30 Eylül 2009 Çarşamba

Hasan neden boğuldu?..

Çok değil, on gün kadar evvel oradaydım. Ne ilk gidişimdi, Allah kısmet ederse ne de son olacaktı, bunun farkındaydım. Bir önceki gidişimde yazın orta yerindeydik, hava çok sıcaktı, tepelere tırmanmış, patikalardan geçmiş, hayli yürümüş ve gayet tabii olarak çok terlemiştik. Bu tarz yürüyüşlere alışık olmayan bünyeler için hayli zorlu sayılabilecek parkurun sonunda ulaştığımız ayna gibi su beni adeta büyülemiş ve üzerimdeki kıyafete hiç aldırış etmeyip, öyle olduğum gibi atlamamı sağlayarak sanki beni içine çekmişti. Hakikaten muhteşem bir deneyimdi ve tabii biraz da delilikti! Yok, merak etmeyin, bu defa aynı şeyi yapmadım, zira teknik, artistik ve sıhhî şartlar pek müsait değildi. Orası Kazdağları'ndaki Sütüven Şelâlesi ve meşhur Hasanboğuldu büveti idi...

Efsanenin tamamını burada anlatmayacağım; ancak bilmeyen ve merak edenler için linkini vereceğim. Oraya gitmek için çıtkırıldım olmayan, sağlam bir araca ve epeyce yürüyüp tırmanabilecek ayaklara ihtiyaç olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim. Parmakarası terlik, tokyo, sandalet vb. yaz şeyleriyle oraya gitmeye kalkan ihtimâl daha yolun başında vazgeçecektir zaten, bu sebeple tabanı kuvvetli, burnu kapalı ve ayağı sıkmayan, dayanıklı, spor pabuçları tavsiye edeceğim. Fotoğraf makineniz, sırt çantanız, çantanızın içinde mümkünse ufak bir havlu, soğuk sandviç ve meyve bulunsun, yanınızda köpek bulundurmak şart değil ama ben denedim, bu sayede mekânın bildik ismi olan Hasanboğuldu'nun yanına Fadikyoruldu'yu da başarıyla ekledim:)

''Aha da şu istikametten yürümek gerek...'' dediğim bu noktadan sonra ortalama yarım saatlik bir patika macerası daha gerekliydi. Hava buram buram limon kekiği, defne ve çam kokmak sureti ile insanın başını döndürmekteydi. Ve elbette bu yolculuğa başından sonuna kadar şırıl şırıl su sesi de eşlik edecekti. Özetle garibim Hasan'ın boğulduğu yere varabilmek için bir nevî keçi ruhuna ve inadına sahip olmak icap etmekteydi...

Kazdağları'nın damarlarından akan bu tertemiz ve buz gibi suyla temasa geçmek için avuçlarınız kafî gelmediğinde direkt pabuçları fora ediyorsunuz haliyle... Lâkin; soğuğa tahammülü olmayan ayakları bu suya daldırmak bünyede bazı yan tesirlere sebep olabilir hayli kısa müddet içinde. Öyle ki tabanlarınız yanmış gibi sudan fırlayıp en yakındaki düz taşın üzerinde ''brrrrrrrrr!..'' diye diye bir süre tepinebilirsiniz. Sırt çantasında bulundurulması tavsiye edilen ufak havlunun niçin gerekli olduğunun da şu noktada anlaşılmış olduğunu ümit ederiz:) Gene de; bedeli ne olursa olsun bu suya bir şekilde muhakkak dokunun, hâttâ yapabiliyorsanız ruhunuzu da suya basıp bir-iki su çitileyerek arıtın deriz...


Neticeye gelirsek efendim; başlıktaki ''Hasan neden boğuldu?..'' sualinin cevabı aslında gayet basit, ''saçma-sapan kimi dayatmalar ve tabii aşk yüzünden...'' diyerek konuyu bağlayabiliriz. Bizi her zaman olduğu gibi bağrına basan, zeytin, çam ve çınar dallarıyla kucaklayıp saran efsanevî Kazdağları'na, aşkı uğruna bu sularda boğulan ovalı Hasan'ın küskün ruhuna ve onu olduğu gibi kabûl edemeyip aşkına şartlar koşan, sonunda da sevdiği yerine ölümü kucaklayan obalı Emine'nin kendini astığı koca çınara selâm ederiz. Gökten düşen üç elmanın birini ben dişlerim, birini her ihtimâle karşı sırt çantama atarım, e ötekini de tabiatıyle bu yazıyı okuyanlara ikram eder, afiyet şeker olsun deriz:)

Hiç yorum yok: