1 Ekim 2010 Cuma

Yegâne...


Benden evvel yağmur gelmiş buralara, bütün varlığını o yağmurla yıkayıp kutsamış ''Tanrılar Dağı'' İda... Ne kadar bitki varsa, hepsi kokularını çıkarmış sanki çeyiz sandıklarından, biberiye, limon kekiği, reyhan, melisa. Meyveler olgunlaşmış dallarda, tohumlar toplanmaya hazır. Üst balkonda asılı rûzgâr çanının sesiyle uyandım bu sabah, ruhum dağlara nazır... ''Yapamayacağınızı düşündüğünüz herşeyi yapmalısınız'' diyen ve bireyleri korkularıyla yüzleşip risk almaya davet eden Eleanor Roosevelt için kısa bir saygı duruşundan sonra kollarımı dağ rûzgârına uzattım, önce kucakladı beni, bütünüyle şeffaftım zaten, sonra içimden esip geçti, derin ve serin bir nefes gibi, kalan tortuları da temizledi. Düşündüm;  içinde bulunduğum şu ''an''ın ''yegâne''si acaba hangi sözcükle anlam bulur, fazla sürmedi, çabuk buldum onu: ''HUZUR''. Evet, yegâne ve saf haliyle, el değmemiş, parçalanmamış, muhteşem, yekpâre bir ''HUZUR''...

Hiç yorum yok: