26 Eylül 2010 Pazar

Hava...

İzmir ''lodos'' tesiri altında sabahtan beri, hava hem bunaltıyor insanı, hem de sıcak sıcak esen, tuhaf, huysuz bir rüzgâr etrafta uçuracak sıklette ne bulursa önüne katıp oraya-buraya yığıyor! Yapraklar, poşetler, gazete kağıtları, türlü ıvır-zıvır ve elbette beraberindeki toz habire yer değiştiriyor. Sinir bir havadır lodos havası, İstanbul'da yaşadığım zamanlardan beri hiç sevmem. Ancak; ''lodosun gözü yaşlıdır'' diyen balıkçıların tecrübesine hürmeten, peşine takılıp gelmesi muhtemel olan yağmur hatırına katlanılır belki, bilemem...

Hayvanlar ve bitkiler de pek sevmiyor lodosu, sanırım bu rüzgârın taşıdığı elektrik canlılara iyi gelmiyor. ''Lodos balığı gibi'' nitelemesini bilenler bilir, bu havada avlanan balığın etinin gevşek ve lezzetsiz olduğu, hele hele lâkerdaya hiç gelmeyeceği söylenir. Çünkü balık lodosun tesiriyle aptallaşmış, şaşırmış vaziyettedir, kolay avlanır ama lezzeti artık yerinde değildir. Alık, sersem, şaşkın, ne yaptığını bilemez haldeki insanlar için de kullanılır bu niteleme. Lodos eserken kediler balkonda ya da pencere önünde durmaktan hoşlanmıyor, saksılardaki bitkiler ise yapraklarını salıveriyor, bir tuhaf, keyifsiz oluyor. Bu yüzden, içeri alabileceklerim varsa alıyorum. Fesleğenler zaten geçmek üzere artık, gitgide daha çok sararan yaprakları tohumlarla beraber dökülüyor. Tohum toplama zamanındayız. Mevsimlik bitkiler yavaş yavaş veda ediyor...

Bana göre ise ''lodos havası'' insana daha çok düşünme fırsatı veriyor. Lodosta açık havada olmaktan hoşlanmadığım için kapalı mekânlarda, evin içinde vakit geçirmeyi seçiyorum ve niyeyse, daha fazla sessizlik istiyorum. Dış seslere tahammülüm azalıyor, buna karşılık iç sesim yükseliyor. Öyle bir kenara çekilip uyuklamak da tarzım değil, lâkin bu havada insanın genel enerjisi düşüyor, içinden pek birşey yapmak gelmiyor. Daha doğrusu yapılacak birçok şey olsa da, insan bunlardan kolayca vazgeçiyor, erteliyor. Zaten istemeden, gönülsüz yaptığın her ne varsa, ondan da bir hayır gelmiyor. Bu havada yapılacak en iyi şey düşünmek gibi geliyor bana, evet, başka zamanlarda düşünme fırsatı bulamadığınız şeyler üzerinde yoğunlaşmak için uygundur bu hava...

Düşünceye sağlam bir kahve eşlik edebilir meselâ, fotoğrafta görülen ufak kahve pişiricisini İspanya'dan aldıydım. Benzerleri burada da var. Bu nesnenin farkı, dilediğiniz koyulukta kavurup biraz kalınca öğüttünüz kahve çekirdeklerinden bir tür ''demli kahve'' meydana getirmesi. İki bölümü olan bu aletin alt kısmına su dolduruyorsunuz, süzgeç kısmına kahveyi biraz sıkıştırarak, bastırarak koyuyorsunuz, daha sonra ocağa oturtuyorsunuz. Su kaynamaya başlayınca süzgeçteki kahveyle buluşuyor, ardından demini almış kahveniz üst kısımdaki demlik bölümüne dolmaya başlıyor. Alttaki su tamamen bitince nefis kahve içilmeye hazır demektir. Bu şekilde kahve daha yavaş, daha keyifli pişiyor, kokusu, rengi, tadı daha bir güzel oluyor. Elektrikli filtre kahve makinelerine tercih ederim doğrusu, onlarda biraz telâş hakim çünkü, tik-tak, faşır-foşur derken, iki dakikada kahve hazırlıyor o makineler, kahvenin tadı sanki biraz acemî kalıyor, insanın damağına şöyle adam gibi yerleşmiyor. Zaten bu yüzden, bizim geleneksel kahvemiz de soğuk ve iyi su, bakır cezve ve hafif ateş istiyor, köpüğünü, lezzetini tam verebilmek için biraz zaman talep ediyor,  öyle ''beş dakkada beşiktaş'' pişiriliveren kahvelerin hatırı gibi, hikâyesi ne yazık ki yarım kalıyor...

Lodos ayrıca kafa karışıklığına da sebep oluyor, insan ''lodos''u yazacağım diye oturduğu yazıdan işte böyle ''kahve''ye sapmış bir şekilde ve ''öfff-püfff'' nidaları eşliğinde kalkıyor...


2 yorum:

handan dedi ki...

Sevgili Handan Hanım, ne yazarsanız yazın ama mutlaka yazın..Öyle iyi geliyor ki yazdıklarınız ruhuma.Sizi okumaktan inanılmaz bir keyif alıyorum.Elinize, yüreğinize, paylaşımınıza sağlık..

Handan Demiralp dedi ki...

Gönülden teşekkürler sevgili adaşım. Ben de sevgi ve selâmlarımı gönderiyorum size. Hep paylaşmak umudu ile...