14 Şubat 2011 Pazartesi

Karşılıklar...

Bu bir albüm kapağı aslında, şu malûm  ''Sevgililer Günü'' hikâyesine karşılık olsun. Kâinatın ve yaradılışın çekirdeği olan ''sevgi'' ile onun doğal koşulu olan ''sevgililik'' kavramlarının böyle günlerle hatırlanması gerekmeyecek kadar ''kendiliğinden'' olduğunu ifade etsin bakalım. Tıpkı ''annelik'' gibi. Biyolojik anne olmadığım için çoğu kez şanslı sayıyorum kendimi, evet. Çünkü aksi takdirde önceliğim zorunlu olarak bir tek tarafa kayardı ve o zaman bu kadar çok ve çeşitli türden çocuğum olamazdı diye düşünüyorum. ''Anneler Günü'' kutlamasına da karşıyım. Temelinde ticarî hinlikler yatan bütün bu gibi şeylere karşıyım. 14 Şubat'da doğmuş olan anacığımın yeni yaşını kutlamaya ve Ümit Besen'e karşı değilim ama, tersine seviyorum:)

Yok evet, olmamalı da. İzmir'e bakıyorum uzun uzun, doğduğum kente. Ne kadar talihsiz seçimlerin sonuçlarını yaşamakta olduğunu düşünerek üzülüyorum. Adına ısrarla ''metro'' dedikleri, yıllardır ''bitiriyoruz, aha da bitirdik bilem'' diye ortalığı ayağa kaldırdıkları ''hafif raylı sistem'' yani aslında bildiğiniz ''modern banliyö treni'' olan ulaşım sisteminin Aliağa ayağının açılmış olması ile trenlerin nasıl da tipik Pakistan havasına bürünmüş olduğunu düşünüyorum! Bu gibi ulaşım sistemlerinde önceliğin daima ''inen''lerde olması gerektiğini henüz öğrenememiş, yürüyen merdivenlerde sağda durup geçenlere öncelik tanıma kuralından bihaber, kapılar açılır açılmaz önündekileri eze-çiğneye vagonlara saldıran ilerici, çağdaş, şık ve zarif İzmir'lileri düşünüyorum. Son günlerde tahammülü iyice güç hale gelmiş olan hava kirliliğini, en ufak yağmurda sokağımdan akan çamurlu selleri, kentin gûya en mûtena semtlerinde dolup taşan çöp konteynırlarını, giderek azalan yeşilliği, bir şehrin siyasî duruşunu korumak adına yapılmış kimi seçimlerin gündelik hayatı berbatlaştıran neticeleri ile niçin hiçkimsenin ilgilenmediğini düşünüyorum. Kentini sevdiğini söyleyen insanların halen ''gevrek, çiğdem, boyoz, imbat vs.'' duygusallığı içinde parklarını, çevrelerini nasıl acımasızca kirletmekte olduklarını, köpeğinin kakasını yerden poşetle alıp çöpe atıvermenin ne gibi bir enayilik sayıldığını, herkese ait olan parkların, yeşil alanların, durakların nasıl bu kadar hoyratça kullanılabildiğini ve bunun siyasî duruşla olan alâkasını düşünüyorum? Bu gibi sorunların ''rakı, roka, balık''la ve penceresine, balkonuna üzerine Atatürk fotoğrafı eklenmiş ayyıldızlı bayrak asmakla hallolmadığını, dünyada toplumlar memnuniyetsizliklerini bangır bangır bağırarak, tabana yayılan bir başkaldırı ile cesurca ifade edip, belki otuz senelik ezberleri çatır çatır bozarken, ben buradaki toplumsal ataletin bu noktaya gelmiş olmasının ilerideki olası neticelerini düşünüyorum. Zaten bu yüzden ''oy''un sadece üzeri damgalı bir kağıt parçası olmadığını, öncesi ve sonrası ile toplumların yaşam kalitesini şekillendirdiğini, beklentilerini karşılamakta aciz kalan seçimlerinin sonuçlarını sorgulamanın, hesabını sormanın ve gerektiğinde toplumsal bir duruşla zorlamanın, herhangi bir siyasî kimlik maskesi ille de yerinde duracak, durmalı diye kendisine hasbelkader sunulana kanâat etmekten ve sonra heryerde, her şekilde bu vaziyetten şikayet etmekten ne kadar farklı+değerli olduğunu düşünüyorum.

Ben şimdiki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nın yerinde olsa idim, yerel seçimler öncesindeki turlardan birinde ''bize zehirli (arsenikli)  su da içirsen gene oyum sanadır yavrııım'' diyerek kendisini kucaklayan Ege'li teyzeye ''olmaz'' derdim, ''istemem, bu olmamalı''. Ve devam ederdim; ''sizlerin oyunun bir anlamı, bir değeri olmalı be teyzem, eğer ben halka hizmette kusur edersem bunun hesabını bana sorabilmelisiniz, yanlışlarımı, eksiklerimi bana göstermelisiniz, eğer becerememişsem, olmuyorsa, birşeyler müspet mânada değişmiyorsa da beni bir daha seçmemelisiniz. Oyunuzun kıymetini daima bilmeli, seçimlerinizin sonuçlarını ölçmeli ve gerektiğinde hesabını da sorabilmelisiniz.'' İşte bu yüzden;  benim ''oy''um sadece bir kağıt parçası değil, İzmir'in genel siyasî duruşu da beni hiiç alâkadar etmiyor, kimse kusura bakmasın! Ben bu kadar şanslı bir coğrafya içinde varolduğu halde, bu denli bakımsız, bu denli derbeder, bu denli kaderine terkedilmiş bir şehirde yaşıyor olmanın basit sonuçlarıyla ilgileniyorum. Kentlerini ''sözde'' çok seven İzmir'lilerin arkasından dolaşıp çöp topluyorum, parklarda kırdıkları bira şişelerini, yığdıkları ''çiğdem'' (!) kabuklarını, her türlü boku-püsürü aralayarak soluk almaya, kendime bir yer açmaya çalışıyorum. Trenden inerken üzerime saldırdıklarında durup yüzlerine bakıyorum ama umursayan yok? Eli-kolu dolu, yaşlı insanlar, hastalar falan ayakta duracak bir avuçluk yeri zor bulurken, yanındaki koltuğa çocuğunu rahat rahat, geniş geniş oturtan ve onun yapış yapış elleriyle koltukları, camları sıvamasına hiiiç aldırmayan çağdaş İzmir'in bir o kadar ''çağdaş'' ve ''duyarlı'' hanımlarına, şık beylerine, cici, güzel ve ideal ailelerine bakıyorum. Bakıyorum da... Seçimlerin sadece siyasî seçimler anlamına gelmediğini, bireylerin seçimlerinin sorumluluğunu taşıyarak yaşamasının ve icabında bunun sonuçlarını sorgulamasının ne kadar mühim olduğunu daha derinden farkediyorum. Karşılığı var her seçimin, muhakkak var ve kimilerinin yanlış seçimlerinin sonuçlarını bazen herkes yaşar, kendimden biliyorum...

Ek ve de dip: Kafî gelmediyse buyrun, buradan da yakın! Sözde ''demokrat'' ve ''ilerici'' mantığın yediği haltlara bir de bu açıdan bakın. Taze taze, daha tozu-dumanı üstünde! Yazık:(     

6 yorum:

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Okuduğumdan beri düşünüyorum. Hatta içimden eposta ya da telefonla sana ulaşmak geldi. Yazık ki, 10. köyü bulamıyoruz. Yaşadığımız yeri, dibini ya da az ötesini çekirdek çöpleriyle, poşet öbekleriyle, plastik atıklarla, kırık camlarla, atık pillerle mahvedenlerle birlikte yaşamak zorunda olmadığımız bir yer bulamıyoruz. Yok mu yahu böyle bir yer??!! Büyük ya da küçük, bu saydıklarımı geri dönüşüm çöplerine atanlarla dalga geçmeyen, sokağını da evi kadar esirgeyen, yolda karşılaştığı insanları itip kakmayan insanların yaşadığı bir yer aranıyor. Büyük ya da küçük fark etmez. Ve fakat İzmir'de bile bu iş böyleyse vay halimize... Bunun istisnası olabilecek bir büyük şehir belki yeni haliyle (post-Yılmaz Büyükerşen döneminde yani) Eskişehir olabilir. Daha küçük yerlerde seçeneğimiz var mı, göreceğiz umarım.

Kendimi küçük gönüllü çöp toplayıcı arkadaş grubumdan biriyle yazışıyor gibi hissettim birden Handan :) Nelerle uğraşmak zorundayız; hala inanamıyorum. Sevgimizle kucakladık...

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Bir de sigara izmariti dağlarımız var tabii. Dumanları yetmiyormuş gibi, her yere atıklarını cömertçe şavullayan sigara bağımlılarına ayakkabı fırlatmak istiyorum. O izmaritler, çöpün dikalasıdır.

Ütopyamız çöpsüzlük :))
Sevgilerimizle...

Handan Demiralp dedi ki...

Bir kenti bulunduğu yerden alıp yükseklere, ötelere taşıyacak olanlar hükûmetler, iktidarlar ya da belediyeler değildir sevgili Lâle, bilirsin. Bunu ancak o kenti içtenlikle ve gerçekten sahiplenen kent halkı başarabilir. Dünyada örnekleri çoktur. İzmir ne yazık ki bu ortak bilincin çok gerisinde henüz. Orası neresidir, ben de bilemiyorum ama günün birinde muhakkak bulmayı diliyorum. Sigara izmariti konusuna aynen denden benden, niyeyse ''çöp''ten saymıyor kimse? Bilhassa parklar ve duraklar bu pis kokulu sigara ölüleri ile dolu! Bu konuda başka bir farkındalık uyandırmak gerek sanırım. Çok sevgimizle, hepimizden hepinize...

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Çok doğru; sevmek ve sahiplenmekle, "senin" saymakla ilgili bir şey bu. Öyle Türk usulü, eşiğe kadar pir-ü pak, sonrası tufan zihniyetiyle olmuyor bu iş... Orayı bulan, diğerine de söylesin :))

Not: Klimt kolajı çok hoş olmuş; eline sağlık arkadaşım :)

Handan Demiralp dedi ki...

:) Teşekkür ve sevgiyle, bir ara görün artık bize. Kucaklıyoruz...

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Birkaç gün içinde arayacağım. Elbet görüşeceğiz :)