13 Ocak 2010 Çarşamba

Asî-metrik bir hikâye...

Ufacık bir bebekken alınmıştı anasının karnından, muhtemelen çok sevimliydi tabii, bütün bebek canlılar gibi... Ama büyümek kaçınılmaz bir gerçekti, o da hep bebek kalmayacak, elbette serpilip büyüyecekti. Onu alanların kafasında en başından bir soru işareti olmalıydı ki; köpecik büyüdükçe o soru işareti de büyüdü, giderek daha zor, daha katlanılmaz gelmeye başladı varlığı. Hâlbûki; o vaktiyle kendisini alan bu insanları sevmişti, onları sahip, yaşadığı yeri de yuva bilmişti. Onun kafasında soru işareti falan yoktu, o sadece olması gerektiği gibi büyüyor ve yaşıyordu. Bildiği dünya oydu, başka dünyası yoktu...

Asla eve sokulmadı, onu alanların yaşadığı apartman dairesinin balkonundan baktı hep dışarıdaki ve içerideki hayata. Doğal ihtiyaçları için dışarı çıkarıldığında duyduğu sevinç anlatılmazdı ama sahipleri onun sağa-sola koşuşturmasını, hoplayıp zıplamasını hiç anlamadı, onlara göre o bağlı bulunduğu zincirin ucunda uygun adım yürümeli, edebiyle davranarak (!) köpekliğinin gerektirdiği hiçbir taşkınlığı zinhar yapmamalı, sessizce ve çabucak işini görüp bir an evvel balkonuna geri dönmeliydi. Bunu da denedi köpek kız Asî, kırgın, küskün ve korkuya karışmış bir uslulukla ondan isteneni yapmaya çalıştı, ama olmadı işte, insanoğlunun gönlü gene olmadı. Herşeyi battı onlara, zor geldi ona dair ne varsa ve sonunda bir gece onu zincirinden çözüp sokağa terketmeye karar verdi sözde ailesi!.. O sırada Asî'nin arada kaçamak oyunlar oynadığı köpek kız Fadik'le birlikte oradan geçmekte olan biri olmasaydı, bugün muhtemelen hiç tanımadığı o kocaman dünyada, yağmur altında, çaresiz ve tek başınaydı...

Hikâyenin geri kalanı can sıkıcı; uzun konuşmalar, ilgili kanuna dikkat çekmeler, bazen hayli sertleşen ifadeler, sözde aileden talep edilen ve taraflarından lûtfedilen (!)  kısa zaman, sonra arka arkaya çalmaya başlayan telefonlar, internet yazışmaları, öfke, kaygı, iç sıkıntısı... Herşey onun sokağa terkedilmemesi içindi, zaten sokakta doğmuş bir köpek olsaydı durum asla bu kadar vahim sayılmazdı ama ne çare, vaziyet öyle değildi. Vaktiyle bir heves uğruna anasının karnından çekilip alınmış bu saf ruh artık istenmiyordu, nefesi ağır geliyordu, üstelik bu gayet açık şekilde, hiç utanıp sıkılmadan ifade edilebiliyordu! Barınaklara sorulmuştu, hepsi doluydu, o zaman geriye tek seçenek kalıyordu, gecenin ıssız bir vaktinde zincirini çözüp kıçına tekmeyi basmak! Ama dedim ya; Allah'ın buna rızası yoktu ki o sırada oradan Handan Demiralp geçiyordu!..

Asî artık güvende, bebekliğinden beri yaşayamadığı özgürlük duygusunu iki küçük köpek kardeş ve bir sürü güvercinle, dolu dolu paylaşıyor olmanın haklı sevinci içinde:) ''Al sana hayat, daha ne, idare et işte!'' diye içine tıkıldığı ve günler, geceler boyu zincirle bağlı şekilde ağladığı o balkon zihninin kısacık tarihine çoktan karıştı bile. Komşular tarafından, sahiplerince sık sık dövülüp sürekli azarlandığı da ifade edilen bu saf ruhun vebali ilgili şahıslarındır kuşkusuz, o kısmına biz ne karışırız? İnsan sûreti yanıltıcıdır, hep söylerim ya, görünüşe aldanmayacak, kılıfa kanmayacaksınız. Biri için dahî olsa birşeyleri değiştirebilmiş olmanın eşsiz huzuru bizimledir şimdi, gerisini herşeyin o yüce sahibine bırakırız. Köpek kız  Asî'nin hikâyesine karışıp, onu sokağa terkedilmekten kurtaran sevgili canlar; Yonca Heper, Özgül&Burak Turunçoğlu ve Arif Çiçek, yâhû iyi ki varsınız:) Ve ey güzel Allah'ım; o gece hava yağmurlu diye Fadik'i çıkartmakta epeyce oyalandım ama, beni tam zamanında, olmam gereken yere yolladığın ve herşeyin akışını değiştirmeye vesile kıldığın için sana şükranım sonsuz, çok büyüksün, çok yücesin... Bütün varlığımla teşekkür ediyor ve Asî için çizdiğin kader plânı önünde hürmetle eğiliyorum...

Ek ve de dip: Bakamayacağınız, hayatı ve hayatınız boyunca sorumluluğunu taşıyamayacağınız, ille de kendi doğularınızı dayatacağınız, varlığına sadık kalamayacağınız ve sevginizi kimi şartlara bağlayacağınız  hiçbir canlıyı (buna her türlü hayvanat ve nebatat yanında sevgili, eş, çocuk, arkadaş vb. de dahildir tabii) geçici ve aptal bir heves uğruna hayatınıza sokmayın! Yeterince vefalı, bağlı, saygılı ve sevgili kalamayacaksanız ''ne var yani, bir ben miyim, herkes öyle yapıyor!'' bahanesine saklanarak acı bir hikâye başlatmayın! Gerekirse ömür boyu yalnız kalın ama lûtfen bunu yapmayın! Can ve ruh taşıyan varlıklara asla eski eşya muamelesi yapmayın! Terkedilmek tüm canlılara aynı acıyı verir, unutmayın. ''Allah'ın sopası yok'' denir halk arasında, O'nun cezalandırmak için değneğe-sopaya falan ihtiyacı da yoktur zaten, ''kul hakkı''nın hırkası ağırdır, taşıyamayacaksanız hiç giymeyin sırtınıza, sonra mazallah neye uğradığınızı şaşırırsınız! Benden söylemesi, varın artık siz düşünün taşının...

Hiç yorum yok: