8 Nisan 2012 Pazar

Ve... Nihayet son bölüm:)


Eveeet; kısa bir  kahve molasından sonra sıra artık hikâyenin sonunu bağlamaya ve karmik Oscar ödüllerini sahiplerine dağıtmaya geldi. Bildiğiniz gibi, içinden ruhu uçmuş bedeni ''ölü'' olarak kabûl ediyor ve götürüp gömüyoruz, inanç sistemlerine göre başka usûllerin uygulanması da mümkün ama bunun şeklinin, töreninin, ıvır-zıvırının artık bir önemi yok, bu ruhun kılıf olarak kullandığı ve artık bıraktığı şeyin başka birşeylere dönüşerek doğal döngüye katılma vaziyeti sadece, ister toprak olur, ister kül olur, ister suya karışır, ister havaya, bu ruhun umurunda olmayacak kadar basit bir ayrıntı ve bütünü ile geride kalan diğer ölümlüleri alâkadar edecek bir konu... Ölümlü olan beden çünkü, ruh değil. Ruh tekâmülünü tamamlamakla vazifeli, seçtiği her yaşamda başka bir söküğünü dikiyor, başka çatlakları onarıyor ve deneyimlerini çoğaltarak yükseliyor diyebiliriz.

Değerli hocam Sami Şarhon'un ifadesi ile; kâinatın bir parçası olan dünya planeti ''dualite/ikilik'' kavramı üzerine inşa edilmiş yüce yaradanımız tarafından,  sıcağın karşıtı soğuk, iyinin karşıtı kötü, alçağın karşıtı yüksek, beyazın karşıtı siyah, buna daha dünya kadar şey eklemek mümkün elbette. Uzakdoğu felsefesinde önemli yer tutan ''ying-yang'' kavramı da temelini bu karşıtlıklar kuramından alıyor zaten. Ying olmadan yang da olamıyor, bunlar dengede kalarak birbirini tamamlamak, bütünlemek zorunda. Tıpkı her birimizin içinde varolan eril/dişil enerjiler gibi, bunları dengede tutamadığımızda işler karmaşıklaşıyor demiştik daha önce, sürekli okurlar hatırlayacaktır. Dolayısı ile; ruhsal varlığımız da tekâmülü müddetince dünya hayatlarında bu ikiliğin her boyutunu deneyimlemek zorunda, birinde aldatan diğerinde aldatılan olmadan, birinde öldüren diğerinde öldürülmeyi deneyimlemeden tamamlanmıyor bu karma hadisesi. Sn.Şarhon buna ''aynanın her iki yüzünü de deneyimleme zorunluluğu'' diyor. Zaten seve seve, isteyerek seçiyor ruh bu deneyimleri, seçimlerinin sonradan unutturulması da karmik kontratın gerekliliği... Konunun asıl mühim tarafı şu; ruhsal varlıklarımız ebeveynini, ülkesini, eşini, işini, hayat ve ölüm şeklini seçerken tekâmül seviyesine göre hareket ediyor, bu plânda öyle dünyevî hayatta olduğu gibi işin kolayına kaçmak yok yani, daha çekilmesi gereken acılar, ödenmesi gereken karma borçları vs. varsa bunları dünyevî hayata taşıyacak ve yüzleştirmeler sağlayacak kişi, durum ve olaylar seçiliyor ruhsal plânda. En ufak ayrıntısına kadar hem de... Şimdiii; derin bir nefes alalım ve şimdiki hayatımızda bizi incittiğini, yaraladığını, bize zarar verdiğini düşündüğümüz, içimizde kin, nefret, öfke, kızgınlık, kırgınlık biriktirdiğimiz kim ve ne varsa hepsini şöyle bir aklımızdan geçirelim bakalım.

.....................................................................................................

Geçirdik mi? Pekâla... Bir film senaryosu düşünün, siz bu filmin yönetmeni olacaksınız ve senaryoya en uygun oyuncuları seçmeniz gerekiyor çekimlere başlamadan önce. Konu ile hiç alâkasız kişileri seçer miydiniz? Bu sizin filminiz, başarılı olmasını istediğiniz, bunun için para, emek ve zaman harcamayı göze aldığınız bir çalışma. Yapmazdınız değil mi? Ruh da yapmıyor zaten:) Senaryoya en uygun kişileri ve durumları seçmiş oluyor film çekilmeye başlamadan evvel. Bu filmde iyiler var, kötüler var, ihanet edenler var, aşık olunanlar, evlenilenler var, boşanılan, ayrılınanlar var, kaybettirenler, kazandıranlar var, acınanlar var, hiç acınmayanlar var, kavga edilenler, şiddet uygulayan ya da uygulananlar var, nefret edilenler, ölümüne sevilenler var, var da var yani, kadro geniş:) Rol arkadaşlarınızı tekâmül plânınızı gerçekleştirecek olan diğer ruhlar arasından seçiyorsunuz, burada da karşılıklı bir denge var elbette, zira siz de diğer ruhların tekâmül plânlarında yer almayı seçmiş oluyorsunuz böylece, herkesin rolü karşılıklı tekâmül ve karma plânına göre... Bu seçimlerini dünyevî hayat boyutunda unutmuş olan ruh, karşısına çıkan insanları, durumları, olayları yargılaya yargılaya,kıza-üzüle, kırıla-döküle, düşe-kalka, egosunun kılavuzluğunda  yoluna devam ediyor. Taa ki; artık uyanması  gereken zaman gelip çatıncaya kadar...

Şimdi gelelim ödül dağıtımına; hayatınızdaki oyuncular (rol arkadaşlarınız) rollerini başarı ile oynuyorlar tabii ki, bu karmik plân dahilinde herkes rolünü kusursuzca oynamak zorunda zaten, hayatınıza tam OLması gereken yerde ve zamanda girecek olanlar var, bunun tam tersi de aynen geçerli, sahnesi biten oyundan çıkıyor. Siz ya da aslında ruhunuz, bütün bunlardan almanız gereken dersleri alıyorsunuz, kızsanız da, kendinizi kurban ilân edip biteviye acısanız da, öfkeden, nefretten kudursanız da bu böyle, siz seçtiniz, bu sizin filminiz:) Dolayısı ile; bu eşsiz filmin ilahî yüce yapımcısı yönetmen koltuğuna sizi oturtmayı uygun bulduğuna göre (ki; sonsuz olasılıklar evreninde yapacağınız seçimleri elbette gözlemliyor o yüce yapımcı, kader plânınıza uygun olmayan seçimlerden döndürülmeniz, olmayacak duaya amin demekten paşa paşa vazgeçirilmeniz ve zaman içinde bunun aslında sizin+bütünün en yüksek hayrı için OLduğunu farkederek şükretmeniz o yüce yapımcının sizin eserinize lûtfudur da, tabii anlayana...) karmik Oscar ödülü kime gidiyor dersiniz? Rol arkadaşlarınızın emekleri bittabii takdire şâyan, onlara daima sonsuz alkışlar, onlar olmasaydı dersleriniz çoook eksik kalırdı, film tamamlanamazdı, hepsine gönülden şükran duyun, onları tebrik edin, size öğretmenlik ettiler, hikâyenize katıldılar, rolü tamamlananları gene şükran ve sevgi ile uğurlayın sahnenizden, onlarla karma bağlarınızı artık kesebilirsiniz, affedilmesi gerekenleri affedip yolculayın kendi kader plânlarına... Sizi tökezleten ve tekrar tekrar benzer deneyimleri yaşamanıza sebep olan karma bağlarından kurtulun yani, özgür kalın ve özgür de bırakın ilgililerini, bırakın serbestçe aksın herşey tam da OLması gerektiği gibi. Direnç sizi hep yavaşlatıp aşağı çekmedi mi şimdiye kadar? Eee, o halde? Artık anlamışsınızdır zaten karmik Oscar heykelciğinin kime gittiğini, evet, filmin yönetmenine yani size  gidiyor Oscar ödülü, tebrikler, şimdi kameralara gülümseyin:)

Ve sonu sevgili Fatoş Pabuccu Tuncay'ın şu yazısı ile bağlamayı uygun görürüm, kendisine gönülden teşekkür ederek:

Hayatımız bizim gözlerimizden şekillenir. Olanlara nasıl baktığımızdır onu "o" yapan...

Acı kadar mutluluk, sevinç kadar da hüzün daha fazlası değildir var olan..Bunlardan her biri yaşamın seyrinde deneyimlediğimiz olaylar sırasında kişinin farkındalık mertebesinde bulunduğu basamak uyarınca koyduğu etiketlerdir aslında. 

Beş yaşında iken sevinç tepkisi verdiğimiz olaya, bu gün belki de kayıtsız kalıyor olmamız da bundandır. Aynı olayları yaşarken zaman içinde farklılaşan tepkiler vermemiz, farklı duygular hissetmemizin de sebebi, bu gelişkinlik, farkındalık düzlemindeki değişimimizdir. 

Bu bağlamda, bugün birimiz "hayatın sonu" olarak adlandırabileceği denli büyük bir acı sonrasında; yaşamına son verecek kadar kaygı, keder ve korku içine düşerken, bir diğerimizin aynı olay karşısındaki bakış açısı "tamamen farklı bir yaşama açılan kapının anahtarı, yeni bir başlangıç, temiz bir sayfa ve yeni umutlar" olabilmektedir.

O halde "Kayıp" olarak adlandırdıklarımızı bu günden sonra; "düşmek değil doğru bir başlagıç için ayağa kalkmak", 
"Bitiş" olarak adlandırdıklarımızı; " yeni başlangıçlar" olarak görebilmek mümkündür. ''Acı'' kavramını bir kaldıraç, bir motivasyon aracı, bir nevî yol işareti olarak görebilmek yani...

Bizler bu olayları deneyimler iken, ilişkilerimizde yanımızda olup destek verenler kadar olmayanların da bizim gelişimimiz için rollerini oyanayan oyuncular olduklarının artık bilincine varmalıyız. Onlara kırılmak, suçlamak, olan bitene hayıflanmak, öfkelenmek yerine onların bu öğretmenlik görevini bu maddesel bedene girmeden önce bizzat bizlerin kendi isteğimizle vermiş OLduğumuz bilgisini artık anımsasak?..

İşte bu durumda, yaşamımızda zorlandığımız tüm olaylarda kendiliğinden ve çok hızlı çözülmeler  deneyimleyeceğinizden emin olabilirsiniz... Bu farkındalık, seziş, bu inanç, istek, gayret ve temenni ile yola/yolculuğa devam etmek pekâla da elimizde...Yapabiliriz değil mi? :)

Sevgi ve ışıkla...
...................................................................................

Eveeet; bütün bunlar size deli saçması olarak mı geliyor, o da olabilir elbette, keyfiniz bilir. Çünkü biz de tecrübelerimizden biliriz ki; hayatında olan-bitenin sorumluluğunu üzerine almak yerine mütemadiyen dış şartları ve başkalarını suçlamak, kurban rolü oynamak daha kolaydır, pratiktir, bu yüzden de en sık rastlanan vaziyettir. Bu durumda iç bayan arabesk şarkılar eşliğinde bir büyük rakı açmak (''Kader diyemezsin, sen kendin ettin'' şarkısı hariçtir, hâttâ onu günde birkaç doz dinlemek bu durumda faydalı bile olabilir, bize göre o şarkı ''kuantum arabesk''tir:)  derdine yanmak, kendine acımak, uçanı-kaçanı suçlamak, kadere, feleğe, gelene-geçene ana-avrat küfretmek falan tamamen serbesttir, kim ne karışır? Ne demiştir Mümin Sekman; ''Arabesk müzik Türk insanının öğrenilmiş çaresizliğini hûşû içinde yaşaması için icat edilmiştir. Daha çok dertli müzik dinleyerek derdinden kurtulmak bize özgü orijinal bir çözümdür. Arabesk müzik neden (bütün duyguları ağır yaralı) insanlarımıza ilaç gibi geliyor? Çünkü yurdum garibanı ''aydınlanma'' değil ''merhamet'' ister.
İnsanlar acep neden sorunları hakkında aydınlanmak değil de acınmak ister? Kimbilir?..
(Bunlar benim sözlerim değil, kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman'ın ifadeleridir, tekrar belirteyim...) 

Biz de bilmiyoruz zaten:) O vakit  biz de Şeyh Edebâlî'nin kelâmı ile koyarız noktayı ve herkesin fikrine-zikrine hürmet ile huzurdan çekiliriz gayrı:
''BİLESİN Kİ; ATIN İYİSİNE DORU, YİĞİDİN İYİSİNE DELİ DERLER...'' :) Eyvallah...

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Yine de sanki "yönetmen" koltuğundaki biz değilmişiz gibi geliyor çoğu. "Görüntü yönetmeni" miyiz acaba diyeceğim ama o da çok iddialı. "Sanat yönetmenliği" desem çok daha zayıf ihtimal. Kulağa en uygunu "yapım ortaklığı" geliyor ama onlara da ödül yok.

Handan Demiralp dedi ki...

Konu fikirleşmeye açık, sağolun:)

Cım cim dedi ki...

Dorumuyuz yoksa Delımıyız?Yoksa herıkısıde mı?Kendını kaf dagının zırvesınde sanan mıyız?Oskar odullerı oyle bol keseden dagıtılan bısey mı?Sıkıntı basarısız bır yonetmen olmaktan mı gecıyor acaba?

Handan Demiralp dedi ki...

Gayet iyi anlamışsınız okuduğunuzu, vallahi tebrikler:)))) Sizin sıkıntı neydi acep gece gece? :)