20 Eylül 2009 Pazar

Sen onu benim sakalıma anlat!...

Böyle bir deyim var, evet. İngilizcede ''tell that to the marines'' olarak günlük konuşma diline geçmiş bir söyleyiş bu. Yukarıda sakalsız ve sakallı fotoğraflarını yanyana gördüğünüz şahıs ise San Juan/Porto Rico'lu ve Altın Küre ödüllü aktör Joaquin Phoenix oluyor. Kendisine duyduğum saygı ve sevgiden olsa gerek, bu yazıya konu mankeni olarak onu seçtim. Telefonunu bulabilseydim hangi halini daha çok sevmiş olduğunu ve sakal hakkındaki düşüncelerini de sorardım tabii zira farkettiğim kadarıyla erkeklerin kafası bu konuda biraz karışık. Nedenini, niçinini bilemiyorum. Suratında çıkan kılları hergün kazımak zorunda olmak nasıl birşeydir, elbette fikrim yok ama üzerinde düşünebilirim, değil mi?..

Traş olmak erkeklerin hayatının önemli bir parçası, bunun için kullandıkları yöntemler ve araçlar da hayli farklı. Traş makinesi sevenler var, bilmemkaç bıçaklı modern jiletler ve traş jellerinden vazgeçemeyenler var, babadan kalma ustura ve traş sabunlarına inatla devam edenler var, falan filan... Bir de klasik berber uygulamasını tercih edenler mevcut, yani erkek kısmı berbere sadece saçını kestirmek için gitmiyor mâlûmunuz, çoğunun evde, kendi usûlü ile hallettiği sakal traşı mevzuu kimileri tarafından berberde yaptırılması gereken bir işlem olarak görülüyor ve berberin yolu tutuluyor. Bu bana biraz tuhaf geliyor nedense, hani ayak parmaklarına oje süreceksin alt tarafı ama bunun için kalkıp kuaföre gidiyormuşsun gibi:)

Ben bakımlı bir sakalı erkek kısmına yakıştıranlardanım. Ancak; birkaç arkadaşım hariç, yüzünde çıkan kılları seven ve koruyan adam görmedim diyebilirim. Rahmetli babama çok yakıştırırdım meselâ ama çok nadir bir-iki durum dışında onu hiç sakallı göremedim. Birkaç gün bırakır, sonra bu vaziyetten hoşnut olmayarak hemen keserdi, ben de hevesim kursağımda, öylece kalakalırdım:( Arkadaşlarım, kardeşim, hemen hemen hepsi hasta ya da tatilde olma haricinde sakal bırakma yanlısı olmadı, oysa ben erkek olsaydım herhalde ''sal gitsin, bırak gitsin'' felsefesine uyarak her fırsatta sakal bırakırdım... Diye düşünüyorum tabii, bunun nasıl birşey olduğunu bilmem mümkün değil. Söylendiğine göre kaşınıyormuş, uzarken batıyor ve rahatsız ediyormuş, adamın suratına konan sinek vıjjjjt diye kayınca daha iyi oluyormuş, -mış, -muş...


Kuaför dükkânlarını oldum-olası sevmem, çok zorunlu olmadıkça da gitmem. Ama ufacık, geleneksel erkek berberi dükkânları hep çekmiştir beni... Diyerek yazının birinci bölümünü burada bitiririm. Fotoğraf çekimine izin veren ve kafamdaki sakal hikâyesine destek olan Burhaniye Kemeraltı Berberi çalışanlarıyla birlikte, konu mankenliği için muhterem Joaquin Phoenix biraderime de teşekkür ederim. Herkese gönlünce, mutlu bayramlar dilerim:)

2 yorum:

Şekerli dedi ki...

Durun ben buna bir yorum yapayım. Meret uzadıkça kaşıntı yapar, yaptıkça rahatsızlık yaratır. Çok uzun zaman bırakmayacaksanız alışık olmazsınız, olmazsanız da eziyet olur.
Eğer iş yeriniz sakala izin vermiyorsa eğer hergün sakalınzı kesmek zorunda kalırsınız bu da suratınız eşek derisine çevirir.
Berberde traş olmak güzeldir ama ayda yılda bir olmak şartıyla, malumunuz bütçe açığı yaratmamak gerekir. Neden güzeldir ustura traşı? Cidden sinek kaydı yapar, sakalı kökden alır. Ben anlamam öyle bilmem kaç bıçaklı jilet. En iyisi usturadır, onu kullanmakda maharet ister.
Biz toplum olarak da ancak benim gibi kıldan tüyden şeylere bu kadar uzun yazar. :)

Handan Demiralp dedi ki...

İyi ki uzun uzun yazmışsınız:) Çok teşekkür ederim kattığınız renk ve yorum için, sevgilerle...