6 Aralık 2010 Pazartesi

Kolonyamın şişesi, ciğerimin köşesi...

Şimdiki gibi çeşit çeşit, cicili-bicili yüzlerce marka parfümün ortalıkta olmadığı zamanlarda o vardı. Tarihi ikiyüz yıl kadar önceye gidiyor ''kolonya''nın, daha ziyade ferahlamak için kullanılan bir kozmetik malzemeymiş vaktiyle, bergamot, limon gibi hafif turuçgil kokularıyla başlayan bu hikâye giderek çeşitlenmiş, türlü çeşit koku denenmiş, bu denemelerin birkaç adım sonrası ise ''parfüm'' olmuş muhtemelen... Ama kolonya, sadece hoş kokmak gayesi ile kullanılan bir malzeme olmadığından halen evlerin tuvalet masalarında, banyolarda ve pekçok yerde bulunuyor. Geleneğin uzantısı olarak, bir ikram ve hediye malzemesi şeklinde de kullanılıyor. Artık ortalıkta envaî çeşidi dolaşsa da, bildiğimiz klasik ''limon kolonyası'' ötekiler arasından her halükârda sıyrılıyor, içi daralana, gönlü sıkılana, bunalana, yorulana, ayılana-bayılana, terleyene, ağlayana,  hastaya, sağlama, berber dükkânına, büroya, bayram-seyran ziyaretine, şehirlerarası otobüse, hususi arabaya, umumî helâya falan halen yetişiyor. Koklayan açılıyor, içi-dışı ferahlıyor, kısmen mikrop kırıp hijyen sağladığına da inanıldığından kolonya gündelik hayat içindeki yerini koruyor. Belki artık bildiğimiz cam şişesi içinde değil, hemen her cafede, restoranda, pastanede, hastanede elimize tutuşturulan ''kolonyalı mendil'' kılığında daha çok çıkıyor karşımıza ama, uyduruk-kıydırık olsa da özü gene ''kolonya''...

Hayatının mühim bir kısmını hastane odalarında geçiren bendeniz, bir zamanlar bilhassa ''limon kolonyası''na karşı mesafeli duruyordum. Ziyarete gelirken getirilen şişe şişe limon kolonyasını koyacak yer bulamıyorduk o aralar. Ama ''lâvanta kolonyası''nı her zaman sevmişimdir meselâ, rahmetli babacığım ''after shave''lerin memleketimizin sınırlarına girmemiş olduğu zamanlarda tıraş kolonyası olarak kullanırdı lâvanta kolonyasını, belki de ondandır. Rahmetli babaannemin evinden hatırladığım bir başka kolonya da ''Altındamla''dır, şişesi İzmir'in meşhur saat kulesi şeklindeydi,  rengi kadar kokusu da hayli koyuydu, tabiri caiz ise biraz ''ağır''dı yani, gelen hatırlı misafirlere ikram edilirdi. O şekilli şişeler şimdi antika muamelesi görüyormuş, kolonyanın da herhalde ''altın''ı gitmiş, geriye ''damla''sı falan kalmıştır, bilemiyorum...
  
Son zamanlarda tanışmaktan memnuniyet duyduğum bir kolonya var, geçenlerde Paşabahçe mağazasından alış-veriş yaparken rastladım. Farklı kokular arasından ruhuma ve burnuma  en müsait olanı seçtim, o da markanın ''Nişantaşı'' adıyla pazarladığı ''ıhlamur kolonyası''ydı. Ambalajı ve şişesi eski zaman kolonyalarına benzetilmiş, gayet sade, yalın, düz... ''Lokum'' firmasının Paşabahçe mağazaları için özel olarak ürettiği bu kolonyalar hoş olmuş doğrusu, bildik kolonya alışkanlıklarına farklı bir yorum da denebilir bu üretimler için, piyasadaki kolonya çeşitlerine oranla azıcık pahalı olsa da keyifli, zarif ve sade hediyelik arayanlara hitap edeceğini düşünüyorum. Değişikliği sevenler de sevecektir muhtemelen, ben ne vakit kullandıysam kokusuyla hemen dikkat çekti. İkram ettiğim kişiler hem ambalajını, hem de kokusunu hoş ve farklı buldu, ''nereden, kaça aldın?'' sorusu çok soruldu. Neticede kolonya olduğu için kokusu öyle fazla kalıcı değil ama sürüldüğünde tazelik, ferahlık hissini gayet başarılı yaşatıyor insana. ''Lokum''un sahibesi Zeynep Garan'ı bu ince fikrinden dolayı tebrik etmek lâzım, farklı zevkleri okşayacak farklı kokular tasarlanmış ve her birine çağrıştırdığı mekân isimleri verilmiş. Söylediğim gibi; ben ''ıhlamur'' kokulu ''Nişantaşı''nı seçtim ve doğrusu çok da sevdim...

Düşünüyorum da; kişisel tarihimizin ve geleneğimizin  bir parçası olan kolonyanın dev adımlarla büyüyen parfüm piyasasına karşı ayakta durabilmesi hoş birşey... Eskiden evlerde muhakkak bulunan kristal görünümlü kolonya şişeleri boşaldığında kolonya satan dükkânlara gidilir, bu güzel cam şişeler tekrar tekrar doldurulurdu. Şahsiyetsiz malzeme ''plastik'' daha sonra bu işin içine de burnunu soktu! Dolayısı ile o zarafet, o hoşluk nispeten kayboldu:( Bunu hatırlatan ve eski zaman kolonyalarına güzel bir gönderme olan ''Lokum'' kolonyalarını tavsiye ederim. Ben çantamda taşıyor ve önüme gelene ikram ediyorum. Sıkılıp bunaldığımda avucuma döküp kokusunu içime çekmeyi seviyorum, beni çocukluğumun o dertsiz-tasasız zamanlarına uçuruyor sanki, bu telaşlı karmaşa arasında, kısa da olsa bir müddet orada kalmak iyi geliyor. Babama gülümsüyorum, babaannemin elini öpüyorum, annem düşüp kanattığım dizlerime söylene söylene kolonya sürüyor falan, işte öyle... Hayatınızda her daim ferahlık olsun efendim, şimdi bana müsaade...

4 yorum:

Profösör dedi ki...

Altındamla'nın tütün kolonyası meşhurdur bilirim. Çocukluğumuzda başımızı tıraş eden berber amcalar bu koloyadan sürerlerdi. Koşa koşa gider dedemin eliri öperdik. O da bize harçlık para verirdi.

Handan Demiralp dedi ki...

Kolonyada çocukluğa dair epeyce çağrışım var, değil mi değerli Profösör? Bakın sizin için de öyleymiş:) Hatırlaması da güzel olsa gerek. Selâm, sevgi ve şükranla. Kolonya ferahlığında...

Bana Sıkça Yaz dedi ki...

Kolonya sözcüğünün Türkçe'ye girişi ile ilgili şöyle bir teori okumuştum vaktin birinde, nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama paylaşmak istedim.

Bilirsiniz Almanya'nın Köln kentinin, kolonyası meşhurdur. Kolonya da, "Köln (Almancı okuyuşu ile "kölün") Yağı" kökeninden geliyormuş.

Doğruluğu tartışılır, işin üstadları Nişanyan'a, ulaşabilsek keşke Parseh Tuğlacıyan'a sormak lazım tabi...

Handan Demiralp dedi ki...

Sevgili kahvegibi, bilgi ortaklığınız için teşekkürler. Kolonya kelimesi de Türkçe'den türemiş olmamakla birlikte, gündelik hayata monte olmuş, halk tarafından kabûl görmüş kelimelerden... Bu kökü dışarıda mamûl ise gelenekler içinde çoktan yer edinmiş kendisine. Sevgimle...