26 Ocak 2011 Çarşamba

Bazı...

''Vardım Hint eline'' dosyası henüz tamamlanmış değil, daha yazılacak şeyler var ancak kimi zaman araya ''bazı'' şeyler giriyor ve zihnimdeki yazı önceliklerini değiştiriyor. Annemin geçen gün alıp ayıkladığı ve bir bölümünü de bana ayırdığı bu ''karışık Ege otları'' meselâ, benim her zaman gidip taze taze almaya vaktim olmuyor. Ama bu otlarda saklı mucizelerin elbette farkındayım, lezzetlerini de çok severim. Bunun için illâ Giritli ya da vejetaryen olmak gerekmiyor zaten, bana göre olan da, olmayan da yemeli bu otları. Anacığım sağolsun, bolca almış ve bir pişirimliğini de ayırıp bana saklamış. Formül gayet basit, evvelâ ayıklanacak, sonra sirkeli suyla güzelce yıkanıp tozundan-toprağından arınacak, ardından kaynayan suyun içine atılacak ve yeşilliği, diriliği kaybolmadan, otların canını çıkarmadan, yani işi fazla çekiştirip uzatmadan haşlanacak. Aslında en iyisi buharda haşlamak ama ben gayet az miktarda su kullanıyorum, o suyun ölçülü buharı da otların olması gerektiği kadar haşlanmasına yetiyor. Öyle çataldan pelte gibi sarkmayacak yani otlar, fazla haşlanmaktan çamura dönmeyecek, aksi takdirde bütün özelliği uçup gider, faydasız ve yavan lezzetli bir posa elde edersiniz ki; bu da güzelim otların varlığına haksızlık olur. Haşlandıktan sonra süzgece alacaksınız, soğuyunca taze sıkılmış limon suyu, ezilmiş birkaç diş sarmısak ve sızma zeytinyağıyla hazırladığınız  sosu otların üzerine gezdireceksiniz. Ekleyeceğiniz tuz miktarı size kalmıştır, isterseniz hiç tuz koymazsınız ama sarmısak şarttır, hem de o sarmısak öyle püre haline getirilmez, azıcık dişe-damağa gelecek şekilde, irice kıyılır... (Bu karışık otlarla yapabileceğiniz sadece bu kadarla sınırlı değildir, onu da bilesiniz, bakınız şöyle alternatifler de mümkündür.)

Sonrası mı? O da tamamen size kalmıştır aslında, ister diğer yemeklerin yanında salata ya da meze kılığında getirirsiniz sofraya, ister yanında başka hiçbirşey olmadan, sadece bunu ana yemek ilân edip oturursunuz başına. Balığın kenarına muazzam yakışır meselâ, başka birşey aratmaz insana. ''Allah'ın otu işte!..'' deyip geçmenin ne büyük bir hata olduğunu ancak yediğinizde anlarsınız. Dağda-bayırda, kendiliğinden biten bu mütevazı otların şifası da yanınıza kâr kalır, benden söylemesi:)

''Bazı'' kitaplar vardır, sanki tek bir şey için yazılmış gibi görünür ama işin aslı öyle değildir, o ''bazı'' kitapların satır aralarında hayatın gölgeli taraflarını aydınlatacak daha pekçok şey saklıdır. İşte bu kitap da o ''bazı''lardandır. ''Sıradan bir kedinin sıradışı yeteneği'' sloganını taşıyan bu kitabın tam adı ''Ölümü hisseden kedi: Oscar''. Bir geriatri uzmanı olan Amerikalı doktor David Dosa tarafından yazılmış. ABD Rhode Island'da bulunan Steere House Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli Dr.Dosa bu kitapta sadece tuhaf bir sezgiyle öleceğini anladığı (çoğu ağır bunama ya da Alzheimer'dan musdarip olan) hastaların yanına giden ve hayattan ölüme geçişlerinde yanıbaşlarında olarak onlara huzurlu bir ölüm armağan eden kedi Oscar'ın muhteşem hikâyesini anlatmıyor. Bu kitapta gayet sıradan görünen, kendi halinde, hâttâ biraz da soğuk tabiatlı bir kedinin sıradışı yeteneğinden bahsederken, aynı zamanda Alzheimer gibi ölümcül bir hastalıkla mücadele eden hastalara ve onların yakınlarına yol gösterebilecek mükemmel bir rehbere de imza atmış oluyor ki; zannediyorum kitabın en önemli tarafı bu...

''Annemizi kendi gerçekliğimize asla geri döndüremeyecektik'' diyor annesini bu hastalıktan kaybeden Annette, ''bu yüzden onunkine dahil olduk''... Annette ve Rita isimli iki kızkardeş, annelerinin hastalığı süresince yaşadıklarını ve bu katı gerçekle başedebilmek için kendi geliştirdikleri yöntemleri paylaşıyorlar okuyucuyla. Ve tabii gizemli kedi Oscar, rehabilitasyon merkezinde bakılan çoğu hastada olduğu gibi, onların annesinin de son nefesinde yanıbaşında olmuş, hayattan ölüme geçiş anında hastanın yatağında, hiçbir yere ayrılmadan öylece sükûnetle beklemiş. Rehabilitasyon merkezindeki hastaların genel sağlığına olumlu katkıları gözlendiğinden her katta birkaç kedi bulunuyor, bu kediler Alzheimerlı hastalarla vakit geçiriyor, odalarına girip çıkıyor, onların kendilerini daha iyi hissetmelerini hâttâ hafızalarının gölgeli bölümlerine ışık tutarak unuttukları kimi şeyleri hatırlamalarını dahî sağlıyor. Ama Oscar biraz farklı, o sadece hastalardan birinin öleceğini sezdiği zaman ortaya çıkıyor, hastanın oda kapısı kapalıysa içeri girebilmek için kapıyı tırmalıyor, kapı açılıp içeri girene kadar asla bir yere gitmiyor, ısrarla ve inatla uğraşıyor. İçeri girmesine izin verildiğinde ise sakinleşiyor, hastanın yatağına çıkıp yanına kıvrılıyor, Oscar odaya girdikten birkaç saat sonra hasta ölüyor ve bu ilginç durum bir süre sonra herkesin dikkatini çekiyor. Kitabın yazarı Dr.Dosa'nın kabûl etmemekte hayli direndiği ve tesadüf sayarak bir müddet görmezden geldiği bu tuhaf durum, örnekler çoğaldıkça Oscar'ı haklı bir ilgi odağı haline getiriyor. Yakınlarının ölümünden sonra görüşleri alınan hasta sahipleri, enteresan bir şekilde bu durumun hiç de korkutucu olmadığını, tam tersi kedinin orada bulunmasının ''ölüm'' anının yükünü adetâ hafiflettiğini, hastalarının huzur ve sükûn içinde hayattan ölüme geçtiğini gözlediklerini anlatıyorlar. ''Bu mümkün'' diyor Dr.Dosa, ''zira hayvanlar insanı yargılayan varlıklar değildir. Sözgelimi bir kedi hayatınızı yaşamak için ne yaptığınızı, zengin ya da fakir olup olmadığınızı umursamaz. Bir kedi için herhangi bir ismi ya da tarihi anımsamayışınızın hiçbir önemi yoktur. Pekçok ziyaretçi için bakımevi gerçeğiyle yüzleşmek oldukça sarsıcı olabiliyor. Ve onların huzuru bulmalarının geçerli olabilecek tek nedeni tanıdık birşeylerin varlığı. Bu bir kedi olsa bile...''

Dr.Dosa bir bilim adamı olarak, eğitiminin gerektirdiği çoğu teorik/tıbbî ezberi sessizce bozan Oscar'ı ve onun hayatlarına/ölümlerine  dokunduğu pekçok kişiyi anlatıyor bu kitapta. Alzheimer gibi zorlu bir hastalığın farkedilmesinden ölüme kadar olan evrelerini ve beraberinde getirdiği zorunlu şartlarla başetme yöntemlerini de yaşanmışlardan süzerek, ustaca kopyalıyor okurun zihnine. Son derece düşündürücü bir kitap bu bence, notlar alarak, dura-kalka, düşüne-taşına, araştıra-karıştıra  okuyorsunuz yani. Ayrıca;  burada anlatılanların kurmaca değil, tamamen yaşanmış gerçekler, sahici tecrübeler olması da mühim tabii. Devamını/tamamını merak eden muhakkak alıp okusun derim ve bu yazıyı kitaptaki şu cümleyle bitiririm:

''Yeryüzünde iki şey tamamen kusursuzdur: Saat ve kedi...''
Bu benim değil efendim, cümleyi vaktiyle kurmuş olan Emile Auguste Chartier'in fikri:)

Ek ve de dip: ''Karma Yasası'' der dururum ya hep, işte bu büyük yasa daima sessizce işlemekte, yani inananın-inanmayanın çokluğu ya da yokluğu ana sistemi hiiiç ilgilendirmemekte. Buyrun, isterseniz okuyun, istemezseniz unutun gitsin. Okumayı tercih edenler şurayı da atlamasın, eksik kalmasın bu hikâye. Ve elbette teşekkürler değerli Sevgi Ekmekçiler'e...

Hiç yorum yok: