19 Eylül 2012 Çarşamba

Evrak-ı metrûke...


yedi defa aldatıldım ben
yedisinde de dan dan dan
bir ölüm olmalıydı evet
bir ceset uzanmalıydı upuzun yere
1.60, 1.65
kan sızmalıydı kalbinden, böğründen, şakağından
ben de olabilirdim bu ceset
elimde silah ne soylu bir intihar olurdu
bugünler nerelere varacak
kötü bu gidişin sonu kötü
insanlık üç adım geri ve yerinde say
aldatılmak da önemini yitiriyor zamanla
önemli olan aldatılmamak
şimdi yaşıyorum ben alabildiğime canavar gibi
soylu intiharım gerçekleşmedi
tıkır tıkır işliyor kalbim
ne kadar da ritmik soluyorum
beynimse bir karınca deposu
merak ediyorsanız, o da ölmedi
yaşıyor beni aldatan
başrol oyuncusu ikinci kahraman
alabildiğine güzel şimdi
hamallık yapıyor herhalde
sevgi taşıyor bana her gün
ihanetini örtbas etmeye çalışıyor
upuzun uzanıyor yerlere halı gibi
ısparta halısı, püsküllerini kestim
..............

üçüncü kişiyi sorarsanız
kötü kahraman
öldürmediğime hâlâ pişmanım
bıçaklar yiyor her gece düşlerimde
rastgele bir yerlerine
kötü bu gidişin sonu kötü
ihanetler sultan şimdi
çocukları aldatmayın
onlar da aldatmasınlar sizi
yedi defa aldatıldım ben
yedisinde de dan dan dan...

(Yeşim Ağaoğlu/Yanlışlar Şehrinde Randevu)

 
Her taşınmada kutulara son doldurulan onlardır, yerleşilen yeni yerde de hep en sona kalırlar. Herşey çıkar, yerine yerleşir, onlar öylece sıra bekler. Öncelikleri kalmamıştır çünkü, adı üzerinde, onlar ''evrak-ı metrûke''dir. Ne kaldırılıp atılırlar, ne de sık sık hatırlanırlar, kutulardan hiç çıkarılmazlar hâttâ bazen, tavan aralarında, depolarda çile doldururlar, hüzünlü bir kaderleri vardır vesselâm... Bugün; halen yerine yerleşmemiş iki koliyi nihayet açmaya niyetlendiğimde seneler öncesinden kucağıma dökülüverdiler. Oturup tek tek ayıkladım, bazılarını yeniden okudum, çoğunu da fırlatıp attım artık, kafîydi bu kadar yer görmeleri, onların beyin ölümü çoktan gerçekleşmişti.  Altına Ekim '87 tarihini düştüğüm, saman kağıdına elyazımla yazdığım ve nerede, niçin, neden yazdığımı şimdi hiç hatırlamadığım   bu şiir de kolilerdeki tozlu dosyalardan birindeydi.  Yeşim Ağaoğlu benden bir yaş kadar küçük, sağlam bir şairdir, severim. Herhalde ondan yazıp saklamışım, alıntı yapılan kitap zaten ortalarda yok, kimbilir zamanın neresinde kaybolup gitti, bilemiyorum. Tozlu dosyaların başından kalkıp bir kahve yaptım kendime, 25 yıl evvelki elyazıma bakarak içtim. Artık hükmü kalmamış kağıt yığınlarının toplu cenaze töreni gibiydi evet, dosyalar bir bir çöpü boyladı. Kalan tozları da süpürüp üzerine boşalttım, koca kutuyu kucaklayıp götürdüm, çöp bidonuna attım...

 Radikal'in Kitap eklerinden birini sermiştim yere, onu toplarken ilişti gözüme, Yedi Uyuyanlar'ın meşhur köpeciği Kıtmir'in adı geçen iki roman yayınlanmış, biri hayran olduğum yazar İhsan Oktay Anar'ın son kitabı ''Yedinci Gün'', diğeri Akif Kurtuluş'un ilk romanı ''Mihman'' imiş. ''Kıtmir aşkına!..'' diye başlık atmış gazete yazıya, ben de Kıtmir aşkına gülümsedim:) Ve ''Mihman'' ne güzel bir kitap ismidir yâhû, kelime anlamı kalıcı konuk, misafir demek, çok sevdim...

Ek ve de dip: Lâkin; bu eski kağıtlarla uğraşmanın bulanık tarafları fazla. Şöyle ki; benim elyazımla kopyaladığım yukarıdaki şiirin yer aldığı kitap, kayıtlara göre 1995 senesinde yayınlanmış. ''Yanlışlar Şehrinde Randevu'' kitabı bu tarihte yayınlanmış olduğuna göre, benim elyazısı kopyamın altında neden Ekim'87 tarihi var? Acep o tarih, şairin şiiri yazdığı tarih midir? O tarihte henüz ortalarda olmayan bir kitaptan benim alıntı yapmam mümkün olmadığına göre, nasıl oluyor da oluyor yani? Rica etsem meşhur dedektif Sherlock Holmes (mümkünse kendisini sinemada canlandıran Robert Downey Jr. olarak) bir ara bizim eve uğrayabilir mi? Ben işin içinden çıkamıyorum zira, hayır niye kafa yoruyorsam öte yandan? Bulanık, dedim ya, bulanık...

7 yorum:

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Eline sağlık; kutular gitti demek sonunda :)

Kıtmir, bizim evdeki son bebelerden 2 kardeşin erkek olanının adı. Yedinci Gün'ü çok severek okudum; tavsiye olunur sevgimizle.

Sen şimdi nasıl ferahlamışsındır. O kutuların durduğu yere bir şey koy da gözümüz alışsın :)

Handan Demiralp dedi ki...

Sansar puf yerleşti kutuların yerine:)Çocukların ısınma vakti yaklaşıyor nasılsa diye... İlk fırsatta okuyacağım, taparım anlatımına, diline, kurgusuna İ.O.Anar'ın. Sen hele gel de, salonda yoga yapacak yer çok bize:) Kucakladık, sevgimizle...

Baturhan dedi ki...

,Anaaa... o kutuda benim mektuplar yoktu inşallah... Ben hala saklamaktayım senden gelen onca mektubu, gazete kupürlerini, resimleri, fotoğrafları, ları, ları..
Yoksa çok mu oldu benden gelenler postalanalı.. Zira kendi elceğizimle yerleştirdiğim evlerinde de izlerine rastlamadıydım..

Handan Demiralp dedi ki...

İşte burada yanıldın sevgili arkadaşım; bir ''yangında ilk kurtarılacak'' kutusu var ki, onun içinde bulunan dosyalar nereye gitsem benimle gelir ve asla atılmaz, yok edilmez. Bazı şeyler gözden çıkarılabilir olur zamanla, ama bazı şeylerin geri dönüşümü yoktur. Onlarda kişisel tarihimiz saklıdır çünkü. Benim ayıkladıklarım en eski yurtdışı seyahatlerden kalma biletler, broşürler, dergiler, bazı kupürler ve daha ziyade o vakitler internet olmadığı için elle yazmış olduğum alıntılar falan... Budur yani mesele, endişelenme:) Kucakladım sevgimle...

serpil dedi ki...

Mihmandar sözcüğü de oradan geliyor demek, çok seviyorum eski sözükleri.
Bazılarının yerine gelen sözcükler o derinliği veremiyor sanki, ya da ben öyle algılıyorum.
Sevgiyle :)

Handan Demiralp dedi ki...

Tamamen aynı fikirdeyim sizinle, eski sözcüklerin derinliği ve melodisi yok çoğu yeni moda sözcükte, zaten ben çoğunu anlamıyorum onların ve kullanmıyorum da... Kim ne derse desin, bu konuda eski kafalı olmaya itirazım yok yani. Teşekkür ve sevgimle:)

Baturhan dedi ki...

Eyvallah Handancığım... Teşekkür ederim :) Gerçi mektuplar yazana değil yazılan kişiye aittir derler. Bu durumda sakınılmış olması daha da güzel..