12 Ekim 2012 Cuma

Ankara'nın taşı, bunlar vefalı yol arkadaşı...




Seneler evvel bir baraka halinde teslim alınan Türkiye'nin en eski devlet radyolarından biriydi, çok emek verdik, tepeden tırnağa değiştirmek için çok uğraştık, sonra ben kulvardan çıktım, kent ve görev değiştirdim ama bağım hep sürdü ''Meteoroloji'nin Sesi Radyosu''  ile... Asıl emek ise değerli Fatih Öznur'undur, benden sonra da personelinden binasına, frekanslarından yayın tarzına kadar her detayıyla bizzat uğraşmış ve gezip-dolaşıp tek kusur bulamadığım bu mükemmel neticeye ulaştırmıştır, gönülden tebrik ederim meslekdaşımı. Radyo personelimizi de kutluyorum bir kez daha buradan, neredeyse imkânsızı başardılar çünkü, şimdi hedef ülkenin ilk meteoroloji televizyonu, haydi bakalım, onun da açılışı yakındır Allah'ın izniyle, sesimle, nefesimle, yayıncılık bilgim ve tecrübemle, kısaca yapabileceğim her ne varsa hepsiyle, her zaman yanınızdayım sevgili yol arkadaşlarım. En kısa zamanda, plânladığımız yeni hizmet içi eğitim çalışmasında tekrar beraber olmak dileğiyle, hedef her zaman daha iyiye...

Çocukluk arkadaşıyız, rahmetli babalarımız da çok yakın iki arkadaştı. O günlerden bu günlere yıpranmadan, zamana yenik düşmeden geldi dostluğumuz Allah'a şükür. Her zaman söylerim; kaç kişi çocukluk arkadaşı ağır ve hayatî  bir ameliyattayken, onun kesilip alınan kanserli organını bir torbayla hastaneden teslim alıp yollarda ağlaya ağlaya patoloji laboratuarına yetiştirmiş, sonra da gözünün yaşını silip arkadaşının başında onun narkozdan çıkmasını beklemiştir? Kaç kişi kendisi enjektör gördüğünde bile fenalık geçirdiği halde, bütün o kanlı, zorlu, korkunç hastane zamanlarına sabırla, inançla ve tabii  inatla tahammül etmiş, her ameliyatta ve sonrasında, her Allah'ın günü hastanelere taşınmış, bir koşu gidip ihtiyaçları, ilaçları, tıbbî malzemeleri temin etmiş, işini-gücünü bırakıp neredeyse tüm vaktini o berbat ortamlarda geçirmiştir? Kaç arkadaşlık böylesine sert ve acı bir sınavdan geçmiştir? O Baturhan Atabey'dir, sevgili eşi Cheetos'un Batos'udur, canımdır, ciğerimdir. Gene buluştuk Ankara'da, sağlıkla, sevinçle, mutlulukla, benim eski ama asla eskimeyen sevgili arkadaşım, iyi ki varsın hayatımda, sağOL:) 

Bizim meslekte ''kulis'' hep vardır, kulisler ayrı bir dünyadır. Ankara'nın muhteşem Congressium Kongre Merkezi'nin  kulisinde (hakikaten şimdiye kadar sunuş yaptığım kongre merkezlerinin en iyisiydi diyebilirim, hayran kaldım doğrusu), sevgili Emel Taşçıoğlu'nun güzelim türkülerini dinlemek ve sahnede onu sunmak zevkti, bu da bütün yorgunluklara rağmen işimin güzel taraflarından biri...

Ben bir şantiye çocuğuyum, rahmetli babam barajcıydı, Türkiye'nin ilk ''Barajlar Kongresi''nin sunuculuğunu yapmak bu sebeple de önemliydi benim için... Şantiye günlerinde, ben henüz çocukken ''amca'' dediğim insanların çoğuyla, babamın meslek arkadaşlarıyla karşılaşmak, onların önünde sunuş yapmak, gururla gözlerinin dolduğunu izlemek, içten tebriklerine mazhar olmak, vefat edenleri hatırlamak, keyifli sohbetler etmek, birlikte yemek yeyip kahve içmek, bu arada T.C.Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve DSİ'den dostlarımla, çalışma arkadaşlarımla, birlikte acı-tatlı nice zamanlar geçirdiğimiz eski personelimle tekrar buluşmak çok özel bir armağandı, ne kadar sevildiğimi ve özlenmiş olduğumu görmek de öyle elbette:) Ben de eski çalışma ortamımı ve onları çok özlemişim. Hepsine gönülden teşekkür ederim...  
 
Bu kahvaltıya hemen hiç dokunulmadı, Ankara'ya indiğim akşam, uçaktan iner-inmez ayağımın tozuyla hemen genel prova için kongre merkezine gittim. Provadan sonra da, DSİ 5.Bölge'de olduğumu duyup gelen dostlar ve sevgili Fatih'le muhabbetler geç saatlere kadar sürdüğünden erken yatamadık:) Ertesi sabah erkenden kongre açılış töreni vardı, biz uyku mahmurluğunu atıp hazırlanana kadar zaman geçti tabii,  personelin ben geldim diye özene-bezene, sevinçle hazır ettiği bu güzelim kahvaltı da böyle masada kaldı. Ayakta alelacele ağzımıza birşeyler atıp birer bardak çay yuvarladık ve puslu, yağmurlu, oldukça soğuk, dolayısıyla da trafiği yoğun bir Ankara sabahında kongre merkezinin yolunu tuttuk. Neyse ki; bu sabah aynı kahvaltıyı aynı özenle hazır eden sevgili DSİ 5.Bölge Misafirhanesi personelinin yüzünü güldürdük, uzun uzun, keyifle kahvaltı etme imkânımız oldu. Sevgi ve saygı dolu misafirperverlikleri, yakın ve içten ilgileri için tüm çalışanlara gönülden teşekkür ederim. Artık öyle sayılmasam da ''danışmanım, danışmanım'' diye diye etrafımda dört döndüler, beni mahcup ettiler, sağolsunlar. En sevdiğim yemekleri hazır etmeyi bırakalım bir tarafa, kahvemi nasıl içtiğimi bile unutmamış olan sevgili personelimize teşekkür sözcükleri kâfî gelmez hakikaten, hepinizi çok seviyorum, bunu unutmayın e mi?..

Kent olarak pek öyle aşkla bağlı olmasam da, Ankara bu kez dostlarımla ve ortak hatıralarla çok anlamlıydı, çok güzeldi. Daha yazacağım şeyler var tabii ama şimdi artık biraz dinlenme ve ardından bir sonraki ve bu kez ülkelerarası  yolculuk için hazırlanma vakti...

3 yorum:

Mustafa dedi ki...

Handan hanım,sizinde bildiğiniz gibi yirmi yılımız Ankara hastanelerinin koridorarında koşuşturmakla geçti.Elbette dostların yeri bir başka oluyor.Fatih beyi,(yanılmıyorsam iki binli yıllardı.) TRT İstanbul radyosunda bir süre dinlemiştim.Kendilerine saygılar sunuyorum.Baraj deyince de aklıma Aslantaş barajı geldi.Aslantaşa her gitmemizde sizi anarız.selam ve saygılarımla.

Handan Demiralp dedi ki...

Bilmez miyim?:( Benim de hastalığımın en müşkül zamanlarına tanık oldu Ankara şehri. Ama güzel dostluklar birikmiş meğer o acı günlerde, birlikte yaşadık ve çok şükür atlattık herşeyi. Sevgili kardeşimi de rahmetle yâdediyorum, ışıklarda OLsun daima. Aslantaş zaten bizim yuvamız, orada o kadar çok anımız var ki. Sağolun, çok sevgi ve teşekkürle...

Baturhan dedi ki...

:)))))))))))