24 Mart 2010 Çarşamba

Bellek durumu ve...





Sevgili gecea marifetiyle ulaştı elimize nihayet; ''Tanrı'nın Doğumgünü''nden sonra okuma sırasında olan kitaptı. Henüz başlamadım, fırsatım olmadı zira gündelik gündem, genel trafik ve bellek durumu faktörleri vardı ama sırası geldi artık, Burak Özdemir yazdığına göre elbette okunmalı. Burak kardeşimin genel olarak hayvanlar, özel olarak da kedilerle ilişkisi düşünüldüğünde; bu eser kedilerden uzak tutulmamalı, saf ruhların yakınında durmalı:)

İzmir'e son gelişinin üzerinden dört ay geçti-geçmedi, bu defa daha kalabalık bir konser için çıkıp geldi. Çünkü İzmir onu, o da İzmir'i özellikle severdi. ''Gelevera Deresi'' ile başlattığı coşkulu konseri, tekrar okuduğu ''Yarim Yarim''le bitirdi. Neler yoktu ki bu konserde; horon tepmeler mi istersin, zeybek oyunları mı, Anadolu'nun hemen her köşesinde türkü türkü dolaşmalar mı, şiirler, hatıralar, fıkralar mı, yerine göre kahkahalar, yerine göre gözyaşları mı? Salonu tıklım tıklım dolduran seyircinin ikibin kişilik bir koro olarak şarkılara mükemmelen eşlik edişi belki de en fazla onu heyecanlandırdı. Hayat ve yol arkadaşı meşhur karavanı her zamanki gibi salonun giriş kapısındaydı. Sevgili Volkan Konak bu konserinde,  genç bir hayranına ve sevdiğine sahnede nişan yüzüğü bile taktı:)

Kimselere röportaj vermediğini biliyorduk ama sağolsun, bizi ve TRT FM'i kırmadı. Bu adam zaten gönül kırmayı hiç sevmez, öyle olmasa saatler süren bir konser sonrası, daha poposunu yere koymamış, terini kurulamamış, şöyle bir nefes almamışken kulis kapısına yığılan hayranları ile tek tek fotoğraf çektirmeyi göze alır mıydı? Genç asistanı sevgili Akın Bahçekapılı bu zorlu fotoğraf işini her zamanki gibi üstlendi ve zannederim kaçyüz kare fotoğraf çektiğini sonradan kendisi de hatırlayamadı! Fotoğraf makineleri ve cep telefonları gene tam kapasite ile çalıştı. Lâkin; insan yakından gözleyince daha iyi anlıyor işin vehametini, bence Volkan bu işe acil bir çözüm bulmalı. Hani hayran dediğin de, sevdiği sanatçıyı düşünmeli biraz, yorgunluğunu, dinlenme ihtiyacını anlamalı. ''Hayranı olduğu sanatçı ile fotoğraf çektirebilmek için herşeyi yapabilecek acaip seyirci'' formatından çıkmalı. O küfürlü-kıyametli kapı önü kavgaları, korumalarla itiş-kakışlar, bağırıp-çağırmalar bir şekilde son bulmalı! Yakışmıyor çünkü, hoş olmuyor, adamcağızın ağzına zorla tıkıştırılan ''bak ben bunu evde senin için yapıp getirdim'' kurabiyelerini yemek isteyip-istemediği meselâ, bence sorulmalı. O sırada yemek istemiyorsa, buna saygı duyulmalı ve getirilen bu gibi şeyler yardımcılarına bırakılmalı. ''Ben olsam acep ne yapardım?'' empatisinin neticesi şudur ki; bizim Volkan maşallah, çok ama çok sabırlı!..

4 Nisan 2010'da, Tuzla'da sadece sokak hayvanları yararına vereceği özel konseri de konuştuğumuz Volkan Konak, her zamanki duyarlılığı ve titizlikle muhafaza ettiği kendine has duruşu sebebiyle bir kez daha kutlanmalı. Zira ''sanatçı'' dediğin etrafında olup-bitenlere kör, sağır, dilsiz ve de yüreksiz olmamalı, içinden yetiştiği kültürün nabzı bizzat onun damarlarında atmalı, örnek olmalı, model olmalı ve bunu da rol olarak değil, hakikaten inanarak yapmalı. Sanatçı dediğin şöhretin cilâsı ardına saklanmamalı, tırnağınla kazıdığında altından başka bir renk çıkmamalı. ''Sokaklardaki, barınaklardaki canlar da bizim canlarımız, onlar için de birşeyler yapmalıyız'' derken yüreğinin titrediği anlaşılmalı. Kendisiyle dalga geçme becerisi, eğlendirirken eğlenişi, ekibiyle uyumu, kırgınlıklarını, acılanmalarını, öfkelerini, ezcümle insanî taraflarını saklamayıp zaman zaman hüzünlenerek ağlayışı İzmir'deki konserde olduğu gibi ayakta alkışlanmalı. ''Kuzeyin Oğlu''na binlerce teşekkürle, o ve onun gibiler hayatımızda hep varolmalı...

                                    

Yazar Filiz Özdem'in ''Veda Üçlemesi''nin son kitabı ''Yalan Sûreleri''nin ismine vuruldum. Kabûlümdür, ''gerçek''  diye bir kavram varsa, varlığını ''yalan''a borçlu olmalı ama bence yalanın bile kendi içinde bir ahlâkı, edebi bulunmalı. Çünkü ''Yalan dörtnala gider. Gerçek ise adım adım yürür ama gene de vaktinde yetişir...'' denmiştir, ille de yalan söylenecekse bu zamanlama kuralı unutulmamalı. İnsan ''şöyle dürüstüm, böyle doğruyum, aman Tanrı'm, ben nasıl da güvenilir bir şahsiyetim böyle, inanamıyorum valla kendime...'' diye diye, evvelâ kendine söylediği yalanların karanlığında kaybolmamalı. Hele hele gerçekliğini bir türlü ispatlayamadığı işkembeden sallamalarına yakınındakileri asla alet etmemeli, etrafındaki bir avuç kişiyi kendine inandırmayı zafer bellememeli, bu ''gelip-geçicilikten'' acizce beslenmemeli! Değil mi ki yalan söylemeyi göze alıyor, o halde bunun ayıbını da, sonucunu da cesaretle ve tek başına yüklenebilmeli. ''İftiraya uğradım, kullanıldım, ben böyle şeylere deliririm, bünyem kabûl etmez bi kere, açıklayacağım, beni dinleyin ey ahalî, böaaaaaa!..'' diye haykırmadan önce, ''acaba neye, niçin aynalık ediyorum, ne ettim de ne buldum?'' diye şöyle bir düşünmeli. Zira; bilinir, kendi doğruluğundan emin olan kişi için ''haksızlığa uğradım, bana iftira edildi, oyuna getirildim, valla-billa ben yalan söylemedim, söylediklerimin arasından cımbızla çekilip alınan şeyler bana karşı kullanılıyor, ben yalan söylememmmm, ben yanlış yapmammm!..'' savunmaları gayet gereksizdir. Hakikatin cımbızla-aynayla işi olmaz, o zaten kendini, durduğu yeri bilmektedir. Yalan gümbürtülü bir davul gibidir, belki bir müddet ortalığı velveleye verir ama sonu daima hezimettir. Gerçek ise ağırbaşlı ve sessizdir. Çünkü ne olursa olsun, sonunda anlaşılacağını bilir. Mâlûm ölçektir; kendini panik ve telâşla savunmak ancak ''suçunu bilenin'' psikolojisidir:) Yani nedir efendim? Şudur; adam olan, hedefine ulaşmak adına söylediği yalanlar tutmasa dahî kıvırmayıp her halükârda sözünün arkasında durabilmeli ve köşeye sıkışma halinde dellenip sağa-sola saldırmak yerine paşa paşa ''evet, ben kimi amaçlarım uğruna şu şu şu yalanları söyledim ama işte mumum yatsıya kadar yandı, beceremedim, kaybettim'' diyebilmelidir...

Bu gece saat 24.00'te, ''Geceden Sabaha'' programı ile TRT FM'de dinleyenlerle buluşmak üzere efendim, müsaadelerinizle artık huzurdan çekilme vaktidir...

Ek ve de dip: ''Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap yüce yaratıcım, yap ki; eğer onu yenersem utanç duymayayım...''
(Apache Kabilesi atasözü)

                                    

2 yorum:

tarto dedi ki...

merhabalar Handan Hanım

Her zamanki gibi yazınızı büyük bir haz la okudum.Kendine güvenen,özgüveni olan kişiliğinizle bizlere ayna tuttuğunuz ve de sımsıcak uslûbunuzla bizlere aktardığınız için şahsım adına çok ama çok teşekkür ederim.Nitekim yalan kurbanı olmuş bazı zayıf kişilikler vardır ki gerçekler yüzüne tokat gibi iner lâkin yalanın öylesine kölesi olmuştur ki görmek istediğini görür,duymak istediğini duyar."Anlayana sivrisinek saz,anlamayana davul zurna az misali..." Tanrı yalanın vede onun elçisinin avucunda oyuncak olanlardan hepimizi korusun...

Saygılar

"YALANIN DOSTU , GERÇEĞİN DE DÜŞMANI ÇOKTUR..."

DE GİRARDİN

Handan Demiralp dedi ki...

Sağolun, finaldeki özlü sözü bilhassa alkışlıyorum, teşekkürlerimle...