21 Ekim 2010 Perşembe

Köşe...

Evimde özellikle sevdiğim ve aslında özellikle sevmek için oluşturduğum kimi ''köşe''ler vardır. Mutfağımdaki bu ''mavili köşe'' de bunlardan biridir. Fincan takımı anneanne yadigârı, Hollanda'dan gelme, incecik porselenini pek severim. Üzerindeki resim ise Ankara'daki iki kıymetlimin armağanı, bu yüzden hep gözümün önünde olsun isterim. Evimdeki bu ''köşe''ler gibi, bazı gazetelerdeki yazar ''köşe''lerini de bilhassa severim. Kedilerin çiş kabına gazete döşerken elime geçer kimi, tarihi geçmiş gazetelerden böyle epey sevdiğim ve kenara ayırdığım ''köşe''ler çıkar yani. Dün gece olduğu gibi...

''Öyle bir zihniyet var ki'' diyor Elif Şafak Haber Türk gazetesinin 26 Eylül 2010 Pazar günkü köşesinde, ''sarkıntılık yapana ceza vermek yerine adeta sarkıntılığa uğrayandan kendisini aklamasını bekliyor.'' Ve devam ediyor: ''Önce bir ispatla bakalım, ahlâklı kadın mısın, ahlâksız mı?..'' Yazının sonrası da şöyle geliyor:

''Ve biz kadınlar ne yazık ki bu haksız ikiliğin devam etmesine katkıda bulunuyoruz. Sadece erkekler değil, kadınlar da birbirlerini iyi kadın-kötü kadın diye damgalıyor, kategorilere ayırıyor. Ona göre muamele yapıyor. Unutmayalım ki; biz anneler oğullarımızı nasıl yetiştirirsek onlar da öyle öğreniyor. Biz oğullarımıza kadınlardan daha üstün olduklarını, herşeyin ellerinin kiri olduğunu, yıkasalar geçeceğini öğretirsek onların hatalarından bizler de mesûlüz demektir. Oğullarımızın günahları bize de yazar. Yok şayet biz oğullarımıza, kız kardeşlerinden başlamak üzere, her kadına eşit ve saygılı davranmalarını öğretirsek işte o zaman bir fark yaratabiliriz. Daha insanca, daha yumuşak, daha muhabbetli bir gelecek için...

Masallarla büyüdük, masallar anlatıyoruz birbirimize. (Cadı üvey anne) diye birşey nasıl yoksa, (kötü kadın) diye birşey de yok! TV dizilerinin köhne bir masal kalıbını ısıtıp ısıtıp önümüze sürmesinden yorulduk. Kötülük dediğin şey kalptedir, görünüşte, giyinişte değil. Ve bir insanın kalbinde ne kadar fesat taşıdığını biz öyle uzaktan bakarak bilemeyiz. Yargılayamayız...''

Efendim; Ankaragücü taraftarlarından bir grup çok yaratıcı errrrkekk (!)  popüler TV dizilerinden beslenen yeni bir slogan üretmiş çünkü, Elif Şafak da oturup bunun üzerine yazmış. Slogan şu: ''Fatmagül'ün suçu yok, biz onu Bihter sandık!..''

Eee şimdi, biz bu çok yaratıcı arkadaşlara niçin kızalım ki kardeşim, direkt analarına gitmek lâzım şu noktada. ''Benim rahmim var, ben doğurganım, anayım, dünya rahmim ve vajinam arasındaki tünelde döner, gerisi hikâye, pehhhheeee!'' altfikri ile yaşamış, doğurduğu oğulları ancak ''hanimiş de pipisi benim aslan oğlumun, yermiş onu annesi, mını mını mınıııı'' pratiğiyle sevebilmiş, kendisinde olmayan, kendisinin başaramadığı şeyleri yapabilmiş, onlara sahip olabilmiş her ''öteki'' kadını dedikodu, pislik atma, iftira ya da laf sokmalarla incitip yenmeye çalışmış (kendisi ile aynı ezberi paylaşan kadın kankaları, yani kabilesi hariç olmak kaydı ile elbette:) ama aslında hep bir-sıfır yenik ve o bok attıklarının ancak ''kötü bir taklidi'' olarak kalacağını bilmenin acısıyla anlatılamayacak kadar mutsuz olmuş/mutsuz etmiş o pek muhterem ''analar gürûhu''nun serî üretimleridir bunlar bayanlar, baylar! Niye şaşırıyorsunuz ki? Hani iki lâfından biri ''ben sizler için saçımı süpürge ettim, yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, kendim için değil, sizler için yaşadım, herşeye sizin için katlandım, bu reva mıdır bana, böhühüüüü!..'' olan, zavallı hayatlarında ortalamanın bir kademe üstüne asla çıkamayacağını bilen ve bu yüzden hep aynı bayat ''kurban olma'' mantığından beslenerek varolabilen o muhteremler, o fedakâr+cefakâr, daima full namus o  ''çok iyi kadınlar'' (!)  vardır  ya, aha da onlar diyorum. Yoksa ne Fatmagül bacımızın bir suçu mevcut, ne de kafalarını futboldan başka birşey adına yaratıcı anlamda kullanabilme özelliğinden mahrum bu arkadaşların. Sorun ana rahmi ile oğul pipisi arasında bir yerlerde, özel bir ''köşe''de saklı durmakta yani, fazla düşünmeye ne hacet? :) O oğulcuklar da şimdi ancak ''pipileri'' ile alabiliyorlar intikamlarını etraflarındaki bütün vajinalardan ve kendilerinden daha aciz gördüklerinden işte, daha ne? Yok efendim aldatmaymış, ihanetmiş, yok tecavüzmüş, yok küfürmüş, sarkıntılıkmış, tacizmiş, aile içi şiddetmiş, ensest ilişkiymiş, cinsel/duygusal istismarmış falan, geçin bunları geçin hele, doğurmakla bitmiyor iş, hayvanlar da yapabiliyor onu biteviye! Asıl mesele doğru yetiştirip önce ''erkek'' veya ''kadın'' değil, önce ''insan'', önce ''adam'' etmekte, koktu o her ahval ve şeraitte ''kendine acıma'' ayakları, sorumluluk alma zamanıdır artık, pehhhheeee!..

3 yorum:

Profösör dedi ki...

Herkes sorumluluktan kaçıyor bea...

handan dedi ki...

İşte tam da bunun için yurdumuzun tek ana sorunu kız çocuklarının eğitilmesidir. Bunun dışında hiç bir şeyin önemi yoktur. Nur içinde yattığını düşündüğüm Türkan Saylan bu sorunu taa iliklerinde duyan bir insandı. Kız çocuklar eğitilecek ve çocuk yetiştirirken erkek ya da kız çocuk değil, insan yetiştirecek.. Evlenen kız, kendini bir erkeğin kölesi gibi değil,kadın şunu yapar erkek bunu yapar ayrımıyla değil, aynı evin içinde eşit 2 insan olarak
görebildiği zaman eminim çok şeyler değişecek.. Umarım görmek nasip olur, umudumu asla kaybetmiyorum.

Handan Demiralp dedi ki...

İçinde varolduğu herşeyin sorumluluğunu alabilmek, ''kadın'' ya da ''erkek'' olmaktan evvel, ''İnsan'' olmanın gereği olsa gerektir değerli Profösör, tşk. ederim...
Adaş; çok haklısınız. Eril ve dişil enerjilerin bütünleşmesi, bu farklı enerji ve güçlerin ahenkli bir işbirliği anlamına gelmesi gereken evlilik kurumu belki de sırf bu yüzden değer kaybederek anlamından saptı. Amansız bir kişilik savaşına, karşılıklı bastırma/ezme/sindirme ve susturma pratiğine dönüştü. Ben şahsen artık çok da lüzûmlu olduğu kanâatinde değilim, beraberliği devlete onaylatmakla kişiler arasındaki sorunlar bertaraf edilemiyor kuşkusuz. Hele de bunun ''karılık'' ya da ''kocalık'' etiketlerini öne çıkarması tamamen saçmalık! Evvelâ farkındalık, evvelâ sorumluluk, evvelâ ''insanlık''... Teşekkür ve sevgimle.