18 Ekim 2012 Perşembe

Lizbon dolaylarından türküler dinlediniz...


Mekâna girdiğinizde birkaç tahta masa ve güleryüzlü bir adam karşılıyor sizi, yani zorlasanız da 25 kişiden fazlasını almaz burası, ufacık-tefecik bir yer. Lâkin; Lizbon'un en meşhur fado mekânlarından biriymiş çünkü burada turistlere özel kaktırma şovlar yapılmıyor, hakiki fado, hakiki sanatçılar anlayacağınız, öyle çakma turistik iş değil. Dolayısı ile, önceden rezervasyon yaptırmak şart, aksi takdirde yer bulmanız olanaksız. Bu kırmızı ceketli hoş hanım, siz ilk geldiğinizde ortalıkta görünmüyor zira kendisi önünde önlüğü, ayağında günlük kotuyla mutfakta, konukların yiyeceği yemekleri hazırlamakla meşgûl o sırada... Fotoğrafın sağ köşesinde, kucağında klasik gitarıyla görülen gözlüklü adam ise Marina'nın kocası, aynı zamanda mekânın sahibi ve garsonu:) Başka hizmetli yok, bütün işi karı-koca sırtlamışlar, yemeğinden içki servisine, müşterilerin hemen her isteğine koşuyorlar, şaraptan ekmeğe, balık ve deniz ürünlerinden acı biber soslarına kadar da mekânda ne varsa hepsini kendileri yapıyor, pişirip kotarıyorlar?!!! Yemekler de öyle önceden hazırlanmış falan değil ha, siz mönüden seçiyorsunuz, patron ve de garson koca anında koşup mutfağa bildiriyor, Marina hemen istediğiniz yemeği pişirmeye koyuluyor. Eh, bu durumda biraz bekliyorsunuz tabii ama, doğrusu beklediğinize değiyor, mis gibi ev yemeği yiyorsunuz...

Yemek faslı bitip tabak-çanak toplandığında ufak mekân fado dinletisi için düzenleniyor, masalar kenara çekiliyor. Müzisyenler teker teker gelmeye başlıyor. Bu arada; Marina da mutfaktaki gündelik aşçı kılığını değiştirip fado solisti kılığına giriveriyor. Kocası ise sırtı sahne olarak düzenlenen tarafa dönük oturan konuklardan masanın diğer tarafına geçmelerini rica ediyor, ''fado dinlerken görülecek birşey olduğundan değil, yanlış anlamayın...'' diye açıklıyor sebebini, ''fadoya sırtınızı dönmenizi istemem, haksızlık olur bu, sadece bundan...'' Herkes yerini alıyor, kendisi de gitarını alıp oturuyor, ardından ışıklar karartılıyor ve müzik başlıyor. Beş kişi fadonun vazgeçilmez enstrümanı olan ve bir tür mandolin diyebileceğimiz ''Portekiz gitarı'' çalıyor, iki kişi ise bildiğimiz klasik gitar. Başka enstrüman yok zira fadonun ana enstrümanı çıplak, mikrofonsuz, yalın insan sesi aslında...

Kapının önünde bir kalabalık farkediyorsunuz bu sırada, kadınlı-erkekli, çeşitli yaşlarda insanlar buldukları yere oturuyor ve bekliyor. Garson-gitarcı-patron koca onları sırayla davet ediyor fado söylemeleri için, akraba, arkadaş, komşu, eş-dost falanmış hepsi meğer, sanki dünyanın farklı ülkelerinden mekâna gelen gezginlere değil de, kendileri için çalıp söylüyor gibiler ve tek kelimeyle muhteşemler! Şarkı söylemek için bekleyenlerin eline birer kadeh ev şarabı tutuşturuluyor, kimi yer olmadığından ayakta, kimi oturuyor. En son Marina'ya sesleniyor kocası, mutfakta az önce yediğiniz yemeklere soğan falan doğrayan o aşçı kadın üzerini değiştirmiş olarak ortaya geliyor ve sanki soğan doğradığı o bıçakla bu kez yüreğinizi dilim dilim doğramaya başlıyor! Çünkü fado bir nevî ''ağıt'', çoğu denize gidip dönmeyen, dönemeyen ya da bir şekilde ayrı düşülen, kavuşulamayan sevgililere yakılan hasret, tutku, keder ve bazen de nefret dolu ağıtlar yani... Bu mânada; içinde beddua da bulunan ağıt demek belki daha doğru olur. Az buçuk İspanyolcamla, kırık-dökük anlıyorum bazılarının sözlerini, ''bana yalan söyledin, beni aldattın, yarım bırakıp gittin, Allah senin cezanı versin, inşallah ölüp gebermişsindir, şimdi denizin dibindesindir, balıklar kemiriyordur seni, yolunu beklerken ömrüm çürüyüp gitti, bu benimki de kader mi yani!..'' falan gibi şeyler. Marina şarkıların arasında aşka gelip ''ahhh erkekler, hepsi yalancı, hepsi numaracı işte!'' diyerek masanın üzerindeki şarap kadehini kafasına dikiyor, garson-gitarcı-patron koca da gülerek onun söylediklerini millete tercüme ediyor, ''eee haklı tabii, bunlar enternasyonal gerçekler, her yerde aynı...'' diyor, sonra gene çalıp söylemeye başlıyorlar, tuhaf bir durum anlayacağınız:) Bu Portekizliler enteresan insanlar hakikaten!..

Onlar yorulana kadar devam ediyor bu vaziyet, sonra herkese teşekkür edip bitiriyorlar. Dışarıda yağmur yağıyor, alkış sesleri yağmurun sesine karışıyor. ''Portekiz'den, Lizbon dolaylarından derlenmiş türküler dinlediniz, bir başka programda gene buluşmak dileğiyle...'' anonsu dönüp duruyor içimde, çünkü fado tam olarak bu, Portekiz'in halk müziği, türküsü, aşkı, tutkusu, kederi, öfkesi, nefreti, kıskançlığı, hasreti. Tıpkı bizim türkülerimiz gibi yani... Giderken Marina ile kucaklaşıp öpüşüyoruz kırk yıllık dost misali, sesi yaprakları yolunmuş kızıl bir gül gibi takılı kalıyor yakamızda. Ve Lizbon'a hâlâ yağmur yağıyor, günü olduğu gibi geceyi de ıslatıyor. Fadolar   hüzünle el sallıyor arkamızdan...

Hiç yorum yok: