25 Eylül 2009 Cuma

Aman aman berberim aman...

''Mis kokuyor ellerin aman...'' diye devam eder bu Orta Anadolu türküsü. TRT FM günlerimde sık sık çaldığımız bir türküydü. Yukarıda fotoğrafı görülen aydınlık ve ince gülümsemeli adamın bu türküyle bağlantısı yok, evet ama konuyla ilgisi var. Kendisini Lost dizisi müdavimleri yakînen tanır, hâttâ hakiki adı pek bilinmez çünkü dizide canlandırdığı acaip karakterin adı olan Benjamin Linus, adamcağızın nüfus kaydındaki adı Michael Emerson'un ve diğer rollerinin çoktaaaan önüne geçmiş durumdadır. Düşünüyorum da; popüler kültürün tabii neticesi olan bu konuda yapılacak herhangi birşey zaten bulunmamaktadır. İhtimâl, Michael Emerson abimiz de bu konuyu fazlaca kafasına takmamaktadır...

Amerikalı aktör Michael Emerson, geçtiğimiz hafta Lost dizisindeki rolü ile Emmy ödülünü kaparak gülümsemesini bir kez daha haklı çıkartmıştır... Da; bunun da konumuzla alâkası bulunmamaktadır. Kendisinin sakalsız ve sakallı halleridir bizi ilgilendiren. Belki o sırada oynadığı bir rol gereği, belki de sadece canı öyle istediği için sakal bırakmış, bir müddet ortalıkta öyle dolandıktan sonra da ''kökü bizde nasılsa...'' diyerek kesmiştir muhtemelen. Kendisini severiz, başarılarının devamını diler, hoş fotoğrafları için teşekkür ederiz...

Geleneksel berber dükkânlarına dönecek olursak; benim kafamdaki nitelemeye en fazla oturan belki de yukarıda gördüğünüz resimdir. İstanbul'un ara sokaklarında, gezip dolaştığım onlarca şehir, köy ve kasabada benzerlerine rastladığım ve gördüğüme sevindiğim dükkânlardır onlar. Sırrı zedelenmiş aynanın üzerinde sinek pislikleri görülür, sağına soluna sıkıştırılmış eski gazete kupürleri, Alamanya'daki akrabaların fî tarihinde yolladığı kartpostallar, ucu kenarı kıvrılmış kimi fotoğraflar şaşırtmaz insanı. Duvarda muhakkak bir takvim mevcuttur. Tezgâh üzerinde yer tutmasın diye kalın bir çiviyle duvara asılmış ufak radyodan şarkılar, türküler yükselir. Havlular keçeleşmiş, sertleşmiş, yıkana yıkana havı dökülmüş olsa da genellikle temizdir. Ve bir de berber çırağı mevzuu vardır tabii, bu çocukların yüzlerinde nedense hep aynı ifadeye rastlarsınız, tedirgin bir dikkatle ustalarının yaptığı işi izleyip, zaman zaman yüksek tonları bulan azarlar eşliğinde hemen söyleneni yapmak üzere koşmaya hazır beklerler. Traş bitince havlu yetiştirip müşteriyi kurulamak, tezgâhın üzerinde sırasını bekleyen kolonya şişesini ustaya uzatmak, ense traşını göstermek üzere bir köşede duran çerçeveli aynayı sağdan, soldan ve arkadan tutmak, koltuğun etrafında biriken kılı-tüyü süpürmek, çay-kahve söylemek bu çırakların işidir. Böyle böyle usta birer berber olmayı öğreneceklerdir, çünkü bu sanatın içtüzüğü, geleneği böyledir...

Kalın bir lastik kayış üzerinde bilenen usturalar özenle dizilir, ahşap saplı traş fırçaları sıcak suyla durulanıp kurumaya bırakılır, traş tasları yıkanıp ters kapatılır. Bu dükkânlarda öyle saç kremi, şampuan, türlü çeşit jöle, traş kremi falan bulunmaz, kalıp beyaz sabun, belki briyantin, ucu kıvrılmış tüpte yağlı Arko krem, kırmızı kağıt ambalajlı, ağız kısmı alüminyum folyolu eski usûl traş sabunu, ufak-tefek kesikler için kantaşı, hidrofil pamuk, tuvalet ispirtosu ve bildiğiniz limon kolonyası meseleyi halletmek için kâfîdir. Bir de plastik çiçekler, onları da atlamamak gerekir. Bunlar dökülmez, buruşmaz, solmaz, bu tür dükkânları süslemek için gayet idealdir. Memleket meselelerini konuşmak ve müşteriyi traş ederken sohbet yeteneğini kullanmak da bir başka berberlik hususiyeti olsa gerektir. Zira bunu adamı sıkmadan, bunaltmadan, dozunda yapabilmek de ustalık icap ettirir...

Bu tip berber dükkânları, çocukken ara ara banyodaki aynalı dolabı açıp koklamayı çok sevdiğim rahmetli babamın traş fırçası gibi kokar. Mütevazı ama temiz, sakin, usturuplu, öyle bar bar bağırarak insanın burun direğini kıran saldırgan, arsız kokulardan değil yani... Yeni traş olmuş baba yanağını öper gibi hisseder insan kendini, bu koku ruha iyi gelir. Ve düşünürsünüz; sakal varolduğu için bütün bunlar vardır. Buradan hareketle, sakal kavramına hürmet edilmesi gerektiği aşikârdır. Bu berber dükkânlarında emek, ustalık, ince bir hüzün, sakalının çıkmasını dört gözle bekleyen sabırsız ergen heyecanı, ilk saçı kesilirken mânasızca hüngür hüngür ağlayan çocuk hıçkırığı ve daha nice hikâyeler saklıdır. Dolayısı ile; zamana ve yedeğinde getirdiği binbir türlü modern zımbırtıya direnerek hâlâ varolabilenler sevilmeli, korunmalı ve yaşatılmalıdır. Berberlerin elleri hep mis gibi kokmalıdır...

Hiç yorum yok: