21 Ocak 2010 Perşembe

Sudan şeyler...


Genellikle tek bir kitap okumam; hele Burak Özdemir gibi bir yazarın ''Tanrı'nın Doğumgünü'' gibi bir kitabı varsa elimde, muhakkak bunu destekleyecek başka kitaplar da araya girmelidir. Yukarıda fotoğrafı görülen Japon amcamız Dr.Masaru Emoto, su kristallerine kafayı takmış olmasıyla tanınan bir araştırmacı yazar... Ben onunla ve ilginç tezleriyle ilk kez ''What Do Bleep Do We Know/ Ne Biliyoruz ki?'' isimli filmin birinci bölümünde karşılaşmıştım. Birtakım kitaplar yazmış olduğunu biliyordum ama ''Sudaki Mucize'' isimli kitabı elime geçene kadar özel bir ilgi duyduğumu söyleyemem. Ben nicedir sevgili Burak'ın tuğla ebadındaki kitabıyla yatıp kalkarken araya girmiş olmasının sadece bir tesadüften ibaret olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim ama...


Su hayatımızın olmazsa olmazlarından, mâlûm. Zaten bedenî varlığımızın neredeyse tamamına yakını da sudan oluşuyor. Yukarıda gördüğünüz bir su kristali, ne kadar hoş ve zarif görünüyor, değil mi? İnsan her Allah'ın günü defalarca kullandığı, elini-ayağını, ağzını-burnunu yıkadığı, çaya-çorbaya kattığı ve her gün muhakkak bir miktar içtiği bu sıvının hücresel boyutunu pek aklına getirmiyor tabii, sıradanlaşmış bir kimliği var suyun bizler için... Ancak ondan yoksun kalınca oflayıp puflamaya başlıyoruz, başka pekçok şeyde olduğu gibi ama suyun yokluğu o kadar basit değil tabii, çünkü varlığı neyse ne de, yokluğunun neticeleri hayli hayatî. Şimdi; bu Emoto amcamız diyor ki, su öyle durduğu yerde duran birşey değil, şişede, bardakta, nehirde, kovada ya da vücudumuzda, her nerede olursa olsun etraftaki enerjilerle rezonansa (titreşime) girebilen iletken bir oluşum. Buradan hareketle, pozitif enerjilere tabî olduğunda kristalleri buna göre şekil değiştiriyor. Negatif enerjiler için de geçerli bu tabii. ''Sevgi'', ''minnettarlık'', ''şükran'' gibi etkilere derhal tepki veren kristaller adetâ güzellik yarışına giriyor ve göz kamaştırıyor. ''Öfke'', ''kin'', ''nefret'',''düşmanlık'' gibi dış uyaranlar ise su kristallerini tanınmaz, acaip ucubeler haline getiriyor!..


Yukarıdaki fotoğraflar da Dr.Masaru Emoto'nun araştırmaları sırasında çekilmiş. İlkinde ''teşekkür'' etkisini alan su kristalini görmektesiniz, ikincisinde ise suya ''seni öldüreceğim!'' etkisi verilmiş. Sonuçlar çarpıcı, değil mi? Kitapta daha pekçok farklı etkiye marûz bırakılmış su kristali fotoğrafları var. Bir başka dikkat çekici taraf ise televizyon, bilgisayar, cep telefonu gibi elektromanyetik dalgalar yayan kaynakların etrafında tutulan suyun bu tür etkilerden rahatsız oluşu zira su kristalleri elektromanyetik dalgalara marûz kaldığında da çirkinleşiyor. Emoto okuyucusuna çok basit bir soru soruyor aslında: ''Bedeninizin bu kadar önemli bir kısmı sudan oluşmakta ise, bırakın direkt etkiyi, sadece düşünceleriniz dahî acaba nelere kadîr olabilir, acep hiç düşündünüz mü?..'' Bunu hiç düşünmemiş zihinleri haliyle epey bulandırdıktan ve ''hadi ya, hiç aklıma gelmemişti'' dedirttikten sonra da ekliyor: ''Su ilahî bir elçidir, suya buna göre davranmak gerekir. Negatif duygular ruha ve bedene nasıl zarar veriyorsa suya da aynı zararı verir. Pozitif duygular ise elbette tam tersidir. Özellikle içmek sureti ile varlığınıza katacağınız suya bu anlamda dikkat edin ve büyük kısmı sudan oluşan bir varlık olduğunuzu da sık sık aklınıza getirin, eminim eski düşünce ve davranış kalıplarınızı değiştirme gereği duyacaksınız...''

Emoto, zihinden yükselen negatif düşüncelerin kime ve neye dair olursa olsun muhakkak çıktığı kaynağı aynı şekil+şiddette etkileyeceğini de belirtiyor ve ''dünya üzerinde yaşayan herkes kâinatın bütünüyle uyumlanarak pozitif rezonans üretmek zorunda, aksi halde ne hastalıklar, ne savaşlar, ne bireysel kavgalar, ne de global felaketler son bulmayacak'' diyerek sözlerini bağlıyor. Yani aslında ''su''dan birşey olarak başlattığı konuyu o hepimizin bildiği ''etki-tepki kanunu'' ya da ''Karma Yasası''na ilikliyor. Kitap bitmek üzere, sona geldim sayılır. Ha, ben ne mi yapıyorum bu durumda? Uyumak üzere gözlüğümü çıkarıp okuma lâmbasını söndürmeden evvel her zaman içtiğim suya otomatik bir alışkanlıkla uzanmıyorum artık,  bardağı elime alıp ''seni seviyorum'' diyorum, ''varlığıma huzurla katıl, varlığına şükran doluyum'' diyorum ve öyle içiyorum. Güzel oluyor valla, herkese tavsiye ediyorum:)

Ek ve de dip: Haftasonu ''suya dair'' bir görevle Afyonkarahisar'da bulunacağımdan mûtad Pazar yazısını yazamayabilirim, meraklılarına şimdiden bildiriyorum...

2 yorum:

Çiğdem Atabey dedi ki...

Handancığım, çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık.. Aslında sudan sebeplerle de :) olsa herkese ve herşeye karşı sevgi dolu olmanın önemi de bir kez daha gözler önünde.. Ve aslında çevremizi nasıl etkiliyor ve de çevremiz tarafından nasıl etkileniyoruz onu da bir kez daha düşünmeliyiz bence..
kucaklıyorum sevgimle.. :)

Handan Demiralp dedi ki...

Sevgili Cheetos'um; teşekkür ederim. İçimizdeki dünyanın dışımızdakini oluşturduğunu anlatmak ve davranış+düşünce kalıplarımızı değiştirmemiz gerektiğini vurgulamak bana göre çok önemli... Dünyamızı barış ve uyum ritmine sokabilmemiz için gereken bu çünkü. Umarım faydası olmuştur. Senin bu konudaki çalışmalarını da gönülden takdir ediyor ve sevgimle kucaklıyorum...