31 Temmuz 2012 Salı

Türkiyeli bir ''öteki''.../1.Kısım


Sizlere 1914 senesinde, İstanbul'un Ortaköy'ünde başlayan epeyce uzun bir hikâye anlatacağım. Bu tarihte dünyaya gelen İsak S.Şarhon Fransızcayı anadili gibi biliyor, bunun yanısıra Eski Türkçe, İspanyolca, Ladino, İbranice, biraz Rumca, İtalyanca, İngilizce ve Almancası var ve ''Raşi Alfabesi''ni yazıp konuşabilen son dört kişiden biri olduğu ifade ediliyor. Eğitim hayatına ''Alians İsraelit Universal''de başlayan Sn.Şarhon, daha sonra ''Ekol Sen Jan Baptist''de, ticaret sınıfında okuyup mezun olmuş. Önce Ortaköy, sonra Galata yani... Derken; 1934 senesinin Haziran ayında, henüz gencecik bir delikanlıyken, yukarıdaki fotoğrafta kendisiyle birlikte görülen yakın arkadaşı Jak Behar'la beraber bir gemiye atlayıp İspanya'ya doğru yola çıkıyor. Hedef Barcelona, eli fırçaya, çizgiye, boyaya, resme yatkın olan Sn.Şarhon o vakitler İstanbul'da yakalık ve manşet boyayıp para kazandığını anlatıyor. Bu işler o yıllarda elde yapılırmış, şimdi ise ''yakalık'' ya da ''manşet''in ne olduğunu bilen pek az kişi bulabilirsiniz ihtimâl  (o yıllar herşeyin kıymetinin bilindiği, eskiyenin, yıprananın onarılıp yeniden kullanılabilir hale getirildiği tasarruflu yıllar, savaş yoksunluklarıyla tanışılmış çünkü, bu yüzden erkek gömleklerinin en fazla yıpranan yaka ve manşet kısımları çıkarılıp yıkanabiliyor, değiştirilebiliyor, beden kısmı yeni kalan gömlekler böylece daha uzun müddet kullanılabiliyor, bilmeyenler için açıklama olsun)...  Kendisinin gayesi sanat şehri Barcelona'da bir iş ve hayat kurmak, nitekim orada gravat imâl eden bir fabrikada iş buluyor. Gravatlara elde desen boyamaya başlıyor. Bir ailenin yanında küçük bir oda tutarak başladığı İspanya macerası giderek detaylanıyor, bir atölye kuruyor ve sanatını öğrettiği kişileri yanında çalıştırmaya başlıyor. Elde çizdiği desenler çok tutuluyor, başka Avrupa ülkelerinden de talepler geliyor ve işler gayet iyi gidiyor. Taaa ki...

Gecelerden birinde telâşlı koşuşturmalar ve silâh sesleriyle yatağından fırlayana kadar! Sene 1936 ve İspanya'da iç savaş patlıyor. Milliyetçilerle Cumhuriyetçiler birbirine giriyor, üç koca yıl sürecek ve İspanya'nın dizlerinin üzerine çökmesine sebep olacak bu anlamsız savaş, ister-istemez genç Şarhon'un da kaderini değiştiriyor. Barcelona'da huzursuzluk iyice tırmanınca, daha güvenli bir yere, o yıllarda Güney Fransa'da yaşayan ağabeyinin yanına gitmeye karar veriyor. Barcelona limanı açıklarında demirleyen İngiliz donanma gemilerini anlatıyor Sn.Şarhon, İngilizler hem kendi vatandaşlarını, hem de İspanya'dan güvenlik sebebiyle ayrılmak isteyen diğer Avrupalıları almak üzere gelmişler. İspanyolların ülkeyi terketmesi kesinlikle yasak tabii. Varını-yoğunu birkaç valize sığdıran genç Şarhon, güle-oynaya geldiği ve bir iş kurarak başarılı olduğu ülkeyi mecburen terketmek üzere gemilerden birine biniyor. O karmaşa içinde valizlerini kaybeden genç adam bunu pek umursamasa da, daha sonra  Marsilya limanında valizlerini sağ-salim kendisini beklerken bulduğunda hayli şaşırmış! 98 yaşında bu durumu ''ee, İngiliz disiplini tabii...'' diyerek takdirle ifade ediyor:) Gemide bir Türk vatandaşı olduğu İstanbul'a çoktan bildirilmiş zaten, bu sebepten limana indiğinde Sn.Şarhon'u alıp derhal Türk Konsolosluğu'na götürüyorlar. Fransa'da yaklaşık dokuz ay kadar kalıyor genç adam. Orada ağabeyinden başka akrabaları da var. Ne ki; gene ayak sesleri yaklaşan bir savaş sebebiyle bu Avrupa macerasının da sonu geliyor ve adetâ savaşların takip ettiği genç İsak S.Şarhon  5 Nisan 1937'de yeniden ülkesine, Türkiye'ye dönüyor.

Bu arada; sizlere hikâyesini anlatmakta olduğum Sn.İsak S.Şarhon'un teyzesinin kızı Allegra, ailesinden koparılıp toplama kamplarına gönderilen Yahudilerden biri. Savaş sonrası Almanya ile pekçok yazışma yapan aile, ne yazık ki genç Allegra'nın akıbeti konusunda hiçbir bilgiye ulaşamamış:( Yaşlı adam bunu hüzünle ifade ediyor...
 
Bir sürü eski evrak, pasaportlar, fotoğraflar, belgeler... Hepsi inanılmaz bir itina ve düzen içinde saklanmış, hâlâ pırıl pırıl, yazılar okunabiliyor, fotoğraflar sağlam. Sn.İsak S.Şarhon'un kişisel arşivi konusundaki titizliğine bizzat şahit ve de hayran oluyorum tabii. Askerlik vazifesini de ülkesinde, İstanbul'da yapan Şarhon, 1949 senesinde görücü usûlüyle tanıdığı Sultana Suzi Danon'la, tarihi 1671'e kadar giden Karaköy Zülfaris Sinagogu'nda (ki; bu bina artık 500.Yıl Vakfı Türk Musevîleri Müzesi'dir, sinagogda son düğün 1983 senesinde yapılmıştır) evleniyor. Sonra? Eh, ''onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine'' diyerek bitirelim mi bu hikâyeyi? :) Hayır, devamı var zira... Ama şimdi değil, daha sonra.

4 yorum:

Efsun dedi ki...

Devamını merakla bekliyoruz...

Handan Demiralp dedi ki...

:)Pek yakında, gene bu sinemada... Teşekkür ve sevgimle...

Bana Sıkça Yaz dedi ki...

Çok güzel bir hikaye gerçekten. İhtimal o ki, Jak Behar da, benim şu anda askerliğini yapan çok sevgili arkadaşım Cem'in dedesi....

Sevgi ve muhabbetle

Handan Demiralp dedi ki...

Ve aslında bizim çoook büyük olduğunu sandığımız dünya da bu tarz kesişmelerin gayet doğal olabileceği kadar küçük, değil mi?:)Tesadüf hiç değil tabii ki, sadece kurgunun parçaları diyebiliriz. Birarada yaşıyoruz ve bütün farklılıklarımıza rağmen gene ve her halükârda BİR OLduğumuzun da ifadesi. Çok teşekkür ederim, en içten sevgilerimle, daima...