18 Ağustos 2009 Salı

Acısıyla-tatlısıyla...

Ameliyat sonrası dönemin kimi zaman ameliyatın kendisinden daha müşkül olduğunu bilenlerdenim, bu konuda yeterince tecrübem var. Buradan hareketle; ''e hani ameliyatı atlatmıştık, n'oluyoruz yaa, ne bu ağrı-sızı, tiz doktorumu bulup getirin bana!'' diyecek halim yok elbette, çektiğim acılar zaman zaman nefesimi kesip gözlerimi yaşartsa da paşa paşa katlanıyorum durumlara. Evin içi desek; bol miktarda çiçek-böcek, meyve, tatlı, kurabiye, pasta, çörek, gelen-giden eksik değil, sofralar kalabalık, telefonlar meşgûl maşallah, ''eh bugün daha iyi gördük seni, yarına daha dahası olsun inşallah''... Tatlı şeyler, mutlu şeyler dolaşıp durmakta etrafımda, hani ne vakit ayaklansam iyiliğin o güçlü kanatları giriyor kollarıma, çektiğim tüm acılara inat tatlılar tıkıştırıyor ağzıma, sevgiden örülmüş bir cibinlikle örtüyor hasta yatağımı ve süpürüp götürüyor dilimdeki o kötü ilaç tadını. Biliyorum; aslında ilaçlarla değil iyilikle iyileşiyorum, bunun için de evrenin yüce sahibine tüm varlığımla teşekkür ediyorum...
Ameliyatımdan sonraki gün, bir karton kutu içinde ölmeye terkedilmiş iki bebek kedicik bulundu. Onları analarından ayırıp ölüme terkedenlere inat direnmişler, sanki benim hastaneden çıkıp eve dönmemi beklemişler. Acar ve Bücür kardeşler artık güvendeler, biberondaki mamalarını emerken çıkardıkları mutlu mırıltılar sanırım bütün fiziksel acılara değer. Üstelik evren bu iki öksüze bir de ana hazırlamışmış ve o da bizim evde yaşamaktaymış meğer:) Köpek kız Fadik yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz şekilde sürekli peşlerinde, gece-gündüz sepet başında nöbette, yani gene muhteşem dostluk manzaraları mevcut bizim evde. Sağolsunlar, varolsunlar, o saçma-sapan düşmanlık ezberinin karşında, ellerindeki evrensel barış bayrağıyla hep böyle dimdik dursunlar...
''Kendime benzemeyeni sevmem, hem benim sevgim mülkiyet esasına dayanır, sevdiğimi zimmetime geçiririm yani, seveceğim şey tamamıyla benim, sadece benim olmalıdır. Önce zorlayıp kendime benzetirim, sonra da hiçbir koşulda gitmesine izin vermeyecek şekilde sarar, sıkar, düğüm üstüne düğüm atar, devamlı kontrolüm altında tutar, nefes bile aldırmadan yavaş yavaş boğarım. Onun ne hissettiği, aslında ne istediği hiç önemli değildir benim için, ben ona kendi uygun bulduğum gömleği biçer, diker, giydirir, düğmelerini zorla ilikler, sonra da karşısına geçer eserime bakarım, ben seversem kendi kurallarımı dayatırım! Sevdiğim ne olursa olsun, öyle elini-kolunu sallayarak gidemez benden haaa, yapışırım, bırakmam, sımsıkı tutarım! Baktım hâlâ direniyor benim kurallarıma, uçuşup kaçışıyor sağa-sola, o zaman da alimallah her türlü kötülüğü yaparım!..'' mantığını bilirsiniz. Zannederim bu mantığın ''insan'' egosundan temellendiğini de bilirsiniz. Diğer canlı türlerinde böyle baskın ve bencil bir egoya rastlanmaz, sevgi hissi mülkiyet kavramıyla beraber dayatılmaz. Aksi durumlarda türlü duygu sömürüleri, vicdanî terör vaziyetleri ve benzer acizce numaralar yaratılmaz. Akışın karşısında öyle baraj gibi durulmaz. Hayatla birlikte akabilmek ve bunun getirisini-götürüsünü kabûllenebilmek için o ego canavarıyla epeyce boğuşmuş olmak gerekir, elbette bu ''insan'' türü için böyledir. İnsan ne yazık ki şunu unutmaya gayet müsaittir; bu yüce sistem içinde o tek başına hiçbirşeyin asıl sahibi değil, yalnızca emanetçisidir. Yani demem o ki; ''insan''ın gelişmişliği dijital başarılarla ölçülebilir birşey değildir, evvelâ bütün insanî tarafları (buna sevme vaziyeti de dahil) işlemden geçirip terbiye etmek mecburîdir...
Şimdi isterseniz bu haberi okuyun ve lûtfen bir daha sorun kendinize; evrendeki hakiki egemenlik acaba kimindir?..

2 yorum:

Demet dedi ki...

Çaresizliğime ağlıyorum. Hepsine yetişememek kahrediyor.
Daha 3 gün önce kız kardeşim telefonda hüngür hüngür ağlıyordu, bulunduğu yazlık sitede sahiplerinin bırakıp gittiği bir köpeği emanet edecek kimse bulamadı diye. O İstanbul'a geldiğinde o can orada ne yapacak bir başına diye. Neyse ki sonra ona çok iyi bakacak bir aile buldu ve vicdanı rahat bir şekilde gelip okuluna devam edecek miniğim.
Ya o koskoca insanlar? Vicdansızlar?! Vicdan sahibi olmayan insan bile olamaz. Bunlar nasıl insan?

Bu arada Acar ve Bücür ne kadar şanslılarmış. Fadik ne de güzel ablalık yaparmış. Acılarının azaldığı ve hatta bittiği, yerini gülümsemelerin aldığı güzel günler dilerim sevgili Handan.

Handan Demiralp dedi ki...

Elbette gülümseyeceğiz sevgili Demet; elbette güzel ve aydınlık zamanlar için koruyacağız umudumuzu... Allah devasız dert vermesin diye daima dua edeceğiz. Hayatın dümdüz, yokuşsuz, dikensiz bir yol olmadığını, öyle olsaydı eğer bize hiçbir değer katmayacağını bileceğiz. Lûtfen üzülme; yaradılmış ne varsa hepsinin çok yüce bir sahibi var. Ve O ne yapacağını, kimi, neyi, nasıl, niçin mükâfatlandırıp cezalandıracağını kimseye sormadı şimdiye kadar... Çok sevgimle, teşekkürlerimle...