20 Ağustos 2011 Cumartesi

Son fotoğraf...

Atakent'den Şemikler Pazaryeri'ne doğru giden yol üzerinde, sağ köşedeki evlerden biriydi. Benzerleri ardı ardına yıkılıp yerine uyduruk bir modernizm dayatması olan o krom&cam balkonlu, bol seramikli, asansörlü, diafonlu, önünde ''bahçe'' dedikleri anlamsız bir boşluk bırakılmış bildik apartmanlardan dikilmişti. O yalnızdı, bu binaların arasında tek başına ve suskundu ama vardı. Yanındaki sokaktan dolaşıp arka bahçesine bakmayı sevdiğim bir evdi. Girişinde bulunan eski usûl karo taşlar ve bahçedeki tulumba bana anneannemin Küçükkuyu'daki evceğizini hatırlatırdı. Gerçi çok bakımsızdı, bahçedeki kümes artık boştu, muhtemelen tulumbanın suyu çekileli de epey olmuştu ama olsun, orada duruyordu ve bu ev benimle konuşuyordu... 

Oradan son geçişimde evin tamamen boşaltıldığını ve sonradan çıkma katın üst balkonuna bir müteahhit firmanın tabelâsının asıldığını gördüm. Şaşırdım mı? Hayır, daha ziyade üzüldüm:( Çünkü bu ev, o sokakta kalan neredeyse son bahçeli ve eski evdi. Onun sırasındaki iki benzer ev kısa süre önce apar-topar boşaltılıp yıkılmış ve başdöndüren bir hızla yerlerinde birbirinin tıpkısı apartmanlar yükselivermişti. Kaderine çaresizce boyun eğmiş evin arka bahçesine son defa baktım. Tek kalan meyve ağacının olacaklardan haberi var mıydı, bilemiyorum. Evle birlikte o da bu ortak hayata veda edecek, kökünden kesilip gidecekti çünkü... Ağacın dibine saklanmış gibi duran tulumba sessizdi, yüzünü duvara çevirip oturmuş, birazdan ağlamaya başlayacak küskün bir çocuk gibiydi. Onu da söküp atacaklar, belki sokaktan geçen bir hurdacıya yok pahasına satacaklardı. İnsanlara artık tulumba gerekmiyordu, klimalı, kaloriferli, kombili hayatlarda tulumba sadece lüzûmsuz bir dekordu. Ben kişisel tarihinde tulumbadan su çekmiş biri olarak, bu ayrıntının da hoyrat ve estetik kaygıdan uzak modernizmin kurbanı oluşuna elbette üzülecektim, yerinden sökülüp çöpe atılan ya da demiri için hurdacıya satılan her tulumba ile ortak hafızamızın bir bölümü daha siliniyordu. Bunun artık kimsenin umurunda olmaması ise beni hepsinden fazla düşündürüyordu...

Bahçe kapısı önünde yoğurt kabına doldurulmuş su ve yanında da bir yemek kabı duruyordu. Etrafında toplaşmış sokak kedileri beni yabancılayıp tuhaf ve tedirgin baktılar yüzüme... Yakında başlayacak yıkım ve inşaat nedeniyle artık onlar da yolcuydu, kendilerine başka kapı bulmaları gerekiyordu. ''Eeee çocuklar'' dedim, ''bir hikâye daha bitiyor anlaşılan. Bu hikâyenin yerine yazılacak olan yenisinde size yer olur mu, o uydurma lüksü satın alıp buraya yerleşecek olanlar sizi burada barındırır mı, bilemiyorum. Artık veda zamanı, yakında burada yaşanan herşey canavara benzeyen bir yıkım aracının kepçesi altında moloza, toza dönüşecek. Üzgünüm:(''

Önünden her geçişimde selâm verip hatırını sorduğum bu eski Karşıyaka evinin son fotoğraflarını sokak kedilerinin bakışları arasında çektim. Bahçeye açılan mutfak kapısı ve penceresinden görünen ufak, çok eski ama sevimli mutfağa son kez baktım. Ahşap tabak raflarına, mermer bankoya, kumaş perdelerin gerildiği iplerin halen sallandığı boş dolaplara ve bu evin kendine özel kokusuna veda ettim. Bu şehrin ortak hafızasının bir kısmına daha veda ettiğimin farkındaydım, yakında yerinde yükselecek uyduruk binayı hiçbir zaman bu eski ev kadar sevemeyeceğimin de öyle... Tulumbanın yüzüne bakamadım, ağaca dokunamadım, çaresiz arkamı dönüp sokaktan çıktım. Elveda...

4 yorum:

nur dedi ki...

Ne güzel satırlardı ..Sanki bir nefesde okudum ...sonra bir daha...
İçim acıdı hem bir kalemde bir veya iki kat ugruna yok edilen anılara..hem de oracıkta barınan sessiz dostlarımıza..
yüregine ve narin pamuk ellerine saglık....
N.Kavukcu

Handan Demiralp dedi ki...

Sevgili Nuran Ablacığım; İzmir de pekçok diğer şehir gibi geriye jalan son birkaç anısına bu şekilde veda ediyor işte. Önce terkediliyor eski evler, yapılar, sonra bakımsızlık çöküyor boğazlarına, daha sonra da ya bir kibrit alevi, ya bir yıkım kepçesi son darbeyi indiriyor onlara:( Ben ise vedalaşmayı seçiyorum, kendilerini adamakıllı yalnız ve sahipsiz hissetmesinler istiyorum. Çok selâm ve sevgimle, daima iyilik dileklerimle...

Emekli öğretmen dedi ki...

Halide Büyükayhan :Bu satırları okuduğum zaman kendimi sanki o evin içinde çocukluğuma geri dönmüş hissettim.Yedi sekiz yaşlarımda en üst dallarına çıktığım dut ağacını,yemlerini ve sularınıverdiğim tavuklarımızı,karagöz dediğimizde koşup anneme toslayan kuzumuzu hatırladım o günleri ne kadar ne kadar özlediğim aklıma geldi ve göz yaşlarımı durduramadım.Elinize,yüreğinize ve kaleminize sağlık.

Handan Demiralp dedi ki...

Dedim ya; ''ortak belleğimiz'' aslında kaybolan sevgili Halide Hanım. Hepimizden birer parça gidiyor onlar yıkıldıkça. Zamana ve değişen şartlara direnemiyor çoğu, ne denir? Sevgi, selâm ve teşekkürlerimle...