6 Aralık 2009 Pazar

Sorgu-sual halleri...

Bu Pazar'ı bana okurlardan gelen bazı ''meraklı'' e-postaları cevaplamaya ayırayım dedim, hepsini bir arada, toptan cevaplamak sanırım daha pratik olacak. Başlayalım bakalım...

- Yukarıda fotoğrafı görülen takı sevgili Esra'nın bana Himalayalardan alıp getirdiği meşhur ''OM'' kolyesi oluyor. Sanskritçedir ve bu sembol eminim birçoğunuza  tanıdık gelecektir. Yakın zamanda sol omuzumda bir dövme olarak da belirebilir. Evet, altını hiç sevmem, gümüşe tutkunum. Taktığım yegâne altın takı, sağ elimin yüzük parmağında, iki gümüş yüzük arasında taşıdığım alyanstır. Rahmetli babacığımın alyansıdır, vefatından hemen sonra annemden alıp Kapalıçarşı'da parmağıma göre küçülttürdüm ve 1993'ten bu yana hiç çıkartmadım. Kısmetsizlik ya da uğursuzluk getireceğini söyleyenlere o zaman da gülmüştüm, kusura bakmasınlar ama halen gülüyorum:)

- Kaç kiloyum? Efendim, geçen sene Aralık ayında Ankara'dan İzmir'e geldiğimde 71 kilo idim, az önce tartıldım, şu anda 61 kiloyum. Diyet ya da düzenli spor yapmadım, ilaç-milaç kullanmadım. Yediklerimi panik ve suçluluk duygusu ile değil (tüh, gene fazla kaçırdık, şimdi bu yediklerim bana löp löp et, top top yağ olarak geri dönecek!.. vaziyeti yani)  sevgi, saygı ve şükran hisleriyle, varlığımı sevgiyle beslemeleri niyetiyle yiyorum. Vejetaryenim, ya da öyleydim çünkü son birbuçuk senedir, doktor dayatması ile haftada iki kere balık yiyorum. Bunun dışında öldürülmüş hiçbir canlının etini tüketmiyorum, kırmızı etin ve tavuğun tadını unutalı çok oldu. Girit kanı taşıyorum, dolayısı ile yağ olarak yalnızca zeytinyağı kullanıyorum ve yeşil renkle besleniyorum. Günde en az bir saat yürüyorum, köpek kız Fadik tasmasından kurtulup kaçtığında da ortalama yarım saat nefes nefese koşuyorum:) Oturmayı sevmiyorum, sürekli hareket halindeyim. Ev işlerini kendim yapmayı tercih ederim, hastalığımın ağır dönemleri hariç yardımcım olmadı, o gerçekten zor zamanlardaki yardımları için Moldova'lı Dina'ya ve Ankara'dan Ayşe Hanım'a çok teşekkür ederim. Yeterli midir?..

- Evde bir köpek, yedi kedi olmak üzere sekiz saf ruh bulunmakta. Tabii bunlar resmî kayıtlar, resmî olmayan kayıtlara göre bir sivrisineğimiz ve bir de örümceğimiz mevcut. Evet, sivrisinek bile öldürmem çünkü onu ben yaratmadım, bu hakkın yalnızca yaradana ait olduğunu düşünüyorum. Yağmur sonraları ezilmesinler diye yollardan kurbağa, salyangoz, solucan topladığım doğrudur, hareket halindeki arabayı ''Amanın, duralım Arif Bey!..'' ricasıyla ikide-bir durdurup, yol ortasındaki kaplumbağalara yâhût perişan vaziyetteki başka hayvanlara ilkyardım hizmeti verdiğim, gittiğim hemen her yemekten sonra muhakkak mutfağı ziyaret edip artıkları toparladığım ve yemekten çıkıp hayvan barınaklarının yolunu tuttuğum, akrep, yılan, fare gibi hayvancıklardan korkmadığım, hâttâ bugüne kadar onlarca fareyi elime alarak hayatî tehlikelerden kurtarmış olduğum da şehir efsanesi değil, hakikattir... Çünkü bu tür gariban hayvanattan değil de, insan sûretine bürünmüş vaziyette ortalıkta dolaşan bazı yaratıklardan korkmayı daha akıllıca buluyorum...

- Evet, hemen hiç televizyon izlemem, zaman kaybı gibi geliyor bana... Sinema tutkunuyum. Özellikle İspanyol, İtalyan, İran ve Japon sinemasını severim. Bağımsız film meraklısıyım yani. Haftada ortalama beş film izlemezsem rahatsız olurum. Dizi izlemem, izlediğim son dizi ''Lost'' idi, devamını sabırla bekliyorum...

- Hiç estetik ameliyat geçirdim mi? Evet, tam olarak estetik kaygısıyla olmasa da burnum için beş kez ameliyat masasına yattım. Meme kanseri sebebiyle de altı ameliyat geçirdim. Her iki göğsümde de ''damla silikon protez'' taşıyorum. Hipermetropum, yakın gözlüğü kullanıyorum. İki farklı renkte lensim var, canım istediğinde takıyorum. Cildimin yaşıma göre oldukça iyi göründüğünü söyleyen ve bunun sırrını soranlara gülümsüyorum:) Kanser sonrası bütün hayat felsefemi değiştirdim, artık eskiden olduğu gibi göz kenarı kremi, dudak kıvrımı serumu, yok bilmemne zımbırtısı gibi dışarıdan uygulanan şeyleri kullanmıyorum, varlığımı içten beslemedikçe dıştan yapılacak hiçbirşeyin işe yaramayacağını öğrendim. Su, sabun, basit bir nemlendirici krem ve kötülükten uzak durmak, içsel niyetlerime dikkat etmek herşeyi halletmeye yetiyor. Sabahları aç karnına ballı elma sirkesi içiyorum, onu da ekleyeyim. Makyaj malzemelerimin ve parfümlerimin tamamına yakınını yurtdışından alıyorum çünkü daha ucuz ve seçenek çok. Marka tutkumun olmadığı da doğrudur, yurtdışında 2.el giysi dükkânlarını ve ucuz pazarları dolaşıp gardrobuma hikâyesi olan şeyler eklemeye bayılıyorum. Ayrıca, zaman zaman tanıdıklarımdan, arkadaşlarımdan da giysi alıp, kendiminkilerle değiş-tokuş etmekte sakınca görmem. Asıl maksat işe yarayacak olmasıdır, kilolu olduğum dönemdeki bütün kıyafetlerimi bu mantıkla arkadaşlarıma dağıttım...

- Sinir olduğum birşey? Elbette çok şey var da; meselâ ciklet çiğnemeyi hiç sevmem, en fazla beş dakika tutabilirim ağzımda. Bana göre ciklet ağzı ve nefesi ferahlatmak için kısa bir müddet çiğnenir, öyle durmadan çakkıdı-çukkudu ciklet çiğneyenlere, hele ağzında cikletle yaya yaya konuşanlara sinir olurum! Bir de; herkesin herkesi koşulsuz sevmesi beklenemeyeceğine göre, öyle yüzden, yapıştırma ''sevgi kelebekliği'' hali, gûya herşeyi ve herkesi seviyor olma vaziyeti asabımı ayaklandırır, ''sevmemek'', ''hoşlanmamak'' da insanî bir haktır ancak iş bu sebeple düşmanlık etmeye, dedikodu, iftira ve pislik yapma yoluyla zarar vermeye gelip dayanırsa, orada dururum ve durdururum! Öte yandan, bu şekilde davrananlara çok da acırım, zira müthiş bir acizliğe ve karakter zaafına işarettir. ''Sevmiyorsan sevme, birbirimizi sevme mecburiyetimiz zaten hiç yok, bir şekilde ve her şekilde uzak dur ama kasıtlı olarak zarar vermeye uğraşırsan işte o zaman külâhları değişiriz!..'' düsturu ile hareket ederim. Kasıtlı kötülük, yalan-dolan ve en önemlisi de iftira, asla tahammül edemediğim ve affetmeye uğraşmadığım şeylerdir!

- Son zamanlarda beni en fazla duygulandıran şey, kitabım ''Tırmık İzi''nin ölüm döşeğindeki yaşlı bir amcaya kızı tarafından okunduğunu ve amcanın kitap bitmeden vefat ettiğini öğrenmek oldu:( Bazı bölümler okunurken ağlamış, kimi yerlerde kahkaha ile gülmüş, meğer farkında olmadan ne çok hayata dokunmuşum. Yolu ışıklı olsun, kitabın geri kalan kısmını sonsuzluğun bir yerinde buluştuğumuzda ben tamamlarım nasılsa, dilerim huzurla uyusun...

- Evet, günde en az üç büyük fincan filtre kahve ve akşam saatlerinde, imkânım varsa bir fincan sade sakızlı ya da kakuleli Türk kahvesi içerim. Çay ve kahvede tatlandırıcı yâhût şeker kullanmam, zaten genelde şeker kullanmam. Baharat tutkunuyum, mutfağımın rafları dünyanın dört köşesinden gelme acaip baharatlarla doludur. Bazılarını kendim imâl ederim, en son Hint mutfağının meşhur baharatı ''garam masala'' yı yaptım, muhteşem oldu, arada ufak kavanozun kapağını açıp derin derin kokluyor ve bilseniz nerelere gidiyorum:) Yemek pişirmeyi çok severim, klasik tariflere bağlı kalmadan farklı denemeler yapmak midemden evvel ruhumu besler. Evimin merkez üssü mutfaktır, önemli telefon görüşmelerimi mutfakta yapar, kitaplarımı orada okur, çoğu kararımı da orada veririm. Mum ve tütsü, evimde her gün muhakkak yanması gereken iki şeydir. Yazarken fecî konsantre olurum, telefonlara, kapıya bakmam, konsantrasyonumu bozacak dış etkenler beni delirtebilir! Yazımı tamamladığımda dünya yeniden dönmeye başlayabilir ama daha önce lûtfen bana kimse dokunmasındır. Uykuyu severim ve adetâ aşkla uyurum. Hastanede yattığım zamanlar da dahil, ne durumda olursam olayım, dişlerimi fırçalamazsam olmaz, buna engel teşkil edecek bir durum olursa aklımı kaybedebilirim! El kremi ve deodorant kullanmadan köpek gezdirmeye bile çıkamam, bu konuda da takıntılıyım. Hayvan tüyüne hiç itirazım yok ancak sağda-solda, lâvaboda, küvette insan saçı görmeye tahammül edemiyorum, kanser tedavisi sırasında çok kısa kestirdiğim saçlarım artık uzadığından bu konuda sıkıntılıyım ama genel istekler bu yönde, ne yapayım?..

Yâhû; ben sıkılırım böyle kendimi anlatmaktan, yetsin bu kadarı, izninizle yazıyı artık bağlayayım. Herkese iyi Pazar'lar efendim, haftaya Pazar yazısı olmayabilir çünkü o gün  Almanya'dayım...

Ek ve de dip: Yarın sabah, İstanbul'da meme kanseri sebebiyle sol göğsü alınacak olan  hastalık ortağım sevgili Seda'ya bol şans diliyor ve bu yazıyı okuyan herkesin ona pozitif enerjiler göndermesini rica ediyorum. Kendisini hiç görmedim ama hastalığını öğrendiğinden bu yana telefonla terapi çalışmaları yaptık, eminim herşey çok kısa süre içinde düzelecek. Seda'cığım, seni seviyorum ve sana inanıyorum, başaracaksın...

3 yorum:

silgi dedi ki...

Belki blogunuzda yayimlarsiniz diye düsündüm altta linkini vermis oldugum videoyu, ondan da ziyade denk gelmemis olma ihtimalinizi düsünerek denk gelmis olursunuz dedim.

http://www.youtube.com/watch?v=2EHj7yuK1-4

Yurt disindan kozmetik alisverisinizi okuyunca da, yine alttaki linki göndereyim istedim. Güvenirliligi konusunu hic meak etmeyin. Denenmis ve test edilmistir senelerdir bizzat. Hem cesit olarak muhtesem, hem de fiyat olarak.

http://tr.strawberrynet.com/main.aspx?region=TR

Bu bir yorum degil, daha cok size yazilmis bir maildi, mailinizi bilmedigim icin. Yani yorumlar kismina koymasaniz daha iyi.

Her neyse veya her ne degilse deyip noktayi koyayim daha fazla uzatmadan.

Sevgimle.

Handan Demiralp dedi ki...

Değerli Silgi; çok teşekkür ederim, niçin yayınlamayayım ayrıca? Bu kısa filmi biliyorum, HAYTAP'tan sevgili Ahmet Kemal Şenpolat yol arkadaşımdır, kendisinin bu konuyla ilgili çıktığı hemen her programda bu kısa film de gösterilir. Evet, adil davranalım ki evrenden adalet beklemeye hakkımız olsun... Strawberry'yi gerçekten bilmiyordum, daha detaylı inceleyeceğim. Dediğiniz gibiyse yurtdışından taşımaya gerek kalmaz tabii, sağolun. Ben de sevgilerimi gönderiyorum:)

Adsız dedi ki...

Ne güzel anlatmışsınız kendinizi.çok şey öğrendik.
arkadaşınıza tüm kalbimle acil şifalar gönderiyorum.sağlık haberlerini en kısa zaman da duymak dileğiyle.