21 Haziran 2010 Pazartesi

Kahve ve korku...


 
Kahvenin kokusu uyku sırasında yayılıp dağılmış, türlü rûya kareleri ile gerçeklik boyutunu şaşırmış zihni toparlar, hafızanın gece boyunca buruşmuş çarşafını silkeleyip havalandırır, tekrar yerine serer, düşüncenin yastıklarını kabartır, tiryakisi için iyi birşeydir bu. Olmayanı bilemem, beni büyüleyen bu eşsiz koku belki kimilerinin içini bulandırır, bana göre kahve kokusu güne başlamak için elzem bir motiftir, hayata lâzımdır...

İnsanız ya; kimi tasarlanmış eksikliklerimiz haliyle vardır, bunlardan biri de korkularımızdır. Farkına varana dek onları yanıbaşımızda tutarız, yeni korkularla besler, sular, çoğaltırız. Öğretilmiş ve öğrenilmiş korkularımızla koyun koyuna, bir gerilim filmi tadında yaşarız. Oysa korku da bir kozmik şakadır, insan yüzleşmekten kaçtıkça daha bir inatla, ısrarla peşine takılır, korku korkuyu çağırır, korktuklarınız her ne ise aynanız tamamını size yansıtır. Ne zaman kaçmayı bırakır, durup ''bi dakka ya, n'oluyoruz, niçin kaçıyorum ki ben, nedir asıl mesele?'' diye sorarak ardınıza bakarsanız  işte o zaman korkularınız şaşırır, çünkü onlar yüzleşmeye değil, kovalamacaya programlıdır. Bunu yapabilecek noktaya gelmek pek kolay sayılmaz, insan buraya varana kadar epeyce korkmalı, korkuları tarafından bir hayli kovalanmış olmalıdır. Ama arkaya dönüp korkularınızın yüzüne bakmaya cesaret ettiğinizde hakikati görür ve farkedersiniz ki; bu aslında müthiş bir yanılsamadır. Hayat sürekli savunma halinde yaşanmaz, zaten siz saflarınızı güçlendirdikçe aslında korkularınızın ordusuna yeni askerler de eklemektesinizdir farkında olmadan... O yüzden arkaya+aynaya korkmadan bakmak ve korkuları şaşırtmak bu ezberi bozar, ordular dağılır, savaş biter. İşte asıl o zaman parçası olduğunuz evrenin temel ritmi ile uyumlanır, onunla beraber akmaya başlarsınız. Evren ''korku'' değil, ''sevgi'' ritmi ile döner, devinir, dönüşür. Gücünü korkudan alan bütün duygudurumlar (öfke, nefret, kıskançlık, düşmanlık, intikam vb.) ummadığınız kadar yüksek enerji frekanslarıdır ve bütün bunlar sizin zihninizdeki ana santralden beslenmektedir. İnsan korktukça ve bu duygudurumları içinde yaşattıkça bizzat kendi baraj gölünü zehirleyecek, giderek daralan bu çemberin içinde adetâ kapana yakalanmış talihsiz bir fareye dönüşecektir. Ve her zaman olduğu gibi, burada da seçim size bırakılmıştır, kaçmak ya da durup yüzleşmek... Bu sebepten, yüzleşmek de genellikle korkulan, kaçınılan, ertelenen birşeydir zira kaçmak çoğu kişiye daha kolay gelir. 

İzlediğiniz en ürpertici korku filmini hatırlayın, korkudan buz kestiğiniz bir karede bunun aslında sadece bir film olduğunu, o sırada etrafta kameraların, çekim ekibinin bulunduğunu ve yönetmenin kahvesini içerek monitörden sahneleri takip ettiğini, sahnenin çekimi tamamlandığında da keyifle ''stop'' dediğini ve oyuncuları tebrik ettiğini düşünürseniz aynı şekilde korkabilir misiniz? Durup düşünün, korkularınızın ne kadarı acaba gerçekten size ait, yoksa onları başka zihinlerden, başka hayatlardan mı kopyaladınız? Size böyle öğretildiği için mi korkularınızın kurbanısınız? Peki; aslında size ait olmayan kimi ezberlerden niçin korkasınız? Cevabı sizlere bırakıyorum, herkese iyi haftalar diliyorum:)

Ek ve de dip: ''Llamador de Angeles/Melek Çağıran''ı hiç duydunuz mu? Peki Peru'da yetişen bir ağacın uğurlu sayılan tohumu ''huayruro''yu? Ya ''el cuarzo rutilado'' da denen ve doğada içindeki sarı saç tellerine benzeyen çizgilerle bulunan uçuk sarı kristal türü ''cabello de angel/melek saçı''? Ben bunların her üçüyle de son İspanya seyahatimde tanıştım. Dünyanın pekçok farklı yöresinde iyi şans, bolluk-bereket ve nazar savıcı olarak kullanılan objeler vardır, kendi kültürümüzden de bilirsiniz ya... İşte bunlar da farklı kültürlere ait bu tarz ''talisman'' yani ''tılsım'' objeleri. Etkileri şüphesiz inançla ilgilidir ama beni bundan önce vuran tarafları güzellikleri oldu, hikâyelerini dinlediğimde onları daha da çok sevdim ve hemen birer tane alıp beraberimde getirdim. Şu an boynumda ben hareket ettikçe çok tatlı, adetâ büyülü bir sesle çınlayan bir ''melek çağıran'' kolyesi var, ötekiler de şimdilik yatağımın başucunda, benimle gayet yakın göz ve enerji temasında duruyor. Bu güzel objelerin henüz ülkemizde bulunduğunu, tanındığını sanmıyorum. Bu yüzden gelecek yazımda sizi onlarla tanıştırmaktan ve meraklısı için alınabilecekleri  adresi göstermekten mutluluk duyacağım:) Biz de tanıyalım, öğrenelim ve eğer istersek alıp İspanyolların ''ojo Turco'' dedikleri bizim klasik nazar boncuğunun sınırlarını azıcık zorlayalım, değil mi? Hele bekleyiniz bakalım...

                                                     

6 yorum:

Unknown dedi ki...

Merhabalar Handan Hanım,

Bir sürü şey yazdımk konuyla ilgili ancak gönderme esnasında hata verdi sistem, yazdıklarım da gitti. Ne diyeyim o zaman bu durumda; ben de iyi haftalar ve iyi gündönümleri diliyorum :))Sevgilerimle.

Handan Demiralp dedi ki...

Kısmet sevgili Nur Hanım; demek öyle olmasında imiş hayır, üzülmeyin. Sevgi ve teşekkürlerimle, daima...

Brajeshwari dedi ki...

çok güzel bir yaziydi..Ruhuma iyi geldi:)

kristalin latince bir ismi var mıdır? Merak ettim..

Handan Demiralp dedi ki...

Sevgili Brajeshwari; teşekkür ederim:) Bu taş ''Melek Saçı'' ya da ''Venüs'ün Saçı'' olarak biliniyormuş, bir doğal kristal, Latince ismi de vardır muhakkak ama ben bilmiyorum. Muhteşem bir taş, sevgi ve huzur enerjisi taşıdığı, üzerinde bulundurana güzellik ve iyi şans getirdiğine inanılıyor. Genellikle uçuk limon sarısı renkte ve içinde kristalin doğada sıkışmasına bağlı olarak oluşan, saç teli izlenmi veren çatlaklar, çizikler mevcut. Çok severek aldım. Bilâhare anlatacağım. Sevgimle, şükranlarımla, iyi dileklerimle...

Hasan dedi ki...

Handan Hanım merhaba. Öncelikle yazdıklarınız için çok teşekkürler, Radyo spikerliği kadar yazar kimliğinizin de çok güçlü ve çk etkileyici olduğunu belirtmek istiyorum, her yayınladığınız yazıları olduğu gibi bu yazınızı da büyük bir keyif ile okudum,sizi tanıyor olmak, yazılarınızı okuyabiliyor olmak dahası yorumlarımızı sizinle paylaşabiliyor olmak çok güzel, bu yazının bana çok şey katacağını düşünüyor ve inanıyorum, tekrar bu güzel yazınız için çok teşekkürler,iyi dileklerimle, sevgilerimle..

Handan Demiralp dedi ki...

Korku bir kapandır değerli Hasan Bey; bu kapana yakalanmak başta belki kaçınılmaz ancak insan varlığını ve içinde bulunduğu sistemi sorgulamaya, çözümlemeye başladığında bu kapana çoğu kez gönüllü yakalandığını farkedebilir ve korkularıyla cesurca yüzleşebilir. Temel gaye yaradılışımızın özündeki özgürlük ve saflık potansiyelini ortaya çıkarmak olmalı diye düşünüyorum, yani büyüdükçe kirlenen insan bir noktada bunu farkedip yeniden temizlenmeye başlamalı. Bu yüzden yazdım. Sevdiğinize ve faydalandığınıza sevindim:) Teşekkür eder, selâm ve sevgilerimi gönderirim. Sağolun...