10 Ocak 2010 Pazar

Seyircinin gözüne gözlük, hayâline şenlik...


Herkesin aynı tip gözlükleri takarak, tuhaf bir kabile halinde izlediği fazla film yok dünya sinema tarihinde, mâlûm... Ben seneler önce ''üç boyutlu film'' diye heyecanla izlemeye gittiğimiz, gözümüze karton çerçeveli, acaip, uyduruk gözlükler taktığımız ve akıllara zarar maliyeti sebebiyle sadece bir  sahnesi üç boyutlu çekilebilmiş olduğundan, o sahnede nefeslerimizi tuttuğumuz tek bir film hatırlıyorum, o da korku klasiklerinden ''13.Cuma''ydı. Filmin yaratığı gariban Jason birilerine mızrak mı ne fırlatıyordu o sahnede, herkes ''amanin!'' deyip kafayı öne eğmişti, bütün olay buydu! Ama ''Avatar'' ı bununla kıyaslamak fena halde haksızlık olur, baştan söyleyeyim yani...

James Cameron abimiz (ki; bana göre parıltılı sinema kariyeri kadar, beş defa evlenmesi ile de sonuçta mutlaka başarmaya dair inancını+inadını ispat etmiş bir çatlaktır kendisi:) Buradan hareketle; son ve de halen eşi olan Suzy Amis ablamıza da bir adet Oscar takdim edilmeli...)
bundan epey zaman önce ''Titanic'' ile gişe hasılatlarının ortalama rakamlarını alt-üst etmişti, Avatar'ın henüz başlangıç sayılabilecek hasılatına bakıldığında arkasında ''tek rakibim Türk Hava Yolları!'' yazan kamyonlar gibi, bu filminin de tek rakibi gene kendi filmi olmuş, e bu durumda ''bravo hocam, tebrikler!'' demeli... Bence bu senelerce sürmüş bir emeği hiçe sayarak ''parayı basan hem düdüğü, hem de seyircinin aklını çalar tabii!'' demekten daha adil ve daha isabetli...

Ha, hiç mi klişe yok filmde, yooo, var... Kahramanlığı üstlenen başka türden, başka dünyadan asker eskisi, bacakları sakat bir yabancı, sıkıcı bir görev gibi başlayan mevzunun sonradan kahramanımızı fena halde sarması, kendi türünden olmayan bir varlığa aşık olup bağlanması (bkz.''aşk adamın aklını alır, surete değil, yüreğe bağlıdır'' maddesi) , çok değerli olan bilmemne madeninin dünyalılar tarafından ne pahasına olursa olsun ele geçirilme hırsı (''nıhahahaaa, hepsi bizim olucak, paranın dibine vurucaz lan!..'' vaziyeti) gezegenlerinde mutlu-mesut yaşayan varlıkların düzenine bu hırsla çomak sokulması, kıyım, savaş, kötülerin daima iyilerden sonra ve bir hayli zor ölmesi, seyirciye ''gebertin lan artık şu nokta nokta çocuğunu, acımayın, parça-pinçik edin!'' dedirtilmesi, sonunda dünyalıların bozguna uğratılıp gezegenden kovulması falan... Bir tür Kızılderili  ya da daha gelişmişler tarafından acımasızca keşfedilip (!) sömürülen o bildik yerli halklar hikâyesi gibi gelebilir kulağa ama burada ifade şekli hayli farklı. Çünkü bu hikâye bütünüyle fantastik ve haliyle çok daha zor+pahalı...

3 D tekniğine sahip bir sinemada ve orijinal altyazılı olarak izlenmesi önemle tavsiye olunacak tarafımdan, aksi halde bir tür bilgisayar oyunu izleniminden öteye geçemeyebilir. Bilet bulabilmek için bir hafta kadar beklemek gerekiyor, gözlüklere ayrıca ufak bir bedel ödeniyor, girişte dağıtılan gözlükler çıkışta iade ediliyor ve film üç saat kadar sürdüğünden gözler biraz yoruluyor. Peki değer mi bütün bunlara; benim cevabım ''evet'' olacak. Çünkü ister-istemez taraflı davranacağım, filmdeki ana mesajları zihniyetime gayet yakın bularak sevdim. Tabiatın dişil kimliğine vurgu yapılması (''doğa ana'' söylemi) , tabiattan kopmanın evrenin temel bilincinden kopmak demek olduğunun ifadesi, pozitif enerji ve kollektif iyilik+bilinç kavramının kuvvetle desteklenmesi, anaerkil sisteme ve ''şaman kadınlık'' bilgisine yapılan başarılı göndermeler, hakiki aşkın devreye girmesiyle önceliklerin bütünüyle değişmesi ve gözlerin kararması, asıl zenginliğin kapitalist anlamından sıyrılarak, zarar vermeden, manyak gibi yok etmeden ve varoluşa saygı içinde yaşamak (yani FARKINDALIK) olduğunun gözlüklü gözlere sokulması gayet yerindeydi. Pandora gezegenindeki fantastik hayvanat ve nebat türleri ile kurulan kozmik enerji iletişimi ve bu sayede sağlanan iş+güç birliği takdire şâyandı. Bilhassa hayat enerjisinin tabiattan ödünç alınan birşey olduğu, zamanı geldiğinde asıl sahibine iade edileceği ve enerjinin şekil değiştirse de hep varolacağı mesajı fevkâladenin fevkînde idi... Sevdiğim repliklere gelince:

- Sen onlardan korktun diye ölmeleri gerekmiyordu!.. (Çünkü dünyalı kahramanımız görünüşlerine bakarak tırsmak sureti ile bazı gezegen hayvanatını çata-çuta öldürüyor, gezegen kızı ve çok geçmeden sırılsıklam aşık olacağı Neytiri de bu yüzden onu sıkı fırçalıyor, aferin...)

- Bizde olup da onların sahip olmak istediği hiçbirşey yok ki, anlaşma karşılığında onlara ne vaat edeceksiniz?.. (Bilmemne madenini ele geçirmek için sahte anlaşmalar peşinde olan ve aslında herşeyi yakıp-yıkmayı plânlayan kapitalist ve de militarist sistemin temsilcilerine, artık duruma uyanmış olan kahramanımızın sorduğu sual, tabiatla çoktan uyumlanmış şekilde ve bundan hoşnut halde yaşayan bir topluluğa ''modern'' dediğiniz o salak dünyanın nesi cazip gelebilir ki? Ayağa kalkıp alkışlama isteği uyandırdı bende, aferin-2...)

Aşkı uğruna kendi türüne ihanet etme pozisyonuna düşse de yolundan dönmeyen ve ait olduğu dünyanın acımasız sistemlerine karşı savaşan kahraman modelini de sevdim tabii, hele bu neticede insan sûretinden bütünüyle vazgeçerek artık Pandora'lı bir Na'vi olmayı tercih ettirecek kadar cesaret ve kararlılığa dönüşünce tadından yenmiyor, benden haklı bir ''aferin'' daha alıyor. Çünkü her ''vazgeçiş'' gibi bu da güçlü bir cesaret, istikamet ve istikrar gerektiriyor. Genç Sam Worthington ve tecrübeli Sigourney Weaver'ın oyunculukları sağlam, diğer oyuncular da gayet iyi ve dengeli. Günün birinde illâ ki tükenecek olan kimi yeraltı zenginlikleri uğruna, yerin üstünde ne varsa hepsini bir kalemde feda etmek gibi gayet tanıdık bir insanî dangalaklığın yenilgiye uğratılıyor oluşuyla çevreci tarafımı da onore eden ''Avatar'' ın izlenmesinde fayda görmekteyim ama dediğim gibi, bu tekniğe sahip bir sinemada ve orijinal altyazılı olarak... Bir de; bu kadar çok mısır yiyerek filmin sonunda sinema salonunu patlak mısır tarlasına çevirmenin, bir sonraki seansa salonu hazırlamakla görevli arkadaşlara yedi sülaleye rahmet okutmanın alemi yok be kardeşim! 3 D'li ve gözlüklü film izleyeceğiz diye biraz fazla para ödemişsek sinema salonunun tapusunu tümden üzerimize geçirmiş sayılmıyoruz ya! Bak, ben hepi-topu üç-beş tane bitter çikolatalı portakallı draje yedim, ortalığı dağıtmadan, çer-çöp saçmadan o kadar saat idare ettim, seyirciysek seyirciliğimizi bilelim, değil mi ama? Aaaaa...

Ek ve de dip: ...Bu nedenle ayrılıp gidebileceğimiz bir yer ve varacağımız başka bir yer olmadığından, bizden başka da birşey bulunmadığından, ne kurtulma vardır, ne kurtuluş, ne geçmek vardır, ne de kalmak. Hepsi bizdedir. Bizdendir.


Sadece illüzyon alemine yaptığımız seferden uyanmamız gerekmektedir.

Geçiş aslında bilinç eşiklerini geçiştir.

Geçiş; bilinç eşiklerinde nöbet tutan korkuları, endişeleri, öfkeleri geçiştir.

Geçiş; aslında bir vazgeçiştir.

Vazgeçiş; ''kendin olmayan'' her şeyden geçip gidebilmektir. (Değerli Nilgün Nart'a alkış ve şükran ile...)
                              
                               

(Halen yaşadığı İzmir-Karşıyaka/Bostanlı'daki apartman katında bakımının zor olduğu gerekçesi ile sahipleri tarafından artık istenmeyen 7,5 aylık harika Husky-Golden melezi Asî kız huzur ve güven içinde yaşayabileceği yeni bir ev arıyor. Çok uyumlu ve tatlı bir çocuk. Gayet sağlıklı, aşılı, hiçbir problemi yok. Güzel ve sadık bir köpek sahiplenmek isteyenler için ideal. Ücretsiz olarak bütün eşyası ve aşı karnesi ile birlikte verilecek, İzmir içi olması şartı var. Nakliyesi tarafımızdan sağlanacak. İlgilenenlerin tirmikizi@gmail.com adresine ayrıntılı e-posta göndermesi rica olunur...) demiştik; sevgili Asî kız için evrenden yardım ve cevap çok gecikmedi, ona kalbini ve evini açan, dopdolu ve anlamla donanmış hayatında bu kovulmuş saf ruha da yer veren güzeller güzeli, iyiler iyisi, muhteşem enerjisiyle hepimizi sarıp sarmalayan değerli Özgül Turunçoğlu için dileğim şudur:

 ''ÖZGÜL'cüğüm; evrenden ne istiyorsan o OL'sun, hayatında herşey varlığın ve ruhun kadar güzel OL'sun. Kutsal Yaratıcımız ve O'nun ışıklı yardımcıları her zaman seninle OL'sun. Sevgiyle, şükranla, duayla, daima...''

Hiç yorum yok: