8 Nisan 2012 Pazar

Bölüm-3


Evvelâ; parçası olduğumuz evrenin bir ''sonsuz olasılıklar'' bütünlüğü olduğuna inanmıyorsanız bu yazıyı okumanız lüzûmsuzdur, sadece duyularınızla algıladığınız sözde gerçeklik boyutunda aynen yaşamaya devam etmenizi öneririm. Sonra; hayatımızda olup-biten hiçbirşey basitçe ''tesadüf''den ibaret değildir, tamamı ilahî ve ruhanî bir kurgunun neticesidir. Hiçbir kitap, film, insan, durum ya da olay tesadüfen girmez hayatınıza, bunların hepsi tam da OLması gereken zamanda ve OLması gereken şekilde çıkar karşınıza, elbette benim için de aynı şey geçerli. Önce filmden başlayayım; ''Mr.Nobody/Bay Hiçkimse'' ile ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Şu sıralar kafamı meşgûl eden pekçok konuya cevap olması yanında, kurgusu, görüntüleri, çekim teknikleri, müzikleri ve bilhassa başroldeki muhteşem Jared Leto'su ile benden tam puan almış bir filmdir. Büyük bir marketin ucuzluk reyonundaki o tıklım-tıkış, bolca karıştırılıp altı üstüne getirilmiş DVD sepetlerinden birinde bulup aldım, 7.5 liraya izlenebilecek en muhteşem filmlerden biri diyebilirim, kesinlikle! Hayata, ölüme, kadere, ruhsal seçimlere, ilişkilere, aşka, ayrılığa, paralel evrenlere ve daha pekçok başka şeye bakışınızı tümden değiştirebilecek güçte bir yapım, tam da zamanında çıktı karşıma, bu belki de hepsinden harika ya:) Bütün emek verenleri gönülden kutlarım...

Filmde, dünyaya gelme sırasını bekleyen ruhlar küçük çocuklar olarak sembolize edilmiş. Bulutların üzerinde, neşeli bir şekilde oynayıp duruyorlar, beyazı, zencisi, çekik gözlüsü, hepsi birarada ve çocuk kaygısızlığı içinde. Derken; harika beyaz kanatları ile iki melek iniyor aralarına, çocuklar sıralanıyor meleklerin karşısına. Dünyada bedenlenme sırası gelmiş olan çocuk ruhların ya da ruh çocukların dudağının üstüne gülümseyerek başparmakları ile dokunuyor melekler, hani ''sus'' işareti yaparız ya bazen, işte öyle. Bunlar ''Unutturma Melekleri'' olarak niteleniyor filmde, bu ilahî dokunuşla ruh tekâmülünün daha evvelki evrelerini tamamen unutuyor ve bambaşka seçimler yaparak tekâmülünün eksik taraflarını tamamlamak üzere dünyada bedenleniyor. Hepimizin üst dudağı ile burnunun arasında varolan o dikey, hafif çukur Unutturma Melekleri'nin parmak izi olarak ifade ediliyor. Gayet romantik ve estetik bir anlatım yani. Ardından ruh dünyadaki ana-babasını, içine doğacağı hayatı, ülkeyi, hayatına girecek kişileri, aşık olacağı, evleneceği insan ya da insanları, başına gelecek iyi veya kötü bütün olayları, durumları ve ölüm şekli ile zamanını da seçerek evveliyatına dair herşeyi unutmuş halde, insan sûretinde dünyaya geliyor. ''Sonsuz Olasılıklar'' kuramı da bu noktada işlemeye başlıyor zaten... 

İzlediğim her filmden bir replik seçme alışkanlığım vardır, bu filmden seçtiğim de ana kahraman Nemo'nun sonlara doğru söylediği şu söz oldu:
''Ölüm beni hiç korkutmuyor evlât, asıl korktuğum şey yeterince yaşayamamış olmak...''
Gerisini size bırakıyorum; izlemiş olanlara lâfım yok ama, izlememiş olanlara hararetle tavsiye ederim, Mr.Nobody uyanma ve aydınlanma sürecinde izleyene çok şey katacak, gayet önemli bir film. (Ve tabii, her zaman olduğu gibi Türkçe dublajla değil, orijinalinden altyazılı olarak izlediğimi de ekleyeyim...)

Kitaba gelelim; Debbie Ford'un ''Spiritual Divorce/Spiritüel Boşanma'' adlı bu eseri  Nermin Karahan'ın başarılı çevirisi ile  dilimize kazandırılmış ve Goa Yayınları tarafından yayınlanmış. Soluksuz okuyorum desem yeridir, bitmek üzere... Tekâmül yolumuzun en önemli aşamalarından sayılan ilişki ve evlilik kavramına çok farklı/sağlıklı/spiritüel bir yaklaşımın anahtarları saklı bu kitabın sayfaları arasında. Üstelik, kendisi de  bu alanlardaki oyunu genel-geçer ezberlere göre defalarca kaybetmiş biri tarafından yazılmış olması ayrıca önem taşıyor. Zaten ''iyi ki kaybetmişim...'' diyor yazar da, ''zira o zamanlardaki çok eksik farkındalık seviyemle beni yere yapıştıran bütün bu deneyimleri zamanla olağanüstü bir ruhsal/duygusal kazanca dönüştürme gücü verdi bana o kayıplar...''  Bu kazanç meselesinin ekonomik tarafı da arkadan gelmiş tabii, Debbie Ford şimdi çok tanınmış bir ilişki danışmanı ve kişisel gelişim uzmanı :) Gayet akıcı ve anlaşılır bir dili var. Kuru önermelerle dolu değil kitabı, bizzat kendi deneyimleri ile yüzleşerek, hatalarını, eksiklerini sayıp dökerek harika bir kurgu içinde yükseltiyor okurunu. Çok tuttum, çok sevdim, çok şey öğrendim, bu kitap da hayatıma tam OLması gereken zamanda girdiği için sonsuz şükran doluyum:) Filmden sonra da gayet iyi gider, aynen tavsiyelerime eklerim... Hepsinin üzerine şöyle güzel bir cilâ çekmek isteyenlere de şu yazıyı işaret ederim. Kalemine, varlığına, yüreğine sağlık sevgili Korkut kardeşim... 

(Bu arada; değerli spiritüalite üstadı Sami Şarhon'un geçtiğimiz Şubat ayında, Ezberbozan Atölye'de gerçekleştirdiği ''Anima-Animus/Eril-Dişil Enerji Dengelemesi'' çalışmasında yaşadığımız birşey geldi aklıma, bu vesile ile paylaşayım. Çalışmaya katılmak üzere gelen uzun boylu, çok hoş endamlı, manken gibi yabancı uyruklu bir genç hanım hocaya eşiyle birbirlerini çok severek evlendiklerini, hâttâ ona duyduğu aşk uğruna anavatanını, , işini, ailesini vs. ardında bırakıp Türkiye'ye yerleştiğini, bu evlilikten bir de çocukları olduğunu ama zamanla eşinin davranışlarının değiştiğini, kendisine sözel ve fiziksel şiddet uygulamaya başladığını ve o ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın eşinin bu tutumundan vazgeçmediğini, bunun sebebinin ne olabileceğini sordu. Sami Hoca ise gayet sakin bir şekilde bu çok alımlı genç hanıma dönerek bir karşı soru ile cevap verdi: ''Hanımefendi, burada mesele eşinizin size niçin sözel ya da fiziksel şiddet uyguladığı değil, sizin buna niçin ve ne adına müsamaha gösterdiğinizdir. Eşiniz burada olsa idi elbette ona farklı sualler sorardım ama burada değil, burada olan sizsiniz. Bana çocuğum için, çok aşık olduğum için, mecburiyet hissettiğim için, inat için vs. gibi bazı cevaplar verebilirsiniz ama, bu cevaplar sadece sizi bağlar, beni ya da karşı tarafı değil. Bu bahanelere sığınarak katlanmaya devam ediyorsanız o vakit şikayet de etmeyeceksiniz, bu şekilde yaşayacaksınız. Yok öyle değilse, o zaman ben de size sorarım, niçin hâlâ oradasınız ve onunla birliktesiniz? Burada asıl tartışılması gereken husus budur...'' Soruyu soran genç hanım da, çalışmaya katılan herkes de susup kalmıştı ve Sami Hoca olağanüstü profesyonelliği ile hiç duraksamadan, hemen başka bir konuya geçmişti zaten bu arada:) Sonradan öğrendim ki; ilişkisine dair ezberleri bozulan bu çok güzel genç hanım kendisini artık fazlasıyla mutsuz ve değersiz hissettiren eşinden ayrılmış,  farkında olmaksızın bağımlılık geliştirdiği  evliliğini bitirmiş. ''Şimdi çok iyiyim, artık kimseyi yargılamıyorum, direnmeyi bıraktım ve önümdeki yeni hayata bakıyorum...'' mesajı ulaştı bize, sevindik, her iki tarafın da hayrına OLmasını diledik. Bazen şer görünende büyük hayırlar saklı OLduğuna bir defa daha iman ettik...) 

Ne şeker bir bebek değil mi? Doğduğu devrin modasına göre kırkmalı kesilmiş saçları, tulumu, patikleri, boncuk gözleri ve yüzünde henüz başladığı hayata dair sonsuz hayret ifadesi ile güzelim bir oğlan çocuğu. Kim der ki; bu şeker oğlancık büyüyüp yetişkin olduğunda insanlık tarihinin en korkunç soykırımlarından birinin mimarı olacak, milyonlarca insan toplama kamplarında onun ortaya attığı hastalıklı zihniyet sebebi ile, acılar içinde ölecek ve bu tatlı bebek de neticede hayatına kendi elleri ile son verecek, kitleler üzerinde büyüleyici bir etki yaratarak arkasına binlerce insanı takmayı başarmış bu şahsın mezarının yeri bile bilinmeyecek? Zannediyorum kim olduğunu anladınız, evet, bu bebek bizzat Adolf Hitler :) Benim karmamda da önemli bir yeri olduğunu keşfetmiş bulunduğumdan bu fotoğrafını paylaşmak istedim. Artık ruhsal tekâmülünün  ''zûlüm'' ile alâkalı kısmını temizleyip tamamlayarak daha üst seviyelere geçmiş  OLmasını da gönülden dilerim... Zor bir karma seçmiş cesur ruhlardan olduğu kesin, öyle ki adı dünyanın neredeyse her köşesinde hâlâ yaşıyor ve pekçok insan onun inançlı/inatçı felsefesinin acı izlerini halen taşıyor... Artık hayatta olmasa bile, adı korku ile, kınama ile anılıyor. Öyle her ruhun seçmek isteyeceği bir karmik kontrat değil bu, cesarete hürmet etmek gerek.
 
Verilen hüküm karşısında meleklerin yapabileceği hiçbir şey yoktur…

Her birini (her bir insanı) önünden ve arkasından izleyen melekler vardır. O'nu Allah'ın emrinden (veya Allah'ın emriyle) korurlar." (Ra'd, 13/11)
Bazen insanın hoş bir tavrı, rahmet-i İlahinin harekete geçmesine vesile olur ve Allah (c.c.) onun hakkında onu memmun edecek bir hüküm verir.
Bazen de tam tersine, insanın münasebetsiz bir davranışı, İlahi gazabı galeyana getirir ve verilecek hüküm o şahsın aleyhinde olur. 
Verilen hüküm karşısında meleklerin yapabileceği hiçbir şey yoktur. 
Ne var ki, onlar her zaman beraber olduğumuz arkadaşlarımız olarak bizim başımızın üzerinde pervaz eder dururlar ve gelmesi muhtemel belaları savmak için bize kanat gerer, kalkanlık yaparlar. Zira bu onlara ait bir vazifedir. 
Bu meleklerin ruhânî haz ve lezzetleri, yaptıkları bu vazifenin içine konulmuştur. Yani melekler bizi koruma vazifesini, müthiş bir zevk, heyecan ve coşkunlukla yerine getirirler.
Hem Efendimiz (asv)'in hadisinden hem de bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, sinekler gibi insanın üzerine üşüşen bela ve musibetler, insanı çepeçevre kuşatan melekler tarafından çok defa geri çevrilmekte ve insan böylece öldürücü bin bir hâdise altında ezilip gitmekten korunabilmektedir. 
Elbette ki bu muhafaza, Allah’ın iradesine bağlıdır. Zaten her meselede İlahi murad, İlahi dileme ve arzu esastır.
"Allah'ın olmasını dilediği şey olur; olmamasını dilediği şey de olmaz." hakikatı de bize bunu anlatmaktadır. 
Bundan dolayı ,bela ve musibetler meleklerce uzaklaştırılır; 
Fakat kişinin kader programına girmiş ise önlenemez.
Buna vesile olabilecek şeylere gelince, biz onları bilemiyor, sınırlandıramıyoruz...

(İslâm Ansiklopedisi'nden alıntı...)


Son bölüm kahve molasından hemen sonra geliyor, zihnimi ve gözlerimi biraz dinlendirip, hikâyeyi bağlamak üzere döneceğim efendim :)

Hiç yorum yok: