30 Mart 2014 Pazar

Deli deliden, imam ölüden...



Ayşe Nil Tahralı bu boyuttan ayrılalı neredeyse 9 sene oluyor. Birkaç gündür bu kitabı elimde, notlar alarak okuyorum ve zihnimde onun sözcükleri, cümleleri, yaşadıkları dönüp duruyor, buradan hareketle o benim için bir ölü değil şu anda, halen yaşıyor…


Kolej mezunu, Mülkiye'de okumuş, varlıklı bir aileye doğmuş olması belki avantajlar gibi görünmekte ama, önce ailesindeki hasarlı erkeklerin, daha sonra da çok yanlış bir eş seçimi yaparak evlendiği adamın tesiri ile nasıl delirip tımarhanelik olduğunu anlattığı bu kitapta bunların avantaj olup olmadığını sorguluyorsunuz doğrusu... Hiçbir şeyi saklamadan anlatmış üstelik, isimler, mekanlar, olaylar tamamen gerçek. Çoğu yerde okura "bravo!" dedirtecek kadar gerçek hem de...



   

   
    
Defalarca akıl hastanesine yatırılıp ağır tedaviler gören bu çok zeki ve iyi eğitimli kadının bazı tesbitleri sanki şimdi içinde bulunduğumuz dönemi anlatıyor. Hani senelerdir ölü olduğunu bilmesem bunları henüz yazmış diyebilirim, o derece güncel. Aslında düşünüyorum da; ben de neredeyse 50 yaşındayım, kendimi bildim bileli ülkemin siyaset konusundaki durumu aynı, halkımın da öyle. İktidarda her kim ve hangi siyasi parti olursa olsun, halk bundan hoşnut değil, hiç olmadı. Siyasi tarihimizin benim tanık olduğum bölümünde ise büyük sancılar var, en temel ve basit ihtiyaçlar için uzun kuyruklarda sıkıntı çekilen kıtlık-yokluk zamanları, üniversitelerde anarşi sebebiyle ders yapılamayan, sağ-sol görüşlerin birbirine saldırdığı sokak çatışmalarında her gün birkaç ölümün olağan sayıldığı, askerin beğenmediği yönetimlere el koyup darbe yaparak milleti ''sıkı sıkı'' yönettiği, birilerinin birilerinin kararıyla darağacına gönderildiği, diplomatların, gazetecilerin, aydınların mütemadiyen katledildiği, yolsuzluk, usûlsüzlük ve rüşvet iddialarının ortalığı kasıp kavurduğu koyu karanlık, ağır zamanlar. Ayşe Nil Tahralı annemden 2 sene evvel, 1942'de doğmuş. Onun tesbitlerine bakıyorum, sonra dönüp kendi gözlemlerime, hiç fark yok neredeyse. Eeee, ne anladım ben bu işten?..

Demokrasiyi henüz içselleştirememiş bir toplumun ferdi olduğumu anlıyorum evvelâ, siyasetini halen temizleyememiş ve çok partili gibi göründüğü halde aslında bir elin parmakları kadar partili bir siyasete mahkûm bir düzenin seçmeniyim, evet, ne yazık ki:( SEÇENEKSİZLİK; bir ülkenin siyasi alanını, ufkunu en fazla daraltan, seçmenini en zorda bırakan şey olsa gerek, bunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.
Kendi küçük biriminde her nevi ahlâksızlığı, yolsuzluğu, avantacılığı, yalanı-dolanı, entrikayı, hasedi-fesadı, iftirayı, kumpası, tuzağı, iyi niyet suistimalini olağan ve sıradan gören, kendisi ve yakınları için her zaman ayrıcalığı, torpili, önceliği, kayırmayı talep ederken kişisel çıkarları adına ufaktan ufaktan yasaları çiğnemeyi ve hâttâ kimi zaman işi daha da büyütüp TCK kapsamında bazı ''suçlar'' işlemeyi bile normal sayan birilerinin şimdi en basmakalıp vatanperverlik söylemleri eşliğinde ortalığı küfre-kıyamete bulayabildiği, ''vatan-millet-Sakarya'' fışkırtmaları yapabildiği bir toplumsal dinamik içinde yaşadığımı hayretle ve kederle anlıyorum. Benim çocukluğumdan beri birileri ''haramilerin saltanatını yıkacak'', birileri ''yalana, dolana, talana DUR!'' diyecek, birileri ''herkes için eşitlik, herkes için adalet'' getirecek, neredeyse yarım yüzyıldır bu ülkede yaşıyorum, hâlâ bekliyoruz cümleten! Daha da çoook bekleyeceğimizi anlıyorum, demokrasinin gerçek anlamıyla idrak edilip hayata geçirildiği, halkın kendisini yönetenlerden hoşnut olduğu, herkesin birbirinin siyasi duruşuna hürmet edebildiği zamanları göremeyeceğimi anlıyorum. İnşallah gelecek kuşaklar bu şartları yaratabilsin ve yaşayabilsin, bu tamamen toplumsal bilinçle alakalı, bunu hakikaten içtenlikle diliyorum…

Yıllar evvelki tesbitleri ile bu yazıya esin kaynağı olan Ayşe Nil Tahralı'ya rahmet dilerken, son birkaç gündür elimden düşürmediğim ''Kaçıklık Diploması'' adlı güncesinde kullandığı bir deyimle konuyu bağlamak istiyorum: ''Deli deliden, imam ölüden anlar!..'' Halihazırdaki vaziyet,  içinde yaşadığımız toplumu yansıtan dev bir aynadır aslında ve bu aynanın üzerinde istisnasız hepimizin parmak izi mevcuttur, bence unutulmaması gereken asıl şey budur. ''Yerel seçim'' olmaktan çıkıp tamamen farklı bir algıya dönüşen bu seçimlerin neticesi her ne olursa olsun, kazananın da, kaybedenin de bu neticeyi çok doğru okuması gerekiyor. Sandıktan çıkacak neticenin ''halkın iradesi'' olduğunun unutulmaması, bunu mütemadiyen bir o yana-bir bu yana çekiştirmekte bir faide bulunmadığının anlaşılması gerekiyor. Halkın iradesini ve o iradeyi oluşturan halkı ''cahil, köylü, kıro, kömürcü-makarnacı, yobaz, akılsız-fikirsiz, hödük vb.'' ifadelerle küçümsememeyi artık öğrenmek gerekiyor. Yani; demokrasi&etik konusunda daha çalışılacak çok ders var ve bunun böyle olduğunu da başarısız bir öğrenci bilinci içinde kabûl etmek gerekiyor. Ve son tahlilde, şimdi artık sandık başına gidip, birbirimizin fikrine ve hür iradesine saygı göstermek sureti ile vatandaşlık vazifemizi yapmak, oylarımızı vermek, neticeyi sükûn ve sabırla beklemek gerekiyor. Sandıktan çıkacak netice her ne olursa olsun, dilerim vatanımız, halkımız ve yarınlarımız için en hayırlısı OLsun. Ve de öyledir...


Hiç yorum yok: