekilirim, neme lâzım?:)