16 Aralık 2009 Çarşamba

Concentration-1...

Münih'ten bindiğiniz s-bahn/yer üstü  hattındaki tren en fazla 20 dakika sonra varıyor oraya, ufak, derli-toplu, sevimli ve gayet kendi halinde bir kasaba Dachau. İstasyondan çıkıp birkaç adım yürüdüğünüzde otobüs durağına ulaşıyorsunuz, tabelâda ''Dachau Concentration Camp Memorial Site'' yazıyor, Almanya'daki bütün toplu taşıma araçlarında olduğu gibi, belirtilen saate saniyesi saniyesine uyacak şekilde geliyor otobüs. Hava zaten buz gibi, kar başlamış, bir heves atlıyorsunuz sıcak ve konforlu araca, ooh, mis valla... Ha, bu arada; ne bu otobüse, ne de kampa girişe para ödemiyorsunuz, o ücretler vaktiyle birileri tarafından fazlasıyla ödenmiş zaten, bundan sonrasında çekeceğiniz acı ve ruhunuzun darmadağın olması bütünüyle bedava, kimse bilet kesmiyor yani duygularınıza... Ve kısa bir seyahatten sonra ulaşıyorsunuz kampın ana giriş kapısına...

Ne ki; buradan sonra da biraz yürümeniz icap ediyor. Etrafta iki katlı, şirin mi şirin evler var, bakımlı bahçeler içinde, pencerelerinde noel süsleri, yanıp-sönen ışıklar, saksı saksı çiçekler, çatılarda huzurla tüten bacalar... Ağaçlı yolda yürüyorsunuz bir müddet, yüzünüze ''çırp çırp'' diye tuhaf bir sesle ve usulca konan kar taneleri eğlendiriyor sizi, gülümsüyorsunuz:) Kar hızlanıyor, botlarınız su çekiyor, aldırmıyorsunuz. Hiçbirşeye aldırmıyorsunuz sanki, ta ki o demir kapı önünüze dikilene kadar, hani şu üzerinde ''Arbeit Macht Frei'' yazan demir kapı, işte onu gördüğünüzde titremeye başlıyorsunuz! Çünkü o kapının dışarıdaki hayattan sizi bıçakla keser gibi kesip alacağını, orayı geçtiğinizde artık başka bir boyuta adım atacağınızı bilmeyecek kadar enayi değilsiniz, belki de ilk orada herşeyin farkına varıyorsunuz. Ve dedim ya; zangır zangır titriyorsunuz... Ne kadar oyalansanız da nafile, neticede gıcırdayarak açılıyor kapı ve öteki tarafa adım atıyorsunuz...

''Ruh bulantınız'' artık bu noktada başlamış oluyor, oysa önünüzde uzanan geniş alan öyle sakin, öyle tenha, öyle... Bilemiyorsunuz tam olarak ne olduğunu. Görünürde kayda değer hiçbirşey yok ancak ayaklarınız dolaşmaya başlıyor, sendeliyorsunuz. Derken kar sertleşen rûzgârla daha da hızlanıyor, sanki sessizce sizi  kapalı bir yere girmeye zorluyor, nasıl olduğunu anlamadan köşedeki binanın açık kapısından içeri giriveriyorsunuz. Burası orijinal haliyle korunmuş ana bina, geniş galerilerden oluşuyor. Klasik müze anlayışı ile değil, adetâ modern sanat sergisi üslûbu ile düzenlenmiş, acının anlatılış ve izleyene aktarılış biçimine hayran kalıyorsunuz. Yukarıdaki fotoğrafta önünde durduğum bir liste, burada zaten herşey listeler halinde, yalnızca bir numaraya indirgenmiş insanlar, hastalıklar, işkenceler, deneyler, ölüler, diriler, yapılacak işler ve sonu gelmeyen kurallar, kurallar, kurallar... Ve yok etmeyi dahî kurallara+keskin bir disipline bağlamış  zihniyetin önünde şaşkın, öylece kalakalmış, bizler gibi dünyanın farklı köşelerinden kalkıp teee buraya gelmiş insanlar...



Tavandan yere kadar uzanan, dar-uzun bez afişler üzerinde belirmeye başlıyor sûretler, ve siz de nemin çürüttüğü bir duvar gibi kabuk kabuk dökülmeye, parça parça dağılmaya başlıyorsunuz. Öyle sıkıyorsunuz ki yumruklarınızı, tırnaklarınız avucunuza batıyor ama bu tuhaf bir şekilde canınızı acıtmıyor. Hani sanki acısın, kanasın falan istiyorsunuz ama olmuyor, o tırnak acısı size yetmiyor, çok eksik, çok zayıf, çok az kalıyor...


Sonrasında zaten herşey birbirine karışıyor, insanlığınız çirkin bir sökük gibi paçanızdan sarkıyor, ait oldukları ırkı kendileri seçmediği halde sırf bu yüzden evlerinden, işlerinden, hayatlarından koparılan, ailelerinden ayrılan, değerli ve üstün sayılan ''ötekilerin'' arasından lüzûmsuz yabanî otlar gibi ayıklanıp ''TOPLANAN'', sınıflandırılıp damgalanan (evet, hakiki anlamda damgalanan), üzerlerine giydirilen işaretli üniformalar içinde (Yahudi, Çingene, Eşcinsel, Yaşlı, Genç, Din Adamı, Yazar, Sanatçı, İşçi, Doktor, Öğretmen, Hasta, Sağlam vb.) şaşkın şaşkın bakan, bırakın nüfus/kimlik kayıtlarını, çoğunun artık yakıldıklarındaki külü bile kalmamış, olan-bitenin ''NEDEN''ini, ''NİÇİN''ini asla anlamamış ve daha kampa girerken çok çalışırlarsa özgür kalabileceklerine inandırılmış insan yüzleri o duvardan bu duvara fırlatıyor sizi... Belirli aralıklarla, farklı dillerde gösterilen dokümanter filmi izlemek üzere çöktüğünüz koltuk bile batıyor size, parçalara ayrılıp bütününüzü kaybediyorsunuz deyim yerindeyse... Karanlık koridorlar, demir ızgaralı kapılar, ufacık hücreler, o vakit kimsenin duymadığı ama şimdi sizin içinizde çınlayan haykırışlar, feryatlar, bir müddet sonra susup yerini ölüm sessizliğine terkeden makineli tüfek sesleri, birbiri üzerine devrilip düşen zayıf bedenlerin küskün hışırtıları... Ve ağzınızda bir an evvel tükürüp kurtulmak istediğiniz, zehir gibi bir ACI, ACI, ACI... Film bitiyor, koltuktan zar-zor kalkıp derhal dışarıya, soğuğun orta yerine atmak istiyorsunuz kendinizi, oysa dışarısı da farklı değil içeriden, hâttâ belki kar altındaki o ıssızlık çok daha korkunç, bunu bilmenize rağmen...

(Devamı kısa bir süre sonra Concentration-2'de, Uygunsuz Vaziyet'de...)

Ek ve de dip: Dün (18.12.2009) akşam saatlerinde, Bostanlı'da geçirdiğimiz ufak bir trafik kazası neticesi biraz ağrılı olduğumdan, bugün yazmayı plânladığım devam yazısını yarına ertelemek zorunda kaldım. Yazının devamı umarım yarın yayınlanacak, teşekkür ve sevgilerimle...

5 yorum:

Pirate/Korsan dedi ki...

Dostum heyecanla okudum. Bir yandan da araştırma yapıyorum bende. İnanın yazdıklarınız o kadar gerçek ve o kadar acı ki. Dün gece araştırma yaparkan Auschwitz toplama kampı ile ilgili bir yayın buldum. Hatta internet üzerinden dökümanlarda. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile ulaştım o kitaba ve bana dedi ki bu kitabını okumanı hiç tavsiye etmem. Çünkü sen çok etkilenirsin. Hayır dedim okuyacağım ve aldım. Dün gece sıçrayarak uyandığımda ise silahla bana ateş edildiğini hatırlıyorum, o korku bilinç altıma yerleşti zannediyorum...

Kitabın adresi şu merak edenler için...
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=111777&sa=50113897

Şurada da bilgiler var...

http://tr.wikipedia.org/wiki/Auschwitz-Birkenau

Handan Demiralp dedi ki...

İnsanın insana ettiği zulüme bakınca Hakan Cân; başka canlı türlerine ve üzerinde yaşadığı dünyaya verdiği zararları anlamak o kadar da zor değil, değil mi? Kendi türüne bunları yapmak bir yana, vaktiyle kendisine yapılmış olanın belki de daha beterini şimdi başkalarına yapıyor olmak???? Açıklaması hangi kitapta, hangi web sayfasında olabilir? Oku, araştır elbette ama bil ki bir cevabı yok. Sevgimle...

Handan Demiralp dedi ki...

Kimlik belirtmeyen yorumları prensip olarak yayınlamadığımdan, Hakkı Alev Erdil'e, yani bizim Erdil Baba'ya birşey mi oldu diyen okurun merakını ancak bu şekilde giderebilirim zannediyorum. Benim haberim yok, umarım birşey de olmamıştır, bilen, haberi olan varsa buraya yazsın bir zahmet. Erdil Baba? Bir ses, bir nefes, ha?.. Bitte, danke...

silgi dedi ki...

Bunca yazilan sonrasi, bu haber biraz olsun gülümsetir yüzleri sanirim :)

http://news.bbc.co.uk/2/hi/europe/8419948.stm

Handan Demiralp dedi ki...

http://www.bild.de/BILD/news/2009/12/18/auschwitz-geschaendet/schriftzug-arbeit-macht-frei-gestohlen.html
Ben de tam bu haber linkini girecektim ki sevgili Silgi; sizin yolladığınız haberi gördüm:) Yâhû; sanki bilmiş de yazmışım gibi oldu, ya da bu yazıları okuyanlar arasından birileri gidip yazıyı çalmış gibi ama sadece tesadüf, muhteşem bir tesadüf:))) Allah Allah, gülsem mi, ağlasam mı, yani ne yapsam vaziyeti? Teşekkürlerimle...