28 Nisan 2010 Çarşamba

Sustukların büyür içinde...

Dün geceki programda çalınan bir şarkının ismi bu; zihnimde dönedurmuş demek ki saat tam 15.00'te, bu cümleyi tekrarlayarak  uyandım genel düzene gayet militan ve  mecburen geceden sabaha ertelenmiş uykumdan... Sersem-sepelek kalktım yataktan, rotamı banyoya çevirmişken karşıma geçen Pazar yeşillendirdiğim sevgili duvarım çıktı, gülümsedim:) ''Boya ustalarına derhal hara-kiri yaptırması muhtemel olan duvarım beni mutlu edebildiğine göre, gerisinden kime ne?..'' şeklinde bir ruh haliyle önünde bir müddet durup seyrettim. Yeşillenmiş duvarıma ve halen boyalı duran ellerime teşekkür ettim...

Derken, ufak arka odadaki pencere ilişti gözüme, güneş ne de güzel dansediyordu çok sevdiğim o şirin, hayvanlı perdenin eteklerinde... Canım gecea ile beraber almıştık bu çocuk odası perdelerini İstanbul'un IKEA'sından seneler önce, al işte sana ikinci bir gülümseme:)

Geçen Cumartesi cümbür-cemaat gidilen semt pazarından alınıp getirilen çilek yavrusu hemen askılı bir saksıya yerleşmiş ve salon kapısı üzerindeki yerini almıştı ya; gözüm hep onun üzerinde... Sevgi sözcükleri, temiz niyetler, süzülmüş ışık ve dinlendirilmiş suyla besliyoruz onu ama, hani gene de soralım, var mıdır acep başka bir isteği-arzusu falan diye. ''Yokmus, yokmus...'', o halinden memnunmuş, iyiymiş böyle. Dolayısı ile üçüncü gülümseme:)

Kahve ve kurabiye; hemen devreye girmesi ile tanınır bu ikili zaten düzene ters, ertelenmiş uykuların bittiği yerde... Saf ruhlardan Fadik kurabiye yemez, kahve içtiğini de görmedim şimdiye dek, uykuyu deli gibi seven varlıkların arasında büyüdüğünden sorgulamadan uyur garibim habire, mutasyona uğramış bir köpeciktir kendisi bana göre:) Ama gene de bilirim; gönlünce koşup oynayabileceği, kirpileri, kaplumbağaları koklayabileceği, kelebek kovalayabileceği, büyüdüğü gibi bahçeli bir ev saklanıyor hayâlinde. Sonrası; tarihi epey geçmiş, bir-iki bayat gazete... 14 Şubat 2010 tarihli Haber Türk'ün röportaj bölümünde ''Güzel değilim ama çekiciyim, karizmatiğim. Hepsi farklı şey buluyor. Kadınlar birlikte olduğu adamdan (evlenelim, şurada oturalım) gibi şeyler ister, ben istemedim. Her an anaç bir kadına dönüşebilen özgür ruhum da çekici gelebilir...'' diye cevap vermiş ''Sizin neyiniz çeker, erkekler sizde ne bulur?'' sorusuna hoş fotoğrafçı kadın Bennu Gerede...

Ve aynı gazetedeki Pazar yazısından bana bakıyor bir başka hoş kadın  Elif Şafak, dupduru yüzünde gene o belli-belirsiz, zarif, kırılgan gülümseme... ''Bütün kadınları yaralayan bir çifte standart var bu toplumda...'' diyor. ''Ve ne yazık ki çoğu zaman gene biz kadınlar bu çifte standardın devam etmesine önayak oluyoruz. Çünkü biz birbirimizin alehyine çok konuşuyor, ileri-geri lâflar ediyor, dedikodular üretiyor, gene bizler kem söz kazanının altındaki ateşi canlı tutuyoruz. Birgün gelir, bugün başkasını yakan dedikodu ateşi bizi de yakar, bunu hiç düşünmüyoruz. Ne kadar kolay damgalıyor, nasıl da tereddütsüz yargılıyoruz. Kendimizi tepede bir yere yerleştirip, başkasına yukarıdan bakıyoruz...'' Bayılıyorum bu kadının kendisi gibi zarif ve abartısız, sahici yüzleşmelerine. ''Gripin''in şarkısı sözleriyle gene dönmeye başlıyor zihnimde:

Her nereye gidersen,

Kendinle yüzleşirken kimse duymaz yalan söyle
Terkettiğin şehirler, yarım kalmış şiirler,
Sustukların büyür içinde...

Masanın üzerindeki yeşil seramik çanaktan bir zencefilli/limonlu şeker alıp atıyorum ağzıma bütün gece konuşmaktan yorulmuş sesimi açsın, parlatsın, soluğumu ferahlatsın diye... Derken cep telefonum sevimli küçük kemancı Alexander Rybak'ın ''Fairytale'' şarkısı ile çalıyor, biraz bıdı bıdı edip kapatıyorum. Sahi; tersyüz olmuş günün hangi kısmındayız acep deyip saate bakıyorum. Bu defa iki gün önce Karşıyaka'da, denizin kıyısında oturup halleştiğimiz aykırı ve sevgili Mina'nın mûtedil dalgalı mavi gözleri+sözleri aklıma düşüyor ve yeniden gülümsetiyor beni: ''Ne tuhaf? Siz konuştukça rûzgâr hızlanıyor sanki...'' :) İşte böyle; hayat bazen de sebepsiz ve kendiliğinden bir gülümseme hali, değil mi yani?.. Şimdi artık dünden kızartılmış patlıcanlarla ''imam bayıltmaya'' koyulma vakti...

4 yorum:

mavimina dedi ki...

Hola... küçük ada prensesi =)

Dördüncü gülümseme de benden geldi... =) Mavi'nin özleminde,, Sarı'nın tutkusun da,, ve Mor'un içtenliğinde yine görüşmek dileğiyle..

Handan Demiralp dedi ki...

Hola, hola, hola:) Hoşgeldin, mavilikler getirdin. Gülümsemen hiç gitmesin, çoook sevgimle...

Hasan dedi ki...

Yazdığınız yazıları büyük bir merakla takip ediyor ve okuyorum. yazılarınızı malum işiniz sebebiyle her gün yazamıyorsunuz. Onun için her gün sayfanıza bakıyorum yeni bir yazı var mı diye. Yazılarınızda bir şey dikkatimi çekti sizinle paylaşmak istiyorum.Gerek yayınladığınız fotoğraflar olsun gerekse de yazılarınız sade ve doğal.Yapmacık değil olduğunuz gibi.Kimi yazarlar gibi insamlara kendinizi kabul ettirme gibi bir derdiniz yok,bana göre sizi farklı kılanda bu haliniz. Bu çizginizden sapmadan hayatınızda istediğiniz yapmak istediğiniz tüm dileklerin gerçekleşmesi dileğiyle... Adıyaman'dan sevgi,saygı ve selamlar:) İyi ki varsınız,İyi ki tanıyorum sizi. Hoşçakalın...

Handan Demiralp dedi ki...

Teşekkür ederim Hasan Bey, sağolun... Ben hayatın fazla karmaşık olmadığını düşünüyorum, buradan hareketle yazılarıma yansıttığım hayat da olduğu gibi zaten, neyse o yani. Herhangi bir iddiam yok, yeter ki kimse kimseye bilinçli şekilde zarar vermesin. Adıyaman'a selâmlar...