11 Ağustos 2010 Çarşamba

Hep...

Bolluk ve bereketi ile gelmesi temennî olunur, daha ziyade yeme-içme ile alâkalı bir ibadet olarak kabûl edildiğinden bilhassa gıda alışverişi hızlanır, piyasalar canlanır, bazı gıda maddelerinin fiyatı tırmanır. Sair zamanlarda pek yüzüne bakılmayan ''hurma'' meselâ; tezgâhlarda başköşeye yerleşir. Aynı şekilde ''güllaç'', aslında her zaman bulunur raflarda ama Ramazan ayında birden talep patlaması yaşanır, öyle her istediğinizde bulamayabilirsiniz. TV reklâmları da derhal tarz değiştirir, kalabalık aile sofralarında cola doldurulmuş bardaklar ve tabaklardaki hazır çorbalar eşliğinde, hûşu içinde beklenen iftar saati görüntüleri doldurur ekranları, bütün bu ticarî numaraları yerseniz ''tüketici'' sınıfı olarak etkilenip,  gidip o reklâmı yapılan zımbırtılara dadanmanız beklenir. İştah mekanizmanız Ramazan ayında buna göre dürtüklenir, tüketim alışkanlıklarınızın kimi görsel dayatmalarla değişmesi, çoğalması hedeflenir. Bütün bu telâşe içinde hemen hiç düşünülmeyen, akla getirilmeyen şey orucun sadece belli saatler içinde yemeden içmeden ve cinsel içerikli eylemlerden vazgeçmek olmadığı hakikatidir ki; bu zaten vahşi ticaret sisteminin öyle çok da umursadığı birşey değildir...

Asıl anlamları çoook derin olan kimi kavramların salt yüzeyel anlamları ile algılanıp, belli zamanlar içine sıkıştırılması beni hep rahatsız etmiştir. Adam senenin onbir ayı babalar gibi içki içer meselâ, ama Ramazan ayında cehennem korkusuna kapılıp içmeyi keser, birden dine-imana sarılır, sonra herşey gene eski haline döner, bu böyle sürer gider. Tek taraflı bir aldatmacadır tabii, haaa sıhhat üzerindeki tesirine elbette birşey diyemeyiz, en azından bir aylık bir detoks anlamına gelir, lâkin bu vaziyet aslında hiç olmaması icap eden birşeyden, ''yaratıcısının gazabından tırsmak'' olgusundan temellenir ki; bunu da bir ay içine hapsederek daraltmak başka bir insanî çelişkinin ta kendisidir, bana göre oturup adamakıllı bir yüzleşmeyi icap ettirir...

''Oruç'' bütünsel bir anlam içerir, çoğu kişi bedenî ibadetten sayar ama aslında gayet ruhanî bir meseledir. Bu sebepten öyle yemeyi-içmeyi keserek, bedenî arzuları  bastırarak şıp diye halledilecek bir mevzu değildir, bedenden ziyade ruhu ilgilendirir. Zaten hangi ibadet türü itici gücünü ''korku''dan alıyorsa orada muazzam bir soru işareti gizli demektir. Bedenî ve ruhanî terbiye senenin bir ayında, korku zoruyla başarılabilecek birşey değildir. Ömrün bütününe yayılmadıkça, bir temel felsefe olarak uygulanmadıkça sadece vicdanî bir sigorta gibidir, gerisi hikâyedir. O nedenle hakiki ''oruç'' ne Ramazan ayıyla sınırlıdır, ne de temelini günah korkusundan alır, bu kadar basite indirgenemeyecek kadar değerli bir vazgeçiş ve bütünsel bir hayat pratiğidir. Buradan hareketle; orucun hakiki anlamını karşılayabilmek herhalde öyle her babayiğidin harcı değildir, ağzı ve bacakarasını bir ay müddetle belli saatler arasında kapatmak öyle insanüstü bir gayret gerektirmez. İftarı hiç olmayan oruçlular var, şu ya da bu sebeple daima öyle yaşıyorlar, eee, öyleyse  insanı bu hususî ibadetle bir adım öne çıkaracak asıl şey nedir? Geleneği-göreneği güzeldir, gündelik hayata elbette hoşluklar getirir ama asıl anlamı üzerinde düşünülmeli ve istenenin hakikatte ne olduğu farkedilmelidir. Artık farkedilmelidir. Hep midir, hiç midir, az mıdır, biraz mıdır, nedir, ne değildir? Her halükârda düşünmeye hayırlı bir vesiledir. Şu halde ''bütün'' için hayırlı olması dilenir, elbette hoşgelmiştir...

5 yorum:

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Mesela ramazan geldi diye köpeklere dokunmayıp bir iş arkadaşına onları toplatmaya kalkışan bir Artur A.Ş. görevlisi beni çok daha fazla güldürebilirdi bugün; eğer ortada 7 yavru ve 1 anne köpek olmasaydı... Çok gülünç çünkü. Oruç tutmayı aç oturmak sanıp cinsellikten imtina ile yaşayanların, aslında nelerden imtina edeceğini ve kimlerin halinden anlamak için bu egzersizi yaptığını çok iyi düşünmesi gerek. Yoksa aç kalma egzersizine gerek yok; etraftaki mazlumların halinden anlayan ibadetini zaten yerine getirir. Tuzu kuru yazlıkçıların, insan kepazeliklerini şaşılası bir tevekkülle kabullenip "hayvan" görünce tansiyonu fırlayanların, 100 tabak helva taşısalar da çıkar yolu yok. Neyi neyle telafi etmeye çalıştıklarını zaten anlamadım; o da ayrı. Neyse ki köpek çocuklar güvenceye alındı. Toplatıp attıramayanlar derdine yansın. Bakalım zamanlarını hangi canlıyı şikayet ederek dolduracaklar şimdi. Sevgilerimizle Handan'cım.

Handan Demiralp dedi ki...

Bu ifadelerin üzerine ne diyebilirim ki canım Lâle'ciğim, tecrübe ile sabit şeyler bunlar, varlığına sağlık. Kimi mabad korkusundan, bir aylığına sütten çıkmış ak kaşıklığı oynar, sonra gene eski kabuğuna ve ezberine geri döner, kimi de hayatının tamamını bütünlük felsefesi içinde yaşamaya, çevresindekilere yardım ulaştırmaya, kimseyi ve hiçbirşeyi incitmemeye, kendinden başkalarını da düşünmeye özen göstererek, üzerine vazife olmayan ama bütünü alâkadar eden işlere karışarak, gözünü, kulağını, ağzını kapatmadan her kim ise hep o olarak, duruşunu muhafaza ederek yaşar. Yalan, dolan, iftira, üçkağıt, komplo hayatında bir aylığına değil, HİÇ olmayanlarla, bu ay geldiğinde birden dine-imana sarılıp sair zamanlardakinden bambaşka kimliklere bürünenler arasındaki sevap-günah katsayısını zamanı geldiğinde görmek çok eğlenceli olacak doğrusu:) Bırakalım bir aylık açlıkla herşeyi halledeceğini zannedenler bu yolda devam etsin, cevap büyük yerden gelecek nasılsa. Kutluyorum gayretini ve neticesini, çok sevgimle. İzmir'e bekliyoruz...

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

Ben de kendimi kutlamayı hatırlattım kendime. Çünkü aynı konumda olduğumuzu unutup "alacaksan al artık aaa! 20 gündür buradalar canım!" şeklinde çıkışmalarını hiç unutmayacağım. O kadar yorulmuşum ki, sonrasında yaşanacaklar bile gözümde büyümedi. Her önüne geleni ısırdığı iddia edilen bir köpekle karanlık bir yolda, elimde yavrularıyla 3-4 km yürüdüm. Ben niye ısırılmadım acaba? Yoksa köpeciğe o size havlamadan siz havlamış olabilir misiniz insancıklar? Aklına şaşılacak çok insan var.. Aklımdasınız; mutlaka geleceğim. Ola ki bu tarafa geldiğinde de denk getirip buluşabilsek ne güzel olur.

Handan Demiralp dedi ki...

Havada inceden bir İstanbul kokusu var zaten... Bir buluşup otursak, birer fincan damlasakızlı kahve eşliğinde fikirleşsek ne âlâ olacak hakikaten. Değişimler ve dönüşümler zamanı demek belki yanlış çünkü bu kavramlar zaten hep var etrafımızda, biliyorsun, çakılıp kalmak yok kâinatın anayasasında ama, kimileri nasıl hep aynı kalabiliyor bu durumda, nasıl aymıyor, nasıl uyanmıyorlar, cidden merak ediyorum. Hayatı bir ''misyon'' anlayışı ile değerlendirmek asla kolay değil, biliyorum ama tüm müşkül taraflarına rağmen insanın birşeyleri değiştirme gücü olduğunu farketmesi ve değiştirebildiklerinden mutlanması muazzam birşey. Yorgunluklar belki de bir tür kenar süsü, yeter ki yerini yılgınlığa bırakmasın. Varlığına selâm ile, daima...

Lale Kuyucu Azak dedi ki...

İstanbul uzak olsun; biz yakın olalım :) Ben Kuzey Ege'deyim; çok yakınız yani. Görüşmek üzere, İzmir'de ya da az yukarısında.. Sakızlı kahve çok hoş olur tabii ki. Sevgilerimizle :)