2 Aralık 2009 Çarşamba

Ordan-burdan araklama bir yazı...

Baştan söyleyeyim; fotoğrafı Milliyet gazetesinden arakladım. Dün gece büyük bir keyifle izlediğim, Woody Allen amcamızın son filmi ''Whatever Works'' ten arakladığım hoş bir repliği de Facebook profilime koydum ancak tabii ki kaynak gösterdim, fena niyetliler boşuna heveslenmesin:) (Bir de; farkettim ki, ben bu Facebook işinden bir hayli sıkıldım, her gün gelen onlarca mesajı tek tek  okumaya yetişemediğimden okunmamış mesajlar bölümü giderek kabarıyor ve bu da canımı sıkıyor, bunalıyorum, öfff!..)  Filmin adını dilimize ''Kim, Kiminle, Nerede?'' diye çevireni de merak ettiğimi belirtmeliyim bu arada, çünkü orijinal anlamını doğrulamıyor. Yazıya başlık atarken henüz başlayan ''Aralık'' ayı ile ''araklamak'' arasındaki ses benzerliğinden yola çıkmış olabilirim belki, bilemiyorum. Sevmem zaten Aralık ayını, nemrut bir aydır bana göre, neyse ki 2009'un Aralık'ı çat burada-çat kapı arkasında, Almanya-İstanbul-İzmir  hattındaki yoğun  seyahatlerle çabucak geçecek, o yüzden fazla durmuyorum üzerinde... Herneyse, ben bu araklama yazıyı sayfaya girerken İzmir'e şakır şakır yağmur yağıyor, Fenerbahçe-Twente maçı 0-0 devam ediyor, üzgünüm ama  netice beni hiç alâkadar etmiyor. Ankara'dan eski komşum, canım arkadaşım Esra Önen'in bana teeee Himalaya'lardan alıp getirdiği kocaman gümüş  ''OM''  kolyesi de nihayet boynumda,  huzurla sallanıyor:) Sadece kendisinden aldığım talimatlara bağlı olarak çalıştığım değerli amirim sıhhatim sebebi ile bu aralar daha ziyade  ''home office'' halinde olmamı istediğinden, sabah yataktan kalktığım köpek desenli  pijamalarım halen üzerimde duruyor. Aslında içimden öyle uzun uzun yazı yazmak da gelmiyor, doğrusu bu yağmurlu dolunay gecesinde dünyaya hayli sert değişim/dönüşüm enerjileri akarken, baştan gönüllü olarak ve elbette neticelerine katlanarak ''şeyyy, örtmenim, gece çok yağmur yağdı, elektrikler kesildi de o yüzden şaapamadım valla, kem-küm...'' şeklinde bahanelerle kıvırma vaziyetindeyim yani. İlişkiler üzerine naçizane yazdığım yazılar fena halde ilgi gördüğünden ve özellikle erkek okurlardan ciddî geri dönüşler aldığımdan (bkz. ''ilişki gurusu/kayısı kurusu'' hali) , bu defa da erkek bir yazarın yazısını alıp buraya yapıştırayım ve işin kolayına kaçayım istiyorum. Valla istiyorum bunu, yalan mı söyleyeyim, film izleyeceğim çünkü, açıkcası burada öyle fazla oyalanmak istemiyorum. Aha da buyrun, okuyun, ben müsaadenizle ortamdan çekiliyorum:)

........................................................

Bir erkeğin hayatı seçtiği kadındır...

Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır, yani tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktığı kat...



Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinizin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür, sofraların inceliklerle donatılmadığı bir katta doğduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.



Birlikte olduğunuz kadın değiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir, hayatın neredeyse bütünü değişir, bir başka kata, bir başka bahçeye geçersiniz, orada herşey farklıdır. Dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, buluştuğunuz arkadaşlar, hatta taktığınız kravat bile değişir. Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.



Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz, zekî bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir; yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz. Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır; Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir. Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve, bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır; hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.



Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.
Bir kadın değil,  bir hayat seçersiniz çünkü...

........................................................



Ahmet ALTAN abime  teşekkürlerimle,  şahsen  pek de öyle ateşli bir hayranı  sayılmam ama boşuna ''kadın dostu erkek kalem'' dememişler sanırım kendisine. Ben de bu araklamayı yapmak sureti ile,  şimdi  izleyeceğim güzel film için zaman yaratmış oluyorum kendime, konu üzerinde tartışmayı okurlara bırakıp toz olayım hemen, neme lâzım, di mi ama, he he:)


SON DAKİKA NOTU:  Ve bir üzücü haber de yurtdışından, Londra'dan çıkıp geldi. Ailemizin müzisyeni Alan Parsons'un yol arkadaşı, The Alan Parsons Project'in kurucularından değerli besteci ve müzisyen Eric Woolfson kanser sebebiyle 64 yaşında hayata veda etti:( Şarkılarını, müzikallerini çok sevdiğimiz bir sanatçı idi, yolu ışıklı olsun diyor, onu harika şarkılarıyla sonsuzluğa uğurluyoruz. Yazdığı en güzel eserlerden biri ve benim de favorim olan  ünlü GAUDI müzikalinin sonunda söylediği gibi: ''Until the next time Eric, good bye... For the time being...'' (Bir dahaki sefere kadar, hoşçakal Eric... Şimdilik...)

Şu anda ''Night Of The Proms'' turnesinin Almanya ayağını sürdürmekte olan Mr. Alan Parsons (ki; haftaya Münih'te buluşacağız umarım) Mannheim'dan Oberhausen'a otobüsle giderken haber aldığı yakın dostu Woolfson'un ölümü ile ilgili bir açıklama yaptı. ''Eric'in hastalığından haberim vardı, fakat kendisi cesurca bunun duyurulmamasını istedi hep... The Alan Parsons Project'i birlikte var ettiğimiz günleri büyük bir sevgi ve saygıyla anıyorum. Onun yarısı olan Eric'in itici gücü ve bıraktığı miras pek az sanatçının deneyimleyebildiği birşeydi ve bunun için ona her zaman şükran duyacağım..." diyen Parsons, daha sonra dün geceki konserinde, senfoni orkestrası eşliğinde yol arkadaşına ithaf ettiği ''Silence and I'' isimli şarkıyı çalarak, yüzlerce seyircinin alkışlarıyla  Eric Woolfson'u uğurladı...

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Müzik camiasının başı sağolsun.Ben de çok severdim Eric Woolfson üstadı.çok üzgünüm.:( Size hayırlı yolculuklar dilerim.benim için de dinleyiniz.

Yazı çok güzelmiş tam bizi anlatıyor sağolun Handan hanım paylaştığınız için.izmirden sevgilerimle:)

Adsız dedi ki...

bu arada ben de yoga kursuna gidiyorum Karşıyaka belediyesinde.öğretmenimiz Nimet Yıkamacı.çok iyi öğretiyor.om kolyesini bilmiyordum.bize öğretmenimiz hep ommmm shanti die bitirir dersi.gerçekten huzur getirir.güle güle kullanın kolyenizi.:)

Handan Demiralp dedi ki...

Çok teşekkür ederim değerli Kamikaze, sayfama hoşgeldiniz. ''OM'' dünyanın en eski ve en tesirli mantrası olarak bilinir ya, ben hem tesirini, hem de Sanskritçe yazılış şeklini severim. Türkiye'de bulunur mu bilmem ama ben çok keyifle ve huzurla takıyorum, uğurlu olduğuna inanıyorum. Yoga derslerini bırakmayın sakın, belki ileri aşamalara ben de gelip katılırım:) Çok sevgimle...

Adsız dedi ki...

Tabii ki bekleriz.ben artık yoganın büyüsüne kapıldım asla bırakmam.:)

Om kolyesi her daim size huzur getirsin.