21 Ağustos 2009 Cuma

İnsan olmak/hayvan olmak...

Adı Hüseyin Köroğlu, düne kadar 49 yaşındaydı ama artık hayatta değil, hep o yaşta kalacak, kucağında kedisiyle objektife verdiği bu pozun giderek sararan gazete sayfalarında ve sevdiklerinin hafızasında kalacağı gibi... ''İnsan'' sûretinde ortalıkta dolaşan damadı onu ve ailesinden beş kişiyi daha katletti, sebep gazete haberlerine ve mahkeme kayıtlarına gene gayet ''insanî'' bir şekilde ''cinnet'' olarak geçti. İlgili link burada, buyrun okuyun. İslâm aleminin mübarek ayı Ramazan bu haberle başladı, gerisini, ötesini-berisini yorumlamak artık bana düşmez...

İstese tek çene hareketi ile boynunu kırıp atabilir, aralarındaki fark o kadar büyük ki; en ufak bir ters hareketi dahî bebek kedinin ölümüne sebep olabilir. Üstelik bu iki türe yüklenen ezelî düşmanlık ezberi hemen herkes tarafından bilinir. Onlar kimi ''yüce insanlar'' tarafından ''amaaan, alt tarafı hayvan işte!'' denilerek aşağılanır, küçümsenir. Onlar mikroplu, keneli-pireli, kıllı-tüylü, pis ve uzak durulması gereken ''şey''lerdir. Dünyada olmaları, ''yüce insan''ın ayağına dolanmaları ne kadar da gereksizdir! Ama beceriyorlar işte insanın bir türlü beceremediğini, insan kendi türünden olanlara kolayca, gözünü bile kırpmadan kıyarken ve diğerleri bu vaziyete bir o kadar kolayca ''cinnet'' deyip geçerken, onlarda güçsüz ve muhtaç olana sonsuz bir merhamet var, birbirlerinin varlığını böyle güzel kabûllenip o varoluşu böyle de güzel kolluyorlar işte. Çok yaşa sen köpek kız Fadik, çok yaşa sen bebek kedi Bücür ve çok yaşayın siz hayvan çocuklar, dünyanın öyle ihtiyacı var ki size...

(Hayvanların içinde bulunduğu ortamın genel enerjisinin onların davranışları üzerinde ne kadar fark yarattığı, düşmanlık pratiği körüklenerek, kötü koşullarda ve şiddet görerek yetiştirilen hayvanlarda agresyon ve saldırganlığın arttığı bilindiğine, ayrıca tabiat içindeki vahşî hayvan davranışları tamamen hayatta kalabilmek, varlığını devam ettirebilmek temelinde şekillendiğine göre ''efenim, arslanlar geyikleri avlayıp çatır çatır yiyor ya, ona ne diyeceksiniz bakalım?!!'' aklıevvelliğine karnımızın tok olduğunu şimdiden belirtelim de, sonra kavga çıkmasın durduk yere...)

Elindekini ihtiyacı olanlarla paylaşmak, ''şşşt, şşşt, sakin ol, sinirlerine hakim ol'' mantığını hayata geçirmek, insanî ihtiyaçlarını kendi istek ve iradesi ile sınırlamak, kötülükten uzaklaşıp iyiliğe yaklaşmak, daha sabırlı, daha duyarlı, daha anlayışlı olmak sadece içinde bulunduğumuz bu mübarek aya ait kavramlar olarak görüldükçe katedilen mesafenin bir arpa boyuna bile ulaşamayacağı zaten çok açık. Ramazan ayında ne yaptığın, ne ettiğin değil, her zaman nasıl biri olduğun önemli çünkü... O bir aylık bir müddettir, gelir geçer, sonunda yersin tatlılarını, kutlarsın bayramını, ''küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden...'' muhabbetiyle biter gider. Artık mide bulandırma sınırını zorlayan o hazır çorbalı, colalı içecekli iftar sofrası reklâmları ekranlardan çekilir. Asıl bundan sonrasının nasıl olacağı düşünülmelidir. Aç olmanın, muhtaç olmanın ne menem birşey olduğunu yalnızca Ramazan'da, oruçluyken anlayabilenlere artık bilmem ki ne demelidir?..

"Üç kişinin duası geri çevrilmez: Adaletle hükmeden hakimin, iftar edinceye kadar oruçlunun ve mazlumun... "[İbni Mâce, Siyam:,48. ]

Herkese hayırlı Ramazanlar olsun, bu bütün evren adına içten dileğimdir...

Hiç yorum yok: