19 Ekim 2012 Cuma

Şu Lizbon dedikleri bir tuhaf şehir...


El yapımı çinileri ve bunlarla süslü yapılarıyla da meşhur olan Lizbon'da, bazı eski binaların duvarlarını kaplayan çiniler ya zamana  ve hava şartlarına yenik düşüp dökülmüş, ya da şarapçı serseriler tarafından teker teker yerinden sökülüp turistlere üç-beş euroya okutulmuş. Ama duvar sanatçılarının yüreği kaldırmamış bu durumu, onlardan eksilen kısımları aynı şekilde boyamışlar. Yarım bırakmalarının sebebi de bir nevî kınama olsa gerektir, olsun, ben gene de bu eskiyi yakalama ve yaşatma gayretini takdir ettim, aferin...

''Bu ev benim olsaydı kendimi nasıl hissederdim?..''in fotoğrafı:) Dökülüyor olduğuna bakmayın, önünde ufacık bir bahçesi var ve arka cephesi muazzam bir manzaraya sahip. Lizbon'un üzerine kurulu olduğu yedi tepenin birinde, eski Arap mahallesi olan ''Alfama'' bölgesinde, şehre ve nehre tepeden bakıyor. Tarihî tramvaydan başka ulaşım aracı yok buralara, tramvaydan inip mahallene yürüyeceksin kardeşim, köşede bakkalın-manavın zaten var, sessiz, sakin, korna, egzos, acı fren sesi, kuduruk ergen vandallığı falan yok! Evsizler bile battaniyelerine sarınıp sessizce uyuyor bir köşede, kavga eden, itişen, bağırıp çağıran kimse görmedim? Her basamağa kondur bizim kedi çocuklardan birer tane, köpek kız Fadik bahçeyi sahiplensin, ben de bu güzel evin mutfağında sevdiklerime aşkla yemekler pişireyim, sonra manzaraya karşı oturup... O-hoooo, bu hayâlin sonu gelmez ki, değil mi ya?:) 

Melekler her zaman, her yerde bizimle. Elbette Lizbon'da da öyle...

Hindistan'da taksi yerine yaygın olarak kullanılan pratik ve ucuz taşıt ''tuk-tuk'' burada da çıkmasın mı karşımıza?:) El sallayan arkadaş, bu şeker şeyle turistleri dolaştıran tuk-tuk şoförü, işsizliğin ve ekonomik krizin giderek tırmandığı Portekiz'de bir işi olduğu için mutlu olsa gerek...

Bu ''Fatima Meryem''i; 13 Mayıs 1917'de, bugünün şartlarında Lizbon'a 1.5  saat kadar uzaklıktaki Fatima köyünde koyunlarını otlatan üç çoban kardeşe görünen ve onlara bazı sırlar veren bildiğimiz Meryem Ana yani. Şimdi orası çok mühim ve kutsal kabûl edilen bir hac yeri, dünyanın dört bir tarafından devasız derde düşmüş, hasta, sakat, koyu dindar insanların koşa koşa gittiği ve bu mucizenin gerçekleştiği yerden medet umduğu bir bölge. Orada her ne olmuş olursa olsun, ''İlahî OLan'' oraya inanarak gidenlerin hayır dualarını, ibadetlerini ve haclarını kabûl buyursun...

Kucağında bebek İsa ile gene Hz.Meryem ve aşağıdakilere manîdar bir bakış... 1147 yılından kalma Santa Maria Maior de Lisboa Katedrali'nde, bugün taze taze çekildi bu fotoğraf sizler için:)

Bildiğimiz sardalya bu şehrin neredeyse mübarek sayılan balığı, çünkü vaktiyle en önemli geçim kaynağı olmuş insanlara, çok ekmek yemişler sardalya avlayıp işleyerek ve satarak. Hâlâ Lizbon'un en karakteristik hediyelerinden sayılıyor sardalya konservesi, sardalya kızartması da en kolay ulaşabileceğiniz yiyecek, her yerde bulmak mümkün. Buradan hareketle; Portekiz halkı ''sardinha'' dedikleri bu balığa duydukları saygıyı çeşitli şekillerde ifade ediyor, sardalyayı her vesileyle onurlandırıyor, hediyelik eşya satan dükkânlarda da sardalya şeklinde bin türlü ıvır-zıvır var, bu kumaştan sardalyalar da çok sevimli, değil mi?:)
 

Alfama semtindeki bu eskici dükkânından sökerek çıkartabildiler beni! 2.fotoğraftaki el boyaması ahşap kukla gerçek insan boyunda ve yüzündeki hüzünlü ifade beni vitrinin önüne çiviledi adetâ. Burada satılan herşey en az yüz yıllık, öldüm-bittim, ruhumu orada bıraktım, o kadar diyorum yani!..
 

Alfama'nın rengârenk duvarlarına iliştirdim kendimi, hepsi ayrı bir  hikâye fısıldıyor insanın kulağına, dikkate almalı, duymalı onları, dinlemeli...
 
 
 

Ve onlar; gördüğümüze sevindiğimiz canlar... Lizbon denen bu tuhaf ve büyülü şehirde sokak hayvanı neredeyse hiç yok,  bugün Alfama'da bu kedilere rastlamasaydık ''neredeyse'' ifadesini de kaldırır ve ''hiç yok'' derdim. ''Gel pisi pisi...'' falan diyerek sevinçle onlara doğru koştuk ama, sanırım dilimizi anlamadılar ve derhal uzaklaşmayı uygun buldular. Ferforjeli pencerenin ardındaki tarçın rengi köpek de önce baktı, sonra fotoğrafını çekmek için az daha yaklaşınca mekânını biz yabancılardan koruması gerektiğini düşünerek koyverdi ''hav-hav''ları:) Lizbon'lu güvercinin ise pek umurunda olmadık sanırım, o hiç istifini bozmadı...
 
Bizim eski evlerde  kapı girişlerine asılan nazarlıklar, at nalları falan vardır ya, işte bu çini levhalar da aynı amaca hizmet ediyor. Evi ve içindekileri koruması için muhterem azizlerden, Lizbon şehrinin koruyucusu olarak bilinen St.Antonio özenle yerleştirilmiş kapının üzerine. Bunu söken-eden olmamış, Türkiye'de olsaydı en az yüz senedir aynı yerde durması mümkün olur muydu, bilemiyorum. Bir kere o ev olmazdı orada, çoktaaaan bir müteahhide uyduruk bir kat ve kıytırık bir dükkân karşılığı verilip yıkılmış olurdu, yerinde yeller eser, sıradan ve çirkin bir apartman yükselirdi, tarihî çini levhayı soranları da herhalde döverlerdi, bilmem yanılıyor muyum?!!! 

6 yorum:

Mustafa dedi ki...

Vallahi Handan hanım bizler burada hayatın patırtısı gürültüsü içinde dolaşırken,binlerce kilometreden bu güzel paylaşımlarınız, gerek anlatımınız gerekse o güzel kareleriniz seyahatten,sanattan kısaca yaşamdan bizlere keyif veriyor.Teşekkürler.

Handan Demiralp dedi ki...

Ne mutlu o halde bana sevgili Mustafa Bey:) Sağolun. Gezip dolaştığım yerlerde gördüklerimi, yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi paylaşmazsam o seyahat eksik kalacakmış gibi geliyor bana hep, keyifle yazıyor ve paylaşıyorum. Çok teşekkür ederim, uzaklardan selâm ve sevgiler hepinize...

Adsız dedi ki...

Prenses lizbonu gördüm die hava atcak kıvama geldim=) sayende...sagol varol...!
O kukla içimi parçaladı valla senin oradan döneceğini hissetmiş ki ağlıyor yazık, ters çevir o ben oluyorum=)) ehe eheee

Handan Demiralp dedi ki...

O kukla var ya o kukla, yere yapıştırdı beni! Bedelini ödeyip satın almak ve eve getirip bir köşeye oturtmak için birkaç ay o dükkânda çalışabilirdim yani, o derece! Çünkü antikaydı, tamamen elde yapılmıştı ve dolayısıyla birkaç maaş kadarlık etiketi vardı:( Lizbon bana göre sana çok uygun bir şehir, ilk fırsatta görüşelim de o taraflara kaçıp yerleşmek üzerine hain plânlar falan yapalım:) Alfama kuklası da satılmasın, bizi beklesin. Sevgimle kucakladım, öptüm ve elbette sana da bir Lizbon hatırası alıp getirdim:) Mucx...

Adsız dedi ki...

OOooo hazırım... kızmızı valizim ve ben... Leylekler göçmeden göreyim.. Seninle heryer bana uyar bilirsin..;) Bana bişey aldın demek çok mersi, şuan tam karşımda senin bana hediye ettiğin taa hindistandan getirdiğin çok kıymetli beni gerçekten koruduğunu düşündüğüm aşıklar var SENİ ÇOK ÖZLEDİM YA=)

Handan Demiralp dedi ki...

Lizbon'da aşk başka, o Hindistan usûlü aşk:) Seninle yeniden gezip dolaşmak enfes olur oraları, hem neden olmasın ki? Yalnız biraz ara geçsin de ben para biriktireyim tekrar, cüzdanı boşalttım oralarda, malûm:) Arayacağım, sevgilerimle mavi prenses...