14 Mart 2012 Çarşamba

Bölüm-1...


 
Bir evvelki yazıda sorulan suallerin çoğunun cevabı yok, evet, açık ve net bir cevabı yok. Çünkü orada anlatılanlar benim ''past regression/geçmiş yaşam terapisi'' çalışmasında, derin meditasyon sırasında kareler halinde gördüğüm vizyonlar. Değerli eğitmenimiz Sami Şarhon'un yönettiği bu çalışmada evvelâ nefesinize odaklanıyorsunuz, giderek derinleşen ve yavaşlayan nefesler alarak beyninizin frekansını ''alfa'' mooduna geçiriyorsunuz. Daha sonra, kendi içinizdeki koridorda geriye doğru gitmeye başlıyorsunuz. Bu başta yavaş, ama sonradan hızlanan bir süreç. Ve eğitmenin sesi/yönergeleri ile sondan başlayıp başa doğru giden, yani geriye doğru bir seyahate çıkıyorsunuz. Önceden hiçbir güdümleme, şartlanma, hazırlama yok, tamamen kendi içinizde bir geriye gidiş bu. Ve görüntüler belirmeye başlıyor, bu görüntülere frekansı hayli yüksek duygular da eşlik ediyor. Hatırladığınız ya da size tanıdık gelen hiçbirşey de yok, dejavu hissi yok, bir film izler gibisiniz ama bu filmin başrolünde siz varsınız aslında, hem seyredensiniz, hem oynayan, tuhaf, tanımı zor ama öyle ya da böyle; tam içindesiniz herşeyin... (Yukarıdaki fotoğraf Louisa Mantero'nun Dachau anısına yaptığı bir çalışmadır, o sebepten buraya aldım. Geçmiş yaşam terapisi/past regression dediğimiz şey de bir nevî içinizden acı çıkarma seansı zaten, tıpkı fotoğraftaki gibi...) Belirtmem gereken bir başka husus da şudur ki; hayatı salt ''zihin'' penceresinden algılayan, genellikle üstbilincinde yaşayan ve daha ziyade beyninin sol lobunu kullanma alışkanlığı geliştirmiş olan bireylerin alfa moodu ile derin meditasyon haline geçmeleri hayli müşküldür. Bu kişiler zihinlerinin kendilerine ''yegâne gerçek'' olarak dayattığı somut algı biçiminde direneceklerinden, meditasyonun akışına bırakamazlar kendilerini, bu durumda da derinleşmek mümkün olmaz zaten. Çünkü üstbilinç buna direnç gösterir. Buradan hareketle; meditasyona aşinâ, zihnin gevezeliğini susturma üzerinde çalışan ve az da olsa spiritüel temeli olan kişilerin vizyon yetisi daha yüksektir, alınacak sonuç da buna bağlı olarak değişkenlik gösterecektir... Unutmayın; birşeyi iyi bilmek başka şeydir, bütünüyle içselleştirebilmek başka, içselleştirmediğiniz hiçbir bilgi ve deneyimin de size faydası olmaz, sonunda muhakkak bilgi çöplüğünüzü boylar ve unutulup gider.

 
Geçmiş yaşamlarından birinde, Dachau Toplama Kampı'nın içtima alanında sıralanmış bu adamlardan biri olduğunu öğrenmek niye önemli olsun ki? Görünüşte fazla bir önemi olmayabilir elbette, zaten ''geçmiş yaşam terapisi''nin ortaya çıkarmaya çalıştığı şey de aslında geçmiş yaşamlarınızda kim ya da kimler olduğunuz değil, bu kimliklerin yaşadığı, hissettiği şeyler ve bunlar sizin ''akaşik kayıtlarınız''da saklanan bilgiler. Kişisel spiritüel arşiviniz de diyebilirsiniz bunlara. O yaşamlarda halledilememiş, tamamlanamamış, acıtıcı deneyimler olarak yaşanmış ve temizlenememiş, yani bir nevî geçilememiş dersler sonraki hayatlarda da bir şekilde tekrarlanıyor. Ruhun tekâmül aşamaları bu derslerin geçilmesi ile yakından alâkalı. Geçemediğiniz dersleri  bir sonraki eğitim döneminde tekrarlamanız ve geçer not alana kadar onlarla uğraşmanız gerektiğini öğrencilik hayatınızdan bilirsiniz, işte bu da sizin ''ruhsal öğrencilik''süreciniz oluyor. Geçmiş yaşam terapisinde de kimliklerle, cinsiyetlerle, milliyetlerle falan değil, duygu/durumlarla ve bunların sonuçlarıyla yüzleşiyorsunuz aslında. Bir kere zihniniz/bilinciniz asla kapanmıyor ve içinde bulunduğunuz ''an''la, ''şimdi''yle bağlantınız kesinlikle kopmuyor. Öyle olsa, eğitmenin sesini ve yönergelerini de duyamazsınız zaten... Sadece üstbilinç düzleminden altbilince geçiş yapıyorsunuz, böylece vizyonları ve onlara ait duyguları çok net bir şekilde yaşıyor, görüyor, hissediyorsunuz. Hipnozla karıştırılmaması için bu açıklamayı gerekli gördüm, o tamamen farklı bir konu zira. Burada odaklanmanız gereken bir sarkaç, parmak şıklatma ile uyanma falan yok, varlığınız bulunduğunuz yerde, kendinizi kaybetme haliniz sözkonusu değil. Ağlama isteği duyuyor ve alenen ağlıyorsunuz, gözyaşlarınız ellerinize damlıyor lâkin bu acının içinde bulunduğunuz zamana ait olmadığının da farkındasınız, sizi ağlatan  geçmişte yaşadığınız ve kayıtlarınızda halen tutulan şey ya da şeyler. Ruhsal tekâmül haritanıza saplanmış topluiğneler de denebilir bunlara, benimki ''ihanet''miş meselâ...

 
Çalışmadan iki gün sonra, değerli Sami Şarhon ile özel bir görüşme yaptım. Yaptığımız çalışmada benim yoğun şekilde hissettiğim acının kesinlikle fiziksel bir acı olmadığı ortadaydı. Bu çok derin, ruhsal bir acıydı. Sebebi de; o hayatımda çok güvendiğim ve bana yakın olan bir arkadaşım tarafından ihanete uğramış olmamdı. Affedemediğim ve benim o kimliğimi acıtan, inciten asıl şey buydu. Bunu ondan asla beklemiyordum ve bu ihanet benim hayatımın akışını değiştirmiş, sonunda da ölümüme sebep olmuştu. Ateşli bir hastalıktan, muhtemelen o yıllarda Dachau'da binlerce esirin ölümüne sebep olan tifüsten yatağa düşmüştüm, bu hastalık bitlerden bulaşıyordu ve gayet tabii olarak içinde bulunduğum berbat şartlarda iyileşmem, yeniden sağlığıma kavuşabilmem olanaksızdı. Arkadaşımın ihbarı üzerine evime gelindiğinde, zamanın siyasi gündemine ve acımasız savaş şartlarına muhalif bir yazı yazmaktaydım, tıpkı o sırada, çinko bir kupadan içmekte olduğum kahve gibi o yazı da yarım kalmıştı. Koltukta uyuklayan yaşlı kedimi ve bana ait herşeyi ardımda bırakarak, sadece askıdaki eski paltomu sırtıma geçirip artık bir daha geriye dönmemek üzere yaşadığım yerden ayrılmak zorundaydım. Götürüldüğüm yer girişi olan ama çıkışı neredeyse imkânsız bir toplama kampıydı ve ben de oradan sağ çıkamayanlardan biri olacaktım...

Kedi, kahve ve yazmak... Şimdiki hayatımda da çok önemli olan üç şey benim için. Ama Sami Hoca'nın da belirttiği gibi; burada asıl önemli olan onlar değil, benim ''ihanet''le olan hesabımın halen kapanmamış, tamamlanmamış oluşuydu. Bu benim karmik plânımda bir takılma noktasıydı ve halledip temizlemem gereken şey de buydu. Şimdiki hayatımda da asla affedemediğim, kabûllenmekte en zorlandığım, aslında gayet ''insanî'' (!) bir vaziyet olmasına rağmen tarafımdan ''insanlık suçu'' sayılan konu buydu ve kökleri eskide olan bu halledilememiş ders şu ya da bu şekilde ama bir şekilde mutlaka karşıma çıkıyordu. Bazen bir arkadaş oluyordu, bazen sevgili, kimi zaman benim itimat, iyiniyet ve safiyetimi kurnazca kullanan bir dış kapının mandalı, bazen de bunlardan çok daha yakın, ailemden biri. ''İhanet'' kavramını yalnızca eşin ya da sevgilinin gidip başka biriyle yatıp-kalkması şeklinde daraltmayacaklardan olduğunuzu varsayarak yazıyorum bunları pek tabii. Herneyse. Peki; bu karmik engel nasıl temizlenecekti?.. Sami Hoca'nın masmavi gözlerini gözlerime dikerek bu soruma verdiği cevap karşısında yüzümü limon yalamış gibi buruşturdum, evet! İtiraf ediyorum ki; söylediği şeyi öyle pat diye yapabilmek hiç de kolay gelmedi bana ama?.. 

Ne o, hepsini bir defada anlatıp bitireceğimi falan mı sanmıştınız yoksa? :) Kusura bakmayın ama; yok öyle yağma. Devamı bir sonraki yazıya...


''Temizlenmek ilk şey olmalı -duygusal bir boşalım-,  aksi takdirde nefes egzersizleriyle, sadece oturmayla, yoga asanaları, pozisyonlarını uygulamakla yalnızca birşeyleri bastırıyorsun...''
OSHO (Evet, gene Osho..:)

Hiç yorum yok: