6 Kasım 2010 Cumartesi

Takdir...


Sevdiği kadının hayatına çok şey ekleyen, onu destekleyen, çoğaltan, büyüten, onunla birlikte büyüyen ve senelerdir cesaretle, istikrarla yanyana yürüyen bu adamı takdir ediyorum. Şu şekilde ifade ettiği hayat felsefesine ise şapka çıkartıyorum, altına denden koyuyorum, ayağa kalkıp öyle alkışlıyorum:

FARKLI OLMAYA CÜRET ET!


DAHA ÜSTÜN BİR HAYATI HEDEFLE!


SIRADAN OLMAK ÖLÜMDÜR!

Çoğunluğun kuralları yerine kendi prensiplerine öncelik ver. Seçimlerini kendi etik kurallarına, değerlerine ve prensiplerine göre yap ve sonuçlarından tamamen kendin sorumlu ol. Çoğunluğun dayattığı bir hayatı kabullenme. Topluluktan farklı olmaktan korkma ve farklı olduğun için kendini sev. Topluluk farklı olandan korktuğu için senin aynılaşman için elinden geleni yapacaktır, taviz verme. En küçük tavizin bütünlüğünü yitirmen demektir. Çoğulların takdirini ve onayını beklemek en büyük zayıflıktır. En değerli takdir özeleştiriden doğandır.


Sıradanlığı asla kabullenme. Sürekli daha yüksek seviyeli bir varoluş şekli ve üstün bir hayatı hedefle. Daha üstün bir hayat her zaman daha çok para, daha çok mal, mülk demek değildir. Daha üstün bir hayat mutlak özgürlüğe ulaşma çabasıdır. Bu da ancak kendi prensiplerin doğultusunda yaşamaktır. Bilimde ve sanatta devrimler yapanlar her zaman sıradışı insanlar olmuştur.


Bilinmeyenden korkmamak ve anlamaya çalışmak, iyi ve kötü, doğru ve yanlışı ayırt etmek bilgeliktir. Bilgelik hayattaki tek gerçek güçtür. Zihinsel ve duygusal gelişim için çalış. Duygu ve düşüncelerinin mutlak hakimi ol. Şiddet ve yıkımı reddet. Cehalet ve sorumsuzluk en büyük düşmanlardır. Bilim en değerli araçtır, kullan.


Hiçbirşeyi sorgulamadan ve kendi yargından geçirmeden kabul etme. Varoluşunun tek sorumlusu sensin. Kendini tanımladığın şekilde varolursun. Sana satılan tüm maskeleri reddet. Büyü. Kendi kendini yarat... diyen Demir Demirkan aynı zamanda bir vegan ve bu seçiminin gereklerine göre yaşıyor. Ezcümle; bu adamın duruşu, bakışı, üslûbu, tavrı vb. tarafımdan seviliyor.

                                    

Henüz erişkin boya gelmemiş, ufacık/yavrucuk balıkların avlanması suretiyle denizlerimizdeki balık rezervinin hızla ve korkutucu şekilde azalıyor olduğu yeni bir haber değil, Allah kahretsin, ne yazık ki değil! Ve bu vaziyet yıllardır kimsenin pek umurunda da değil/di, hep olduğu gibi yumurta kapıya dayanınca bazı acı hakikatler farkedildi. Greenpeace Akdeniz'in yukarıdaki çalışmasını da takdir ettim, aciliyeti olan bu konuya dikkat çekmenin pekçok farklı yolu olabilir tabii ama, bu memlekette kafalar daha ziyade apışaralarına odaklı olduğundan ''seninki kaç cm?'' diye kütedenek sorarsanız çok kişiyi irkiltmeyi, dürtüklemeyi  becerirsiniz. İyi akıl, ustaca bir yaklaşım, bu sualin cevabı mahiyetinde de ''boyut önemlidir!'' demiş ve konunun vehametini izah etmişler, bravo, çok tuttum, hakikaten tebrikler. Başka türlü kimse yavru balık, balık rezervleri, gidiyor/bitiyor, tükeniyor falan gibi lüzumsuz (!) şeylere kafa yormaz, ''ne diyo la bunlar?'' diye okuma zahmetine katlanmazdı. Netice olarak ne diyoruz; balık avı da katliama, soykırıma dönüşmesin, unutmayın efendim, bazı hallerde ''BOYUT ÖNEMLİDİR!..'' Hem de çok önemlidir, aman diyelim yani, ona göre...

4 yorum:

Profösör dedi ki...

Evet her türlü katliama dur diyelim. Biraz da vicdan shibi olalım. Aynen katılıyoruz sbize. Uyarınız için teşekkür ederiz. Bu arada küçük bir öyküyü de size armağan edelim;

Küçük balık, yiyecek bir şey sanıp süratle atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında... Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü. Neye benzerdi acaba gökyüzü. Balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu ve küçük balık anladı yolun sonunun geldiğini. Koca denizlere sığmazdı, oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız dostlarına değiyordu ister istemez. Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine. Yavaşça karardı dünya; başı da dönüyordu. Son kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.
İşte tam o sırada eğilip aldım onu, yürüdüm deniz kenarına. Bir öpücük kondurdum başına. Sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece baka kaldı, sonra sevinçle dibe daldı gitti. Teşekkürü de ihmal etmemişti, birkaç değerli pulunu avuçlarımda bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme: "Neden yaptın bunu?" diye sorar gibiydiler.
"Bir gün" dedim, "Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük balık kadar çaresiz, son ana kadar hep bir ümidim olsun diye."

Ümidinizin kalmadığı anlarda, bu hikâyeyi düşünüp, teselli bulabilirsiniz.

Handan Demiralp dedi ki...

Değerli Profösör; bu güzel hikâyeyi burada paylaştığınız için asıl ben size teşekkür ederim. Yaradanın bizlere lûtfettiği nimetleri şükürle, hürmetle ve ölçüsü içinde kabûl etmek ayrı, doymak bilmez bir iştiha içinde, adetâ hırsla, hoyratça, kıyasıya tüketmek, harcamak ayrı. Ve elbette vicdan her halükârda ''insan''a yakışan bir nitelik. Sağolun. Selâmlarla...

Pirate/Korsan dedi ki...

Demir'in düşüncelerine katılmamak elde değil, ne kadar doğru ve ne kadar önemli söyledikleri. Sıradanlaşmadan kendine ait bir yaşam olmalı geride kalan. Sevgimle...

Handan Demiralp dedi ki...

Can Hakan; bu bizim de temel felsefemiz zaten. Tamamen farklı ruhlarla, bedenlerle, kişiliklerle, sûretlerle yaratılmış, orijinal varlıklarız, hepimiz kendimize özel ve eşsiziz. Buradan hareketle; ''insan'' denen varlığın tektipleştirilmesi aslında mümkün değil, zorla, baskıyla, şununla-bununla sağlanmaya çalışılan o ''aynılık'' bir yere kadar söküyor zaten, o yerden sonra her birey kendi yolunu seçip o istikamette yürüyor. Önemli olan bunun neticelerinden şikayet etmeden, sorumluluğunu alarak, suçu başkalarına yıkmadan, habire fatura kesmeden, istikrarla o yolda yürümek, bütünüyle ''KENDİN'' olarak. Taklitlerin asıllarını besleyip yaşattığı düşünülürse, kendin olmanın değeri olağanüstüdür. En büyük zenginliktir. Çok sevgi ve teşekkürle canım kardeşim...